Anatoliy T. Fomenko
ANTİKÇAĞ ORTA ÇAĞ'DIR

Suretlerin tespit edilme yöntemleri. “Eski” ve Orta Çağ hanedanlarının özdeşleşmesi.
M.S. XIII. yüzyıldaki Truva Savaşı. Yunan-Roma tarihinde kronolojik oynamalar. XII. yüzyıldaki İncil olaylarının XI. yüzyılın tarihine yansıması.

BÖLÜM 1.
ORTA ÇAĞ TARİHİNDEKİ “KARANLIK ÇAĞ” HAKKINDA

6. SKALİGER DİNLER TARİHİNDEKİ TUHAF PARALELLİKLER

6.1. Orta Çağ Hristiyanlığı Ve Skaliger “Pagan Eskiliğine” Yansıması

Eski dinlerin tarihine kısaca değinelim. Bugün bizi her kronoloji devrinin, aralarında çoğu halde yüzlerce hatta binlerce yıl bulunan kendi bireysel dini kültlerinin olduğuna inandırıyorlar. XIX. yüzyılda tarihçiler ve etnograflar dünya dinleri ve kültlerinin karşılaştırmalı araştırması üzerine muazzam bir iş başarmışlardır. Skaliger kronolojisi çerçevesinde, birbirinden yüzlerce hatta binlerce yılla ayrılan dinler arasında anormal şekilde

çok “paralellik”, bazen de şaşırtıcı uygunlukların bulunduğu açıklığa kavuşmuştur. Bu değişmez gerçek çok sayıda etkileşim, benimseme, sızma vs. varsayımını doğurmuştur. Ama bütün bu sonraki fikirler münhasıran Skaliger kronolojisine dayalıdır ve kendisi tarafından doğurulmuştur. Kronolojinin değişmesi dinlerin gelişip biçimlenmesi ile ilgili eski görüşün yeniden gözden geçirilmesine sebep oluyor. Burada ortaya çıkan “dinlerin suretlenmiş” tuhaf efektini anlatmak için paralelliklerin ancak bazı tipik örneklerini vereceğiz. Büyük ihtimalle bu efekt kronolojideki oynamalardan doğmuştur, bkz. KKH.

1771 senesinde bulunan sözde “Keltik anıtı”nın Gallerin pagan, Hristiyanlık öncesi bir orman tanrısı olduğu kabul edilmektedir. Bkz. res.1.54 ve res.1.54a. Ama bu tanrının başının üzerine net bir şekilde ESUS ismi oyulmuştur. Yani İSA. Buna karşın, tarihçiler hatalı kronolojinin baskısı altında, bunun güya “bir başka İsa” olduğunu iddia etmek zorundadır. Yani Hristiyanlık öncesi bir “tanrı İsa”. Ayrıca bkz. [544], cilt 5, s.683.

Karşılaştırmalı dinler tarihi konusunda tanınmış uzman Arthur Drews neredeyse bütün temel, güya Hristiyanlık öncesi “eski” din kültlerinin gerçekte Hristiyanlığın hemen hemen özdeş paralelikleri (yani yalnızca daha sonraki yansımaları ve biçim değiştirmeleri) olduğunu iddia etmiştir [259], [260]. Şöyle yazmıştır:

<<Ben... HRİSTİYANLIK İLE PAGANLIK ARASINDAKİ mit PARALELİKLERİNE büyük önem verdim... Zira İncillerin Paskalya tarihinin Attis-Adonis- Osiris vs. dininin mitleri ve kült ayinler ile herkesçe bilinen akrabalığını görmeyen, Attis ve Osiris mitlerinde gömme ve dirilmenin “hiç adının geçmedi”ğini iddia eden, İsa’nın ölümünün onun Anadolu’daki akrabalarının ölüm tarzından farkını ispatlamayı uman... Mecdelli Meryem ve Kurtarıcı’nın haçı ve tabutunun yanında duran diğer Marialar’da Hindu, Küçük Asyalı ve Mısırlı anne-tanrısı Maia’yı, Maryamma’yı, Maritala’yı... Marianna’yı... “Mesih” Kiros’un annesi Mandana’yı, Pessinus’taki “Büyük anne”yi, kederli Semiramis’i, Meryem’i, Merris’i, Myrrah’ı, Myra’yı (Mera’yı) ve Maya’yı tanıyamayan” dinî-tarihî sorunlara karışmasın” (Weis’in ifadesi)>> [259], s.150.

A. Drews, Mesih’in kutsal ailesini Milat’ın başlangıcından güya yüzyıllarca sene ile ayrılan diğer Küçük Asya tanrılarının “kutsal aileleri” ile özdeşleştiren çok çarpıcı bir paralellik sunuyor. Skaliger kronolojisini bir kenara bırakıp bütün bu paralelliklerin, yalnızca yayılma yerlerinin milli özelliklerinin farklı olduğu bu kültlerin eş zamanlılığına işaret ettiğini göreceğiz. Bütün bunlar olasılıkla aynı ortak kaynaktan doğmuştur, yani M.S. XII. yüzyılda Mesih’in yaşamı ve faaliyetine kadar gitmektedir. XIX-XX. yüzyıllarda bu paralellikleri keşfeden bilim adamları hatalı kronoloji ile bağlı durumda oldukları için hepsini “alt üst etmeye” mecburdular. Sonuç olarak, paralellikleri “geç Hristiyanlığın”, içine çok sayıda “eski kült”ü alıp neredeyse hiç yeni bir şey katmadığı biçiminde yorumlamışlardır.

Res.1.55’te güya Mesih’in doğumundan 930 sene önce yaşamış olan güya Mezopotamya Asur-Babil Kralı Assur-Nazareh-Khabal’ın bir görüntüsü sunulmaktadır. Ancak göğsünde çağdaş Ortodoks piskoposlarındaki gibi Hristiyan haçı var. Büyük ihtimalle bu bir Orta Çağ kralıdır. Res.1.56’da “çok eski” Finike tanrıçası Astarte’nin eski bir görüntüsü bulunmaktadır. Ama elinde Hristiyan haçlı hükümdarlık asası var. Ancak Skaliger kronolojisi, tarihçilerin bunun bir Orta Çağ Hristiyan görüntüsü olduğunu söylemesini engelliyor.

Res.1.57’de güya “eski” Frank tanrısı Jüpiter’in “eski” Gal heykelciğini görüyoruz. Fakat kıyafetinin tümü mutat Hristiyan haçları ile kaplıdır.

Res.1.58’de elinde delikli Hristiyan haçını tutan oğlunu emziren tanrıça İsis’in “eski” Mısır görüntüsü sunulmaktadır. Bunun, oğul İsa ile Meryem Ana’nın Orta Çağ görüntüsü olduğu izlenimini baştan savmak güçtür. O kadar Orta Çağ görüntüsü ki, yanlışlıkla Skaliger tarihince “derin geçmişe” indirilmiştir.

Res.1.59’da Roma katakomplarında korunan ve en çok rastlanan Orta Çağ Mesih anagramlarını sunuyoruz. 8 numaralı anagram tıpatıp bir delikli haçtır. Asırlar hatta binyıllar öncesine tarihlenen “eski” Mısır resimleri ve heykelleri bu görüntü ile dolup taşıyor. Bu haçlar ya bugün de olduğu gibi boyna takılıyordu ya da elde tutuluyordu. Orta Çağ delikli haçı bazen anahtar sembolü olarak algılanıyordu. Havari Petrus’un birçok Hristiyan görüntüsünde elinde bir anahtar tuttuğunu hatırlatalım. Büyük ihtimalle Mısır’ın fresklerinin ve anıtlarının üzerindeki çok sayıda Mısır kişisinin ve tanrısının ellerinde tuttukları delikli “eski” Mısır haçı aynı anlamı taşıyordu.

