Anatoliy T. Fomenko, Gleb V. Nosovskiy
UNUTULMUŞ YERUŞALEM
(Yeni Kronoloji’nin Işığında İstanbul)

A.İ. Lızlov’un “İskit Tarihi”nden alınmış Türk Sultanlarının Sarayının Tarifi” Ekiyle.oji.

BÖLÜM 1: İSTANBUL

7.  Kudüs’teki  Esrarengiz  “Davut’un  Sütununun  Ortasında  Çok  Sular”,  Yani Orta Çağ İstanbul’unun Devasa Yer Altı Su Rezervuarları

Meşhur eski Rus “Rahip Daniil’in Hac Yolculuğu” [73], s.25-115, “KUTSAL TOPRAĞA hac yolculuğunun Rus tasvirlerinden EN ESKİSİ” olarak kabul edilmektedir [73], s.627. “Bu yapıt sonraki bütün Rus hac yolcuları için XII. yüzyıla ait bir örnek idi” [73], s.627. Tarihçiler bu kaynağı XII. yüzyıl olarak tarihlemektedir.

“Hac yolculuğu”nda Yeruşalem tasvir edilirken “Davud’un sütununa dair” başlıklı bir bölüm  vardır.  Bu  bölümde  şunlar  söylenmektedir:  “HARİKA  BİR  SÜTUN  VARDIR... DÖRT  KÖŞELİ  OLARAK  YAPILMIŞTIR...  ONUN  ORTASINDA  SULAR  ÇOKTUR” [94], S.40. “Sütunun ortasında çok sular”ın kelimesi kelimesine kavranması elbette anlamsızdır. Ama İstanbul’da bu yana kadar bu tasvire ideal şekilde uyan eski bir yapıt vardır. Bu, (YEREBATAN SARNICI denilen) meşhur devasa YER ALTI SU REZERVUARIdır. “Bu, bütün yer altı su rezervuarlarından en büyüğü ve EN ETKİLEYİCİSİDİR. Devasa rezervuar VI. yüzyılda (yine güya Justinianos’un=Kutsal Kitap Süleymanı’nın devrinde) kurulmuştur... Su rezervuarının kapasitesi 80.000 metre küp, uzunluğu 140 metre, genişliği 80 metredir. 336 sütun... HER BİRİNDE 28 SÜTUNUN BULUNDUĞU ONİKİ SIRAYA dizilmiştir... Bu 8 metrelik sütunların üzerinde su düzeyinin takip edilebileceği izler kalmıştır” [90], s.73. Bkz. res.1.49.

Bu devasa su rezervuarı neden kurulmuştur? Mesele şudur ki, Çar-Grad’da doğal tatlı su az bulunmaktaydı. Bu yüzden, tatlı suyun şehirden 19 kilometre uzakta bulunan Belgrad Ormanları’ndan geçtiği bir su kemeri kurma ihtiyacı doğmuştur [90], s.73. Su, muazzam yer altı su rezervuarlarının içinde biriktiriliyordu. Olasılıkla, bir kuşatma ihtimaline karşı.

Bizim yapılandırmamız şöyledir: ÇAR-GRAD’IN MUAZZAM YER ALTI SARNIÇ- SU REZERVUARLARI, ZATEN YERUŞALEM’DE “sütunun ortasında”, daha doğrusu SÜTUNLARIN ORTASINDA bulunan “ÇOK SULARDIR”.

Doğal olarak susuz çağdaş Yeruşalem’de=Kudüs’te “çok sular”ın nerede bulunduğu merak edilebilir mi? Bize verilecek cevap kurumuş olduğudur. Veya: Cahil Daniil’e inanılır mı hiç? Veya başka bir şey.

İstanbul’da   ise    “sütunun   ortasındaki    çok   sular”    HEM   VARDIR   HEM    DE MEŞHURDUR. Üstüne üstlük Daniil’in verdiği tasvirlere çok iyi uymaktadır.