Res.1.60’ta çeşitli Orta Çağ Hristiyan haçlarını içeren çok enteresan bir tablo gösterilmektedir. Burada “eski” Mısır delikli ya da ilmikli haçı (ya da anahtarı) 20 numaralı olarak görülüyor. T biçimli haça (3 numara) ve çatal biçimli haça (5 numara) dikkat edelim. Daha ileride olasılıkla Hristiyan haçının pek eski şekilleri olan bu versiyonlara defalarca rasgeleceğiz. Bunun dışında fiilen yıldız-haçlı Osmanlı yarımayı olan 25 numaralı haça dikkat çekelim.

Res.1.61’de güya M.Ö. ikinci bin yıla ait olan “eski” Suriye mührünün izi sunulmaktadır. Mührün merkezinde net bir şekilde delikli ya da boyna takılmak üzere ilmikli Hristiyan haçı gözüküyor.

Res.1.62’de Anadolu’daki Hisarlık’ta bulunan ve tanrıça Maia’yı tasvir eden “eski” heykelcik gösterilmektedir. Büyük ihtimalle bu, İsa Mesih’in gelecekteki annesi olarak burada gösterilen Meryem Ana’dır. Burada Hristiyan haçı gamalı haç biçiminde betimlenmiştir.

Res.1.63’te “eski” Buddha’nın bakır heykelciğinin bir parçasını görüyoruz. Ancak göğsünde Hristiyan gamalı haçı bulunuyor. Bkz. Rusya Etnografya Müzesi ve Fransa’daki Guimet Müzesi. Res.1.63a’da çok enteresan bir eski mozaik gösterilmektedir. Bu mozaikte üzerinde gamalı haç, yani Hrıstiyan haçı biçiminde nişan ve madalyalar bulunan “eski” Roma erini görüyoruz. Res.1.63b’de Hristiyan gamalı haçı ile diğer “antik” nesneleri görüyoruz. Res.1.63c ve res.1.63d’de Stockholm Protestan Katedrali’nin sütunlarındaki çok sayıda gamalı haç gösterilmektedir.

Res.1.63e, res.1.63f, res.1.63g, res.1.63i’de güya Mesih’in doğumundan çok önce parlak çağlarına ulaşan “çok eski” Miken, Yunan ve Etrüsk kültürlerine ait seramik kaplardaki çok sayıda Hristiyan gamalı haçını gösteriyoruz. Bu resimleri Stockholm’daki Akdeniz ve Orta Doğu Antikaları Müzesi’nde (Medelhavsmuseet Müzesi) çektik. Res.1.63k ve res.1.63l’de ise Japon samuraylarının zırhlarındaki Hristiyan gamalı haçları gösterilmektedir.

Res.1.64’te Chimaira ile mücadele eden güya “çok antik” Bellerophontes’in şaşırtıcı “antik” görüntüsü var. Ama bu sadece ejderha ile mücadele eden Orta Çağ Yorgisi! Ancak hatalı Skaliger kronolojisinin hipnozu “derin antikçağ”ın hayranlarının bunu görmesini engellemiştir.

Hristiyan Orta Çağ sembollerinin büyük kısmı Az. Petrus’un Cennet’e giden kapıyı açtığı sözde anahtarları ile bağlıdır [259]. Anahtarın Orta Çağ Hristiyan delikli haçının biçimlerinden biri olduğunu hatırlatalım, res.1.59, anagram 8. Klasik “antik” mitolojinin, temel niteliği anahtar ya da anahtar biçimli haç (yani Orta Çağ delikli haçı) olan tanrı ve tanrıçalar ile dolu olduğu görülüyor. Bunların arasında örneğin “eski” Yunan Heilosu, “eski” Roma Plutosu, “eski” Mısır Serapisi ve “antik” Cehennem kraliçesi Hekate bulunur [259], s.58. Dupuis ve Volnay, Havari Petrus ve “eski” Roma tanrısı Janus’un fiilî özdeşliğine işaret etmiştir.

Res.1.65’te kucaklarında bebekleri olan çeşitli, güya “eski” tanrıçaların “antik” görüntüleri gösterilmektedir. Bunlar Mars ile Juno (Malver’e göre), bebek Krişna ile Hint Bakiresi (Jeremias’a göre), Bacchus ile Demetra, yani D-MATER ya da DEO-MATER ya da Meryem Ana’dır (Malver’e göre). Sonra “antik” Diana’yı, başında haç, yanında ise yıldızlı Osmanlı yarımayı ile görüyoruz. Sonra bebek Osiris ile “eski” Mısır tanrıçası Gator ya da Hathor (Jeremias’a göre). Son olarak sözde Salisbury Meryem Anası görülüyor (M. Brocas’a göre).

6.2. Orta Çağ Hristiyanlığı Ve Mitraizm

A. Drews [259]’da “antik” tanrı Mitra’nın görüntüsünü, sözde “Mitraistik ikonunu” veriyor, res.1.66. Mitra’nın başı güneş ışığından bir hale ile çevrelenmiştir, tıpkı Mesih ikonlarında olduğu gibi. Bu tarz bir hale bir Hristiyan nur halesidir. Skaliger kronolojisinin hatalı olduğunu anlamayan A. Drews bu görüntü hakkında ihtiyatla şunu açıklıyor: “Bazı Hristiyan ikonlarının –Mesih’in imajlarının– bu görüntüye benzemesinin rastlantısal olduğu şüphelidir. Tanrının başının etrafında bir çember veya bir hale var” [259], s.67.

Biz ise şöyle diyelim: Mesih “eski” Mitra’ya benziyor değil, daha ziyade tanrı Mitra XII. yüzyıldan sonra Mesih’e tapma biçimlerinden biridir. Skaliger tarihinin, kültü bütün Anadolu’ya yayılan Mitra’nın Doğulu “eski” Ari tanrısı, sonraları ise “eski” Acem tanrısı olduğunu düşündüğünü hatırlatalım [966], cilt 2, s.416. “Çok eski” Mitra’nın görüntüleri için bkz. res.1.67 ve res.1.67a. Burada Mitra bir boğayı öldürürken betimlenmiştir. Olasılıkla bu zamana kadar İspanya’da korunan meşhur boğa güreşi tam da bu dinî motife kadar iniyor. Ama bu Mitraistik konunun Hristiyan olduğu bellidir. Onu Ortodoks ikonlarında betimlemişlerdi. Res.1.68’de Ortodoks Üçler ikonu sunulmaktadır. Bu ikonun ön planında, boğayı öldürmekte olan Mitra’yı gösteren barelyeflerdeki sahnenin neredeyse aynısını görüyoruz, res.1.69. A. Drews, “eski” Mitraizm ile Orta Çağ Hristiyanlığı arasındaki kapsamlı paralellikler hakkında şunu yazıyor: <<Roma’da Mitra’nın ana kutsal yeri VATİKAN’DA, AZ. PETRUS BAZİLİKASI’NIN YERİNDE bulunuyordu. Orada ona, daha önce resmî olarak kabul gören Attis ile birlikte tapılıyordu... Mitra-Attis’in burada taşıdığı isim “Baba-Ata” idi. ROMA PAPASININ BU ZAMANA KADAR “KUTSAL ATA” İSMİNİ TAŞIMASI GİBİ, “ATA” (ata, - ataların atası) ismini de BU TANRININ YÜCE RAHİBİ taşıyordu. Roma papası, o üst rahip gibi başında MİTRA-Attis’in başlığı olan tacı ya da MİTRA’yı (gönyeyi) takıyor... Mitra’nın rahiplerinin kırmızı er potinlerini giyiyor, “tanrı-kaya”nın (yani Petrus’un – A.F.) anahtarını idare ediyor ve kendisine “bağlamak ve izin vermek” iktidarını hamlediyor... Katolik Hristiyanlığı Papasına, Mitra-Attis kültünün papası olan arhigall denk geliyor. Bu PAGAN PAPAsı’nın yeri Vatikan’daydı, Kurtarıcı olarak Güneş’e tapıyordu. Genellikle KUCAĞINDA BİR BEBEKLE OTURURKEN BETİMLENEN VE BAKİRE MERYEM’İN, KENDİSİNİN HRİSTİYAN ÇİFTİ OLDUĞU tanrıça Kibele sureti altında “BAKİRE MERYEM”e tapıyordu>> [259], s.69.

Sonradan anlaşıldığı gibi, Orta Çağ Hristiyanlığı gibi “eski” Mitraizmin Araf öğretisinde de aspersoriumun kullanılması ve haç çıkarma âdeti bulunmaktadır [259], s.70. Aleni ayinlerin biçimleri tümüyle uyuşuyor, litürjinin halkın bilmediği ölen bir dilde uygulanması, mayasız ekmeğin kullanılması, ayin cüppesinin, geniş kayışın ve piskopos başlığının takılması vs. Bunlar, ünlü bilgin J. Robertson’un araştırmalarının sonuçlarıdır [1371], [259], s.70-71. Robertson şunu yazmıştır: “Doğu kurtarıcı tanrıları, İsa Mesih’in öz kardeşleridir” [1371], [544], cilt 4, s.695.

N.A. Koun şunu ilave ediyor: <<Mitra kültünün kutsal manastır yemeği Hristiyan aşai rabbani ayini ile tümüyle uyuşuyor... Hristiyanlar gibi Mitraistler de Pazar gününü tatil günü sayıyordu ve Hristiyanlar Noel’i 25 Aralık tarihinde kutladığı gibi Mitra’ya tapanlar da 25 Aralık tarihinde “Yenilmez”in doğumu”nu kutluyorlardı>> [454], [544], cilt 4, s.701-703. Mitraistlerin Son Akşam Yemeği görüntülü anıtları günümüze ulaşmıştır. Bu “eski” görüntülerde ayin ekmekleri Hristiyan haçları ile işaretlidir [259], s.3. Roma’daki meşhur “kürsü” veya Petrus Koltuğu da Mitraistik kültüne aitmiş.

Sonuç şudur: “Antik” Mitra kültü ve Orta Çağ Mesih kültü hemen hemen farksızdır, ikisinin arasındaki güya birkaç asırlık fark yalnızca Skaliger kronolojisi tarafından beyan edilmektedir.

“Mitra’nın Avrupa’dan Asya’ya değil tersine geldiği düşüncesi, kültünün pek çok izini Mitra tanrısının en önemlilerinden biri olan VEDALARDA bulmamıza dayalıdır” [544], cilt 4, s.704. Bu arada çok geç bulunan meşhur Vedaların bize bugün söylendiği gibi hiç de sınırsız şekilde eski değil, geç Orta Çağ’a ait olması bundan kaynaklanıyor. Mitraizm, Zerdüşt öğretisi içinde de bulunmaktadır. Bugün güya M.Ö. VIII. yüzyılda yaşamış olan Zerdüşt’ün dininin “antik” Acem’de Büyük İskender onu fethedene kadar egemen olduğu kabul ediliyor. Sonra güya 600 sene (!) kaybolduktan sonra güya M.S. IV. yüzyılda Sasaniler zamanında tekrar doğmuştur [544], cilt 4, s.715-716. Bu durumdan Zerdüşt öğretisinin kökeninin de Orta Çağ’a, en erken M.S. XII. yüzyıla ait olduğu sonucu çıkıyor.

J. Frazer “antik” Attis hakkında şunu açıklıyor: “Attis... Adonis Suriye için neydi ise, Frigya için de aynısı idi... BU İKİ TANRININ EFSANESİ VE KÜLTLERİ BİRBİRİNE O KADAR BENZİYORDU Kİ, ESKİLER BAZEN ONLARI TÜMÜYLE ÖZDEŞLEŞTİRİYORDU” [917], s.19.

“Eski” Yunan dini Mesih’i kendisine özgü bütün sıfatlarla iyi biliyor. Ayrıca dinler tarihçilerinin kaydettiğine göre, “Antik Yunanistan ölüp dirilmekte olan Kurtarıcı’yı Dionisius ve Bacchus suretiyle biliyordu” [743], s.41.

6.3. “Eski” Mısır’ın Anıtlarında İsa Mesih

“Eski” Mısır klasik “haçlar ülkesi” sayılıyor. Aynı Hristiyan haçları “eski” Hindistan, Mezopotamya ve Acem’de de vardır. Daha evvel kaydettiğimiz gibi, resimlerde ve barelyeflerde betimlenen birçok “eski” Mısır tanrısı ellerinde delikli ya da ilmikli haç olan Orta Çağ Mesih anagramını tutuyor [259]. Mesela, tanrılar Re-Horatkhy, res.1.70, tanrı Sokar, res.1.71, ruh Kha, res.1.71a, tanrısal arslanlar Şu ve Tefnut, res.1.72. Bu arada çağdaş ejiptologların eski görüntüleri yayınlarken “güzelleştirmek” üzere bazen pek keyfî şekilde renklendirdiği bellidir. Örnek olarak, bu durum res.1.70’i ve res.1.72a’yı kıyaslarken iyi gözüküyor. Res.1.72a’da orijinalin renkli fotoğrafı, res.1.70a’da ise onun ejiptologlar tarafından güzelce renklendirilen görüntüsü var. Bu durumda orijinali görüp “güzel resmi” ile karşılaştırabildik. [1458:1] yayınında diğer kopyalar için orijinalleri sunulmamıştır. Her zaman güzelleştirilmiş kopyalar değil, orijinaller yayımlansaydı çok daha iyi olurdu.

Res.1.73’te, yatan “eski” Mısır tanrısı Osiris’in delikli Hristiyan haçlarla çevrili görüntüsü sunulmaktadır. Firavunun çok etkileyici “eski” Mısır heykeli hayli şaşırtıcıdır, res.1.74 (sağdaki heykel). Tahtının arkalığına büyük Ortodoks Hristiyan haçı oyulmuştur, res.1.75. Bu “eski” heykel New York Metropolitan Müzesi’nde sergilenmektedir.

N.V. Rumyantsev Hristiyan haçının 32 farklı versiyonunu içeren tabloyu hazırlamıştır. Bunlar ayrıca bütün “antik” Akdeniz bölgesinde yayılmıştır ve tarihlenmesi Milat’ın başlangıcından güya çok önceki devirlere hamlediliyor. Bütün bu sembollerin açıkça görünen birliği o kadar şaşırtıcıdır ki, geniş fiilî malzemeler üzerinde doğrulanan bu gerçek, bütün bu “antik” kültlerin Skaliger tarihlenmelerinin doğruluğundan şüphelenmek için yeterlidir.

Anlaşılacağı gibi, “takipçilerinin Katolik ve kısmen de Ortodoks ayinlerini şaşılacak kadar andıran sabah, öğle ve akşam ayinlerinden ötürü, Mısır tanrıçası İsis’in karışık kültü Hristiyan Orta Çağ kültü ile hemen hemen uyuşuyor” [259], с.71. İsis-Osiris-Serapis kültünü çok derin geçmişe indiren Skaliger kronolojisinden şüphelenmeyen N.V. Rumyantsev şunu bildirmek zorunda kalmıştır: “MISIR İBADETİNİN DUALARININ HRİSTİYAN DUALARINA PARALELLİĞİ RASTLANTISAL OLAMAYACAK KADAR BÜYÜK VE ŞAŞIRTICIDIR” [259], s.72.