8. Oniki Boğa Üzerindeki “Yeruşalem Süleyman Tapınağı’nın Denizi”, İstanbul’un Sarnıç Su Rezervuarıdır.

Kutsal Kitap Süleyman Tapınağı’nı tasvir ederken, tapınakla doğrudan ilişkili bir kabı anmaktadır,  bu “ONİKİ BOĞA ÜZERİNDEKİ DENİZ”dir. Şunlar söylenmektedir: “Hiram dökme tunçtan on arşın çapında, beş arşın derinliğinde, çevresi otuz arşın yuvarlak bir havuz (Kutsal Kitap’ın Rusça çevirisinde bu konudaki  yerlerde “deniz” kelimesi geçmektedir  – Ç.N.) yaptı... Her zirada onar tane olan bu motifler (su kabağı – Ç.N.) havuzu çepeçevre kuşatıyordu… ON İKİ BOĞA HEYKELİ ÜZERİNE OTURTULMUŞTU. Boğaların sağrıları içe dönüktü… İki bin bat su alıyordu” (I. Krallar, 7:23-26). Ve sonra: “Havuzun dışı boğa kabartmalarıyla kuşatılmıştı. Her arşında onar tane olan bu kabartmalar iki sıra halindeydi ve gövdeyle birlikte dökülmüştü… Üç bin bat su alıyordu” (II. Tarihler 4:3, 4:5).

Böylelikle, “deniz”, su içeren ve kapasitesi 2 veya 3 bin “bat” adlı birim olan büyük bir kap olarak tarif edilmiştir. Yorumculara göre, bir BAT yaklaşık 36 litredir [93], cilt 1, s.546. Basit hesaplama, “kapta” aşağı yukarı yüz bin litre suyun içerildiğini göstermektedir. YÜZ TON. Bu, 10x10 boyutlu, derinliği 1 metre olan bir havuzdur. “Deniz”, belirsiz düşüncelerden ötürü –yorumculara göre– güya yerin üstüne yükseltilip on iki tunç boğa heykeline oturtulmuştur. Şöyle akıl yürütülmektedir: “(Yeruşalem – Yaz.) TAPINAĞININ YENİ DONATISI ve Hiram’ın (tapınağın mı? – Yaz.; tapınağın Rusçası HRAM – Ç.N.) MUAZZAM  YAPITI  sözde  tunç  veya  “dökülmüş”  bir  deniz  idi,  ENGİN BOYUTLARINDAN ötürü deniz olarak adlandırılmıştır... Havuz 12 DEVASA tunç boğa heykeli üzerine kaldırılmıştır” [89], I. Krallar Kitabı’na yorum, 7:23-26.

YÜZ TON suyun yerin üstüne “kaldırılmasında” ne fayda olduğu sorusu akla gelmektedir. Havuzun, zaten her zaman yapıldığı gibi, YERİN İÇİNDE yapılması daha kolay olmaz mıydı? Yok ama, Kutsal Kitap yazarları DENİZİN ON İKİ BOĞA HEYKELİ İLE TUTTURULDUĞUNDA  ısrar  etmektedir.  Bu  arada  “boğalar”  hakkında  Kutsal  Kitap’ta şunlar söylenmiştir: “BOĞALARIN SAĞRILARI İÇE DÖNÜKTÜ” (I. Krallar 7:25).

İlk bakışta, Kutsal Kitap’ın tasviri, sanatsal bir mübalağa izlenimi bırakmaktadır. Ama öyle mi? Büyük ihtimalle öyle değildir.

Bizim yapılandırmamız şöyledir: Süleyman Tapınağı’nın “denizi” yine Çar-Grad’daki muazzam yer altı su rezervuarı olan Yerebatan Sarnıcı’dır.

Denizin oturtulduğu on iki “boğa heykeli” ise İstanbul yer altı su rezervuarının tonozlarını tutan on iki sıra sütundur.

Su rezervuarının ismi, Bazilika Sarnıcı, şu halde “Aya Sofya Bazilikası’nın su rezervuarı” anlamına gelmektedir, çünkü yanında bulunan Büyük Aya Sofya Tapınağı bir bazilikadır. Bu tarz tapınakların ismi budur [61], cilt 2, s.82.

Kutsal Kitap’ın verdiği, “boğaların sağrılarının içe dönük” olduğuna dair tasrih işin aslına pek iyi uymaktadır. Sütunların dipleri içine dönüktür ve su rezervuarının dibine dayanarak suyun altına inmektedir, res.1.49, res.1.50, res.1.50a. Hem de Kutsal Kitap’ın Rusçasındaki VOL kelimesi (BOĞA’nın Rusçası – Ç.N.), olasılıkla, VAL kelimesinin (SÜTUN SIRASI’nın Rusçası – Ç.N.) hafif çarpıtılmasından doğmuştur. Veya doğru olmayan çevirisinden. Hatırlatalım ki, Rus inşaat terminolojisinde, köprülerin tonozlarını tutan ayakları da ÖKÜZ, yani BOĞA olarak adlandırılmaktadır.

Josephus Flavius şunu bildirmektedir: Süleyman “çöllük bir bölgeyi istila edip, onu ele geçirince ORADA BÜYÜK BİR ŞEHİR KURMUŞTUR... Böyle bir