Popüler “eski” Mısır tanrısı OSİRİS isminin olasılıkla ESU-REX’ten, yani İSA-KRAL’dan kaynaklandığına dikkat çekelim. N.V. Rumyantsev İncil olaylarından bahsettiği belli olan “eski” Mısır resimlerinden birini şöyle yorumluyor: “Bu, Osiris’in tabutun içinde üç gün kaldıktan sonra dirilişidir. Osiris diriliş anında, tabuttan çıkışı anında betimlenmiştir... Yanında karısı ve kızkardeşi ... İsis duruyor” [743], s.10. Bir diğer Mısır tanrısı Osiris’e haç getiriyor. <<Ölümünden üç gün sonra... Osiris’in dirilişi gerçekleşiyor... bu bayram “Osiris’in direğinin dikilmesi” ile tamamlanıyor. Özel bir tertibat vasıtasıyla... direk yükseltilip dikiliyordu>>[743], s.10-11. Bu “antik Osiris’in direğe bağlanması” olasılıkla Mesih’in çarmıha gerilişinin ya da direğe bağlanmasının yansımasıdır. Bunu aşağıda detaylı olarak anlatacağız.

Dirilmekte olan Osiris’in yanında bir kadın duruyor. Tam da Hristiyan görüntülerindeki gibi. Mesih’in tabutunun yanında genellikle Meryem Ana’yı ve bir başka Meryem’i (mür getiren kadınlar) tasvir etmişlerdi. Bir başka tanrı Osiris’e haç getiriyor.

İşte firavun-kral Amenofis’in doğumunun farklı anlarını betimleyen beş “eski” Mısır barelyefi [576], [544], cilt 6. Bu, güya M.Ö. 1600 senesinde, yani Mesih’in doğumundan binbeş yüz sene önce gerçekleşiyor, res.1.76, res.1.77, res.1.78. N.V. Rumyantsev şöyle yazmıştır: <<Birinci resimde TANRISAL HABERCİ, Kraliçe BAKİRE Met-em-ve’nin (Meryem mi acaba?) karşısında durup BİR OĞUL DOĞURACAĞINI müjdeliyor (res.1.76 - A.F.).

İkincisinde babasının kim olacağını anlatıyor: Sözü edilen bakire ve BAŞ GÜNEŞ TANRISI AMMON birbirlerini aşkla kucaklıyorlar.

Üçüncü resim öncekinin anlamını detaylandırıyor ve tanrısal meniden günahsız şekilde gebe kalmayı anlatıyor. Bu fikir imgesel olarak Met-em-ve’nin (Meryem mi acaba?) BURNUNA (“Kutsal Ruh” mu? – A.F.) hayat simgesi olan HAÇIN KALDIRILMASI ve karnının yuvarlaklığı ile ifade edilmiştir (res.1.77 – A.F.)... Böylece, rahipler tapınağın duvarlarının üzerine Tanrı-insanın biyografisinin ilk sayfalarını yazmışlardı>> [743], s.130.

Parlak dinler araştırmacısı J. Robertson Hristiyan ve İncil konularını tasvir eden “Eski” Mısır barelyeflerinin şaşırtıcı ve tek olmaktan uzak dizisini yorumlarken şunu yazmıştır:

“Kralların doğumu ile ilgili Mısır mitinde bulduğumuz en net analoji (benzerlik) Hristiyan Beşaret-i Meryem ile olan analojidir”, [743]’ten alınmıştır, s.130.

Yukarıda beş barelyeften sadece üçünü anlattık. Peki diğerlerinde neler tasvir edilmiştir? “Onun [Kral Amenofis’in] doğumunun farklı anlarını betimleyen beş resimden üçü Beşaret-i Meryem, aşk birleşmesi... ve birleşmenin sonucu Günahsız Gebe Kalma’yı göstermiştir...

Dördüncü resimde haşmetli Tanrı-insanın gerçek doğum sahnesi gösterilmektedir ve nihayet, beşinci görüntü yeni doğan bebeğe saygı gösterilmesini tasvir ediyor (İncillere göre olması gerektiği gibi, res.1.78. – A.F.). Diz çöken üç insan figürü (yani üç İncil müneccimi ve olasılıkla onlara eşlik eden ve kendisi de diz çöken kral, bkz. “Kutsal Kitap Rusu”, bölüm 3 – A.F.) çocuğu selamlayarak ona (bebek Mesih’e mi acaba? – A.F.) hediyeler sunuyorlar, yanlarındaki tanrılar da aynısını yapıyorlar... Bu beş görüntü için başka herhangi bir açıklamanın fazla olacağını sanırız”, diyen N.V. Rumyantsev sözlerini bu şekilde tamamlıyor [743], s.149.

İncil’deki Kutsal Ruh, Bakire Meryem ve Günahsız Gebe Kalma konusuna “eski” Mısır görüntülerinde haçın burna kaldırılması biçiminde defalarca rastlanıyor. Olasılıkla, “antik” yontucular ve ressamlar Kutsal Ruh’u kolaylık sağlamak amacıyla tanrısal başlangıcın (ruhun) burundan içeri alınması olarak tasvir etmiştir (ruh – nefes - koku). Bazı örnekler için res.1.78a ve res.1.78b’e bakınız.

Tarihçiler şunu kaydediyorlar: “O en çok (yani İncil’deki Beşaret-i Meryem ve Günahsız Gebe Kalma konusu – A.F.) ana hatlarıyla Yahudi Samsonu, ... Babil-Finike, ... Tammuz-Adonisi ve Hint Buddhası gibi Eski Çağ’a dair mit kurtarıcılarının hayatlarından sahneler ile uyuşuyor” [743], s.132.

Ya da işte “Mısır meshetmesi veya firavunun Kral Horus... ve Thoth tarafından vaftiz edilmesi... Onlar burada haç cereyanları biçiminde kutsal suyu krala döküyorlar... Haç ise kralın kendi ellerindedir” [743], s.198. Benzer bir “eski” Mısır görüntüsünü res.1.79’da gösteriyoruz.

Res.1.80’de Hristiyan haçlarının Orta Çağ Kopt görüntülerini sunuyoruz. Koptların Mısır Orta Çağ Hristiyanları olduğunu hatırlatalım. Delikli Orta Çağ Kopt haçlarının delikli “eski” Mısır haçları ile hemen hemen özdeş olduğu apaçık ortadadır.

Res.1.81’de bugün İtalyan Roması’nda, Minerva meydanında bulunan Mısır dikilitaşı gösterilmektedir. Zirvesinde Hristiyan haçını görüyoruz. Bugün tarihçiler bizi güya bu haçın “sonradan kondu”ğuna inandırıyorlar. Bundan şüphelenelim. Büyük ihtimalle “eski” Mısır dikilitaşları dâhil olmak üzere dikilitaşlar, üzerine Haç - Mesih sembolü ya da herhangi başka bir Mesih sembolü takılacak yüksek kaide olarak yaratılıyordu. Dolayısıyla, olasılıkla bunlar XIV-XVI. yüzyıllarda yaratılıyordu, bkz. KKH.

Benzer dikilitaş Roma’daki Aziz Petrus meydanında da bulunuyor. Bkz. res.1.82. Res.1.83’te aynı Vatikan dikilitaşını gösteren eski bir gravür sunulmaktadır. Burada da zirvesinde Hristiyan haçını görüyoruz, res. 1.84. Ve bugün 1585 senesine hamledilen bir başka eski gravürde, res.1.85, güya aynı Vatikan dikilitaşını, ama başka bir biçimde ve açıkça başka bir ortamda görüyoruz. Bu dikilitaşın Aziz Petrus Bazilikası’nın yanında gösterildiği kabul edilmesine rağmen [1374], s.121. Üstelik bu Mısır Vatikan dikilitaşının zirvesinde olasılıkla güneşi tasvir eden büyük bir küre yükseliyor, res.1.85. Bu da iyi bilinen Hristiyan sembolüdür, çünkü Mesih Güneş olarak adlandırılıyordu.

Hristiyan haçlarının ya da Hristiyan küre-güneşlerinin bazı “eski” Mısır dikilitaşlarının üzerinden XVII-XVIII. yüzyıllarda, Reform hareketinin karışık döneminde, dikilitaşların “çok derin geçmişe”, güya Mesih’tek çok daha erken devirlere indirilmesinin daha kolay olması için kaldırılmış olması olanak dışı değildir.

Sonra, bugün güya M.S. II. yüzyıla hamledilen “antik” Roma Pantheonu’nun önünde buraya XVIII. yüzyılda yerleştirilen bir dikilitaş yükseliyor, res.1.86. Ancak üslup açısından bunun, diğer Roma meydanlarında ve Afrika Mısırı’nda duran “eski” Mısır dikilitaşlarından pek farkı yoktur. O halde, büyük ihtimalle bütün bunlar XV-XVIII. yüzyılların aynı dönemine ve aynı geleneğine aitir.

Res.1.87’de boydan boya hiyeroglifler ile kaplı “eski” Mısır dikilitaşının güya 1650 senesine ait eski görüntüsü var. Merkezde, üstünde horoz ya da güvercin görüntüsü olan Pamphilius dikilitaşı gösterilmektedir, bkz.res.1.88. Her halükârda bu, iyi bilinen Hristiyan sembolüdür. Bugün de Batı Avrupa’daki birçok HRİSTİYAN kilisesinin zirvesinde horoz biçimli aynı “eski” Mısır sembolünü görmek mümkündür. “Kutsal Kitap Rusu” kitabında, horozun XIV-XVI. yüzyıllar arasında Osmanlı=Ataman yarımayını simgelediğini açıklıyoruz. Bu arada, çağdaş yorumcular bize bu görüntünün alındığı XVII. yüzyıla ait kitabın yazarı Kircher’in dikilitaşın hiyerogliflerini “fantastik bir şekilde” yorumladığını söylüyorlar [1374], s.123. Çağdaş tarihçilerin Kiercher’in çevirisinde tam olarak neleri beğenmediklerini araştırmak ilginç olabilirdi. Henüz bu sorunu araştırma fırsatını bulamadık.

Res.1.89’da “eski” Mısır dikilitaşını fil üstünde tasvir eden, güya 1499 senesine ait eski bir gravür gösterilmektedir. Yine dikilitaşın zirvesinde İsa Mesih’i temsil eden Hristiyan sembolü küreyi-Güneşi görüyoruz. Francesco Colonna’nın bu görüntünün alındığı kitabının çağdaş tarihçilerin sinirini hayli bozduğunu söylemek yerindedir. Örnek olarak tarihçiler “eski” Mısır dikilitaşının bu görüntüsü hakkında şunu yazıyorlar: “Bu romantik pseudo-Mısır imajı ONALTINCI YÜZYILDA YAYGINDI. Onun (görüntünün – A.F.) alındığı kitap – Hypnerotomachia– İtalyanca, Latince, belirsiz İbranice’den oluşan tuhaf bir dil karışımı ve muhayyel hiegroglifler ile yazılmış fantastik ve romantik bir metindir. Ancak resimler hayli hünerli yapılmıştır. Sert üslup, birçok okuyucuya otantik şekilde klasik geliyordu” [1374], s.119.

Kısaca, bize inandırılan şudur ki, bu kitap sert bir üslupla yazıldığı halde, sanki çağdaş tarihçiler “gerçek” Mısır antikalarının ne ve nasıl olduğunu onun Orta Çağ yazarından daha iyi biliyorlarmış. Francesco Colonna’ya hoşgörü ile bakalım ve her ihtimale karşı onun kitabını bilimsel kullanımdan alalım; onu gülünç bir olay ilan edelim, diyorlar.

6.4. Dinler Tarihçilerinin “Antik” Ve Orta Çağ Kültlerinin Ortaklığı Hakkında Kaydettikleri

“Antik” tanrı Dionisius hakkındaki “Eski” Yunan efsaneleri, res.1.90, bu tanrının yarattığı, suyun şaraba dönüştürülmesi mucizesinden sürekli söz etmektedir [743], s.198. Dinler tarihçilerinin çoktan kaydettiğine göre, bu konu Celile Kanası’nda yer alan meşhur “suyun şaraba dönüştürülmesi” mucizesinin tam analoğudur, res.1.91, res.1.91a ve res.1.92. Bu arada, bu mucize yoksa Galya’daki Kana’da (=Cannes), yani Fransa’da mı gerçekleşiyor? Fransa’da meşhur Cannes şehri (ya da Canas) bulunmaktadır. Ya da “Han Galiçyalı”, yani Galiç Hanı mı? Saintyves şunları yazmıştır: “Bundan sonra Celile Kanası’nda yer alan düğün mucizesinin nereden başladığını kim görmeyecek olur ki... Dionis kültünden başlayıp Hristiyan kültü ile tamamlanarak, suyun her yıl 9 Aralık tarihinde şaraba dönüşmediği olmamıştır”. Alıntı [743]’ten alınmıştır, s.259. “Antik” Dionisius’un Mesih’in yansıması olması hakkında “Slavların Çarı” kitabına bakınız.

Birçok bilimsel araştırma “eski” Buda efsaneleri ile Mesih efsaneleri arasındaki paralelliklere adanmıştır. Buda’nın “biyografisi” harikulade gebe kalma, doğum anındaki kaydadeğer olaylar, Hazreti Meryem yortusu vs. gibi yalnız temel İncil konularını değil, daha küçük detayları da içermektedir. Vaftiz, çölde günaha sokma vb. gibi. Bu tarz paralelliklerin listeleri A. Drews, J. Fraser, Saintyves, N.V. Rumyantsev’in vs. yapıtlarında sunulmaktadır.

N.V. Rumyantsev araştırmasını özetleyerek şöyle yazmıştır: “Gözlerimizin önünden ıstırap çeken, ölüp dirilen bir sürü Eski Dünya tanrısı geçmiştir, onların mitlerini gördük, onlara adanmış bayramları, törenleri vs. öğrendik. Farklı isimleri, değişik efsaneleri, farklı vatanları ya da faaliyet alanları olmasına rağmen, TEMELİNDE TEK, ORTAK BİR ŞEYİN VAR OLDUĞU hissedilir. Eski Çağlılar bunu fark etmişlerdir...

Gerçekte ise, sözde Noel’den önceki ve sonraki son asırlara bakarsak çok ilginç bir tabloyla karşılaşırız. Bütün kaydettiğimiz tanrılar, bütün varlıkları ile, birbiri ile sımsıkı, bazen de fark edilmeyecek kadar iç içe geçmiştir. Osiris, Tammuz, Attis, Dionisius vs. bir tek, ortak, iç içe geçen bir imaj oluşturup bir sinkretik (karışık) tanrıya dönüşmüştür ve O HEMEN HEMEN RAKİPSİZ OLARAK ROMA MEMLEKETİNİN GENİŞ TOPRAKLARI ÜZERİNDE HÂKİMİYET GÖSTERMİŞTİR... TANRILAR, KARMAŞIK AMA ASLINDA TEK BİR KURTARICIYA DÖNÜŞMÜŞTÜR. Böyle sıkı bir birleşme özellikle Roma İmparatorluğu döneminde, özellikle Roma şehrinin içinde oluşmuştur” [743], s.44-45.

Son olarak bir başka enteresan konuyu daha konuşalım. N.A. Morozov İncillerin şu parçalarına dikkat çekmiştir: <<Bizim çevirilerimizde “İsa’nın çarmıha gerilişi”nden bahsediliyor. Çevirilerimizde diye özellikle söylüyorum, çünkü bütün İncillerin yazılmış olduğu Yunanca metne bakınca bambaşka bir şey ortaya çıkarmıştım. HAÇ yerine her yerde STAVROS yazılıyor, ÇARMIHA GERİLİŞ yerine ise STAVROO fiili geçiyor. Ama STAVROS hiç de HAÇ değil, KAZIK ya da SIRIK anlamına geliyor>> [544], cilt 1, s.84.

N.A. Morozov bu nedenle çarmıha gerilişin yerine direğe bağlayıştan bahsetmeyi öneriyor. N.A. Morozov’a göre, Yunanca DİREK kelimesinin (stavros’un) anlamının değişmesi <<İncillerin Yunan stavrosu yerine crux kelimesinin konduğu Latince çevirisinde yer aldı ve bu yer değişimi Yunanca STAVROS’un orijinal anlamını haça çevirdi. Oysa Slavca çeviride İsa’nın “DİREĞE YÜKSELTİLDİĞİ” daha doğru anlatılıyor… Anlatımımı yaparken bu zor durumdan nasıl bir çıkış bulabileceğimi düşünerek bizim kilise-Slav metnini göz önünde bulundurarak Yunan kelimesi STAVROS’u DİREK kelimesi olarak, STAVROO fiilini ise DİREĞE BAŞLAYIŞ olarak çevirmeye karar verdim, çünkü burada tasvir edilen idamın detayları açıklanmıyor>> [544], cilt 1, s.85.

Res.1.93’te “Büyük Fransız Vakayinamesi”nden, “Krallar Hildebert ve Hlothar’ın [Lothar] Saragossa Şehrini Kuşatması ve Roma Prensi Belisar’ın (Belisarius – A.F.) Franklar Tarafından Taşlanarak Öldürülmesi” ismini taşıyan eski bir gravür sunuyoruz [1485], s.156. Gravürde Belisarıus’un (Büyük Kralın mı?) idamı gösterilmektedir. Direğe bağlanıp taşlanarak öldürülmüştü, res.1.94.

Ve şimdi güya “eski” Yunan mitlerine bakalım. “Eski” Yunan mitolojisinin merkezî kişilerinden biri Herakles’dir. A. Drew’in kaydettiğine göre, “direkleri taşıyan Herakles çok beğenilen bir sembol olarak kullanılıyordu… Üstelik BU DİREKLERİN MİSTİK ANLAMI MESİH’İN HAÇININ ANLAMININ AYNISIYDI. Bunun dışında, direklerin ağırlığının altında beli bükülmüş Tanrı’ya da Yeni Ahit’te Kurtarıcı suretiyle rastlıyoruz” [259], s.49. Böylelikle haç biçimindeki direkleri taşıyan “antik” Herakles’in tasvirleri, olasılıkla, haçını taşıyan ve yükü altında beli bükülen Mesih’in görüntüleridir. Örneğin Tintoretto’nun güya XVI. yüzyıla ait, res. 1.95, ya da Marco Palmezano’nun güya XVI. yüzyıla ait Orta Çağ tablolarına, res.1.96, bakınız.

A. Drews şöyle devam ediyor: “Hristiyanlıktaki iki direkli haç, Sur ya da Libya Heraklesi, Şamaşı ya da Simonu’nun kültündeki gibi yeni hayatın ve tanrısal tabiatın sembolüdür… Bir antik resimde iki direği taşıyan Herakles öyle betimlenmiştir ki, bu iki direk (eğri) haç figürünü oluşturuyor” [259], с.49.

Haç taşıyan “antik” Herakles Skaliger tarihinde Mesih’in bir başka hayalet yansıması olarak bulunmaktadır. Biz, haç taşırken, hem de Yeruşalem’de taşırken betimlenmiş “Orta Çağ imparatoru HERAKLİUS”u kastediyoruz. Herakles ve Heraklius isimlerinin hemen hemen özdeş olduğunu kaydedelim. Bununla ilgili olarak Mesih’in bazen Hor ya da Horus olarak adlandırıldığını ve bundan “eski” Mısır Horu’nun kaynaklandığını belirtelim, bkz. “Kutsal Kitap Rusu”, bölüm 3. Res.1.97’de Michael Wolgemut’un güya 1485-1490 seneleri arasında yaratmış olduğu tablosu gösterilmektedir. Çağdaş yorum şöyledir: “Kral Heraklius Yeruşalem’de. Burada, kıyafetli, bir at üstünde, şehir kapılarına yaklaşan imparatorun … ve ÇIPLAK AYAKLI, HAÇ TAŞIYAN KRALIN eşanlı temsilini görüyoruz” [1425], s.8. Res.1.98’deki büyütülmüş parçasına bakınız. Çıplak ayaklı haç taşıyan Kral Heraklius res.1.99’da gösterilen eski görüntüde de betimlenmiştir.

Köln Katedrali’nde gösterilen Mesih’in çarmıha gerilişi “Gero Çarmıha Gerilişi” olarak da adlandırılıyor, bkz. “Kutsal Kitap Rusu”, bölüm 3. İstanbul’un dışındaki Beykoz tepesindeki “İsa’nın Mezarı” aynı zamanda Herakles’in Mezarı ya da Yatağı olarak adlandırılıyor [240], s.76-77. Ayrıca bkz. “Kutsal Kitap Rusu”.

Büyük ihtimalle Orta Çağ kralı Heraklius gibi “antik” Herakles de M.S. XII. yüzyıla ait Mesih = Hor’un hayalet yansımalarıdır. Kayda değer olan şudur ki, Kral Heraklius, sunduğumuz iki resimde de T biçimli haçı taşıyor. Olasılıkla bu, Hristiyan haçının eski biçimi idi.

Res.1.100’de Palmyra’dan güya M.Ö. 150 senesi ile tarihlenen “antik” heykel, sözde “Palmyra Tanrıları Üçlüsü” gösterilmektedir [1237]. Ancak burada belli bir şekilde Hristiyan azizlerini görüyoruz. Bunlardan ikisinin başı Hristiyan nur halesi ile çevrilidir. Bunun dışında soldaki azizin başının arkasında Osmanlı yarımayı tasvir edilmiştir. Her azizin sağ kolunun kırılmış olduğuna dikkat ediniz. Bunun dışında, görüntülerin diğer kısımları pek iyi korunmuştur. Her birinin sağ kolları Hrıstiyan hayır duası için kaldırılmış olması yüzünden kırılmış olmasın sakın? Bir Skaliger tarihi taraftarının “antikçağ”dan Orta Çağ’ın belirgin izini kaldırmak amacıyla alışılmış Hristiyan el işaretiyle katlanan parmaklarını mahsus kırmış olması olanak dışı değildir.

Sıralanan olgular hem Hristiyanlığın hem de “antik” simgeciliğin M.S. XII-XIII. yüzyıllara ait ortak kökenine işaret etmektedir.

Res.1.101’de İran’da keşfedilen, güya M.Ö. XIII-XII. yüzyıllar ile tarihlenen bir arkeolojik buluntu gösterilmektedir. Bugün Louvre Müzesi’nde bulunmaktadır. Bunun “bir masal canavarı”nın “eski” görüntüsü olduğu düşünülmektedir. Ama bu görüntüye önyargısız, Skaliger kronolojisinin zincirlerinden bağımsız bir bakış burada aniden iki kafalı bir kartal buluyor. Bu, Orta Çağ’ın meşhur imparatorluk sembolüdür.

6.5. Musa, Harun Ve Kız Kardeşi Meryem Ana Kuran-ı Kerim’in Sayfalarında

“Skaliger tarih ders kitabının” dört daha kısa “vakayiname”nin toplamının temsilinden Müslümanlık’taki Hicret Dönemi’nin bugün M.S. 622 senesine hamledilen başlangıcı için de birkaç seçenek doğuyor. Üstelik bütün bu seçenekler Skaliger versiyonuna göre daha geçtir. Hristiyanlığın kronolojisi gibi, Müslümanlığın kronolojisinin de birçok tuhaflık içerdiğini gösteren çok sayıda veri birikmiştir. Bir örnek verelim. Ayrıca “Peygamber-Fatih” kitabımıza bakınız.

Kuran-ı Kerim’de kaydedilen kronoloji bazen Kutsal Kitap’ın Skaliger kronolojisi ile kökten çelişiyor. Kuran-ı Kerim, Aaron’un (Arya’nın mı?) İncil İsası’nın DAYISI olduğu konusunda ısrar ediyor! İsa’nın annesi Meryem’i Musa’nın ve Harun’un (Aron’un) kızkardeşi ilan ediyor. Böylelikle, Kuran-ı Kerim’e göre, Eski Ahit’teki Musa ve Harun İSA MESİH’E DOLAYSIZCA ÖNGELEN kuşağın kişileri çıkıyor. Bu durum, elbette, Skaliger kronolojisinden yüzyıllarca ayrılıyor. Fakat bizim kısa kronolojimiz ile pek iyi uyuşuyor. Örnek olarak Kuran-ı Kerim’in 19. suresine bakalım [427], s.239. Kuran-ı Kerim yorumcusu İ.B. Kraçkovskiy şunu yazmaktadır: “İçinde Meryem ve İsa gibi Yeni Ahit kişilerinin anıldığı çok eski bir suredir” [427], s.560. 19. Surede Meryem’in oğlu İsa’nın doğumundan bahsediliyor. Sure şunu anlatıyor: “Ey Meryem! Çok çirkin bir şey yaptın! Ey, Harun’un (Aaron’un – A.F.) kızkardeşi” [427], 19. sure, 28(27); 29(28), s.240-241. Bu parçaya yapılan yorum şudur: “MUSA VE AARON’UN KIZKARDEŞİ, İSA’NIN ANNESİDİR” 427], s.561, No.17.

6.6. İncilci Markos Olasılıkla M.S. XII. Yüzyılda Yaşamıştır. Venedik’teki San Marco Katedrali’nin Tarihi

Venedik’teki muazzam San Marco Katedrali şehrin süsü ve İtalya’nın en popüler Orta Çağ yapılarından biridir, res.1.101a ve res.1.101b. Bu katedralin tarihi, yeni kısa kronolojinin ışığı altında son derece enteresandır. Öncelikle Az. Markos katedralinin tarihini "Basilica of San Marco" [1265] ve "Venice" [1467] kitapları uyarınca hatırlatalım. [1265] kitabı şunu bildirmektedir.

“San Marco Bazilikası Venediklilerin tapınma mekanı ve tarihsel birliğinin sembolüdür. Bu yapı, hiç şüphesiz, uzak yerlerden gelen ziyaretçileri özgün güzelliği ve Doğu görkemi ile çeken VENEDİK’İN ANA SEMBOLÜDÜR.

San Marco kilisesi, XVIII. yüzyılın sonuna kadar bir dük şapeliydi ve bu sebeple yüzyıllar boyunca Venedik Cumhuriyeti’nin sivil ve dinî tarihini özümsemiştir. Kilise, S. Pietro di Castello Katedrali’nin yerine şehir katedrali hâline dönüştüğü 1807 senesinden itibaren yalnız Venediklilerin değil, dünyanın dört bir yanından gelenlerin tapınma yeri haline gelmiştir. Piskoposu ANTİK PATRİK UNVANINI TAŞIMAKTADIR.

San Marco kilisesi İLK KEZ … Az. Markos’un terzilden kurtarılan cesedinin Venedikliler tarafından gemi ile İskenderiye’den götürüldüğü M.S. 828 senesinden sonra kurulmuştur" [1265], s.7.

Tarihi şöyledir: Bugünlerde İncilci Markos’un dört kanonik İncilciden ilki olduğu düşünülmektedir [765]. Onun İncilinin – Markos İncili – en eski ve güya M.S. yaklaşık 50 senesinde havari Petrus’un ya da Hristiyan cemaatinin talebi üzerine yazılmış olduğu kabul edilir. Daha sonra Markos Mısır İskenderiyesi’ne dönmüştür ve orada 25 Nisan güya M.S. 68 tarihinde vefat etmiştir [1265], s.26.

Daha sonra Markos hakkındaki veriler YÜZYILLAR BOYUNCA tümüyle kayboluyor. Markos’un ismi yalnız M.S. IX. yüzyılda, yani sekiz yüz sene sonra hiçlikten beklenmedik şekilde tekrar ortaya çıkıyor. Cesedi, Mısır İskenderiyesi’nden İtalyan Venediği’ne güya gizlice naklediliyor, res.1.102. Kanonik efsane şudur [1265]: İki Venedikli tüccar rastlantı eseri İskenderiye’de Az. Markos’a adanmış ve onun kalıntılarının saklandığı bir Hristiyan kilisesini ziyaret etmiştir. Kilisenin rahibi ve başrahibi tüccarlara kilisenin, bütün kiliseleri camilere dönüştürmek isteyen Müslümanlar tarafından sürekli terzil edildiğinden şikâyet etmiştir. O zaman Venedik tüccarları Az. Markos’un kalıntılarını çıkarıp, res.1.102a, sebze ve domuz eti ile dolu sepete saklayarak GİZLİCE İskenderiye’den götürmüştür. İnanılmaz tehlikelerle dolu deniz yolculuğundan sonra Az. Markos’un cesedi Venedik’e ulaştırılır ulaştırılmaz, Az. Markos’un türbesi olarak bir kilisenin inşaatı başlamıştır. Bu kaçırmanın bütün oluntuları Venedik katedralinin duvarlarındaki mozaiklerde resimlendirilmiştir.

Böylelikle, İLK San Marco Kilisesi güya 828 senesinden sonra özellikle İskenderiye’den “harikulade şekilde kurtarılan” cesedi gömmek için kurulmuştur. Ama maalesef, ilk Venedik San Marco Kilisesi’nden hiçbir iz kalmamıştır. Tarihçiler şunu yazıyorlar: “Bu ilkel kilisenin biçimi ile ilgili az sayıdaki arkeolojik buluntulara dayalı birçok hayli farklı varsayım bulunmaktadır” [1265], s.7.

Güya 976 senesinde San Marco Bazilikası yanmıştır. Fakat “hemen yeniden inşa edilmiştir” [1265], s.7. Sonuçta Venedik’te güya X. yüzyılın sonunda İKİNCİ San Marco Bazilikası oluşmuştur. O DA YIKILMIŞTIR [1265].

Sonra, güya 1063 senesi civarında Doj Domenico Contarini ikinci bazilikanın yerinde boyut açısından çok daha büyük, yeni San Marco Kilisesi’ni inşa etmeye başlamıştır. Bu ÜÇÜNCÜ bazilikanın Konstantinopolis’teki Havariyyun Kilisesi’ne tıpatıp benzer bir şekilde inşa edilmiş olduğu düşünülmektedir.

Bunun ardından esrarengiz tuhaflıklar ortaya çıkmaya başlıyor. Kendiniz hüküm veriniz. Biz harfi harfine alıntı yapıyoruz: “Az. Markos’un cesedinin TEKRAR BULUNMASI (! – A.F.) Venedik efsanesinin son oluntusudur. Üçüncü bazilika kurulurken, KUTSAL KALINTILAR O KADAR İYİ SAKLANMIŞTI (!? – A.F.) Kİ, birkaç sene sonra, dojun ölümünün ardından bu cenazenin nerede bulunabileceğini bilen kimse yoktu. En erken 1094 senesinde Doj Vitali Falier’in, patriğin ve bütün halkın birkaç gün boyunca yoğun şekilde dua etmesinin ardından kutsal nesne (yani Az. Markos’un cesedi – A.F.) MUCİZEVİ BİR ŞEKİLDE SÜTUNUN İÇİNDE ORTAYA ÇIKMIŞTIR (! –A.F.)” [1265], s.27. Bu harikulade olay da bugünkü San Marco Katedrali’nin mozaiklerinin birinde tasvir edilmiştir. Aşağıda, XVI. yüzyılda yaşayan ressam Tintoretto’nun yarattığı bu konuyu işleyen meşhur resmi sunuyoruz.

Böylelikle, ciddi bir tavırla bizi, güya XI. yüzyılın sonunda yaşayan Venediklilerin, muazzam San Marco Katedrali’ni ASLINDA KATEDRALİN KURULMA NEDENİ OLAN KUTSAL NESNENİN NEREDE BULUNDUĞUNDAN HİÇ HABERLERİ BİLE OLMADAN inşa ettiğine inandırmaya çalışmaktadırlar. HEM DE İNCİLCİ MARKOS’UN CESEDİ BURADA, TAM DA ŞANTİYEDE BULUNDUĞU HALDE!

Demek ki, katedral kurulduktan sonra birdenbire farkedip kutsal nesneyi aramaya karar vermişler. Uzun zaman boyunca ve başarıya ulaşamadan aramışlar. Ancak doj, patrik ve bütün halk dua etmeye başlayınca İncilci’nin kalıntısı, taş sütunun içinde (?) mucizevi bir şekilde gözükmüş. Bunu özenle çıkarıp (bu ne demek, sütunu parçalara mı ayırmışlar?) sunağın yanına gömmüşler.

Burada Az. Markos’un cesedi bu zamana kadar yatmaktadır ve katedraldeki tapınma merkezidir. Kaydedilen olayların Skaliger kronolojisi res.1.103’te sunulmaktadır. XVI. yüzyılda yaşayan meşhur ressam Tintoretto’nun İncilci Markos’un gömülme tarihçesini bambaşka görmüş olması enteresandır. Res.1.104’te bu konuya ilişkin meşhur tablosu gösterilmektedir. Az. Markos’un eski kurumuş kalıntı biçiminde değil, gömülmek üzere olan YENİ ÖLMÜŞ ADAM olarak betimlenmiş olduğuna dikkat ediniz. Tintoretto’nun tablosunun sol köşesine bakınız. Bu nedenle onaltıncı yüzyılda, İncilci Markos’un YENİ ÖLMÜŞ VE GÖSTERİLEN YÜKSEK SAYGIYA LAYIK biri olarak, kendisi için güya XI. yüzyılda kurulmuş olan katedralde gömüldüğü kabul edilmektedir. Gördüğümüz kadarıyla, Tintoretto için, Markos’un kalıntısının önceki binlerce senelik seyahati gibi bir şey yoktu.

Olasılıkla, “Markos’un kalıntısının seyahati” ile ilgili tuhaf efsane XII. yüzyılın gerçek olaylarını anlamaya ve onları Skaliger kronolojisine uydurmaya çalışan sonraki tarihçilerin versiyonu olarak meydana çıkmıştır. Bizim fikrimiz aşağıdadır:

BİRİNCİ İNCİLCİ MARKOS M.S. XII. YÜZYILDA YAŞAMIŞTIR, BU YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA VEFAT ETMİŞTİR VE ÖZEL OLARAK ŞEREFİNE KURULMUŞ OLAN SAN MARCO BAZİLİKASI’NDA TEK BİR KERE GÖMÜLMÜŞTÜR. MARKOS’UN 1094 SENESİNDE (BÜYÜK İHTİMALLE İSE 1194 SENESİNDE) DOJUN, PATRİĞİN VE BÜTÜN HALKIN KATILIMIYLA YAPILAN BU GÖRKEMLİ CENAZE TÖRENİ TARİHÇİLER TARAFINDAN DAHA SONRA GÜYA “KALINTISININ TEKRAR BULUNMASI” OLARAK YORUMLANMIŞTIR. Çünkü Skaliger tarihi, Markos’un hayat zamanını M.S. I. yüzyıla indirmişti.

Kalıntısının esrarengiz kayboluşu ve sütunda ortaya çıkması hiç gerçekleşmemiştir. Bu efsaneler daha sonra, tarihçilerin hatalı Skaliger kronolojisini İncilci Markos’un faaliyet dönemi olarak XII-XIII. yüzyılları açıkça gösteren eski belgelerin ifadelerine uydurmaya çalıştığında ortaya çıkmıştır.

San Marco Bazilikası, bugünkü hâlini tümüyle, muhtemelen, XII. yüzyıldan epey geç bir dönemde almıştır. Bugün, olasılıkla, en erken XVI. yüzyılda kurulmuş olan bir katedral görüyoruz. Son olarak bazilikanın duvarlarında, Az. Markos’un kalıntısının güya fantastik talihini resimlendiren mozaik tabloları oluşturulmuştur. Herhalde Skaliger kronolojisi çerçevesinde dahi, üzerine güya Bizans’tan, Konstantinopolis’in hipodromundan getirilmiş atlı heykelin konduğu katedralin inşaatı XIII. yüzyılda bile devam ediyordu [1467], s.39.

Az. Markos’un gerçekte nerede yaşamış olduğunu söylemek henüz zordur. Belki, Skaliger tarihinin direndiği gibi İtalya’da değil, Anadolu’nun bir yerinde ya da Konstantinopolis’te yaşamıştır. Ama herhalde M.S. I. yüzyılda değil, XII. yüzyılda yaşamıştır.

Az. Markos’un Venedik’te belli bir zaman boyunca yaşamış olabileceği düşüncesi şu hüküm ile doğrulanıyor: “Yüzyıllarca şehrin tarihi Hristiyan geleneği uyarınca, İncilci Az. Markos’un imajını çağrıştıran kanatlı arslan sembolü ile özdeşleşmiştir. Venedik bayrakları, kiliseleri, köşkleri, gemileri ve fethedilen toprakları arslan sembolü ile donanıyordu” [1265], s.27.

Mamafih, İtalya’nın “Az. Markos’a sahip olma haklarını” Bizans’ın, Çar-Grad’ın olaylarının buraya (kâğıt üzerinde) kronolojik ve coğrafi olarak taşınması sonucu kazanmış olması olanak dışı değildir.

Bizim çıkardığımız sonuç, Mesih’in XII. yüzyılda yaşamış olduğu şeklindeki hipotezimizle iyi uyuşuyor. Olması gerektiği şekilde, aynı yüzyılda BİRİNCİ İNCİLCİ Markos da yaşamıştır. Dolayısıyla geriye kalan üç İncilci Luka, Matta ve Yuhanna da en erken XII. yüzyılda yaşamıştır, çünkü bunlar Skaliger tarihine göre, yapıtlarını MARKOS’TAN DAHA SONRA yazmışlar. Bunların gerçek mezarlarını bulmak çok enteresan olurdu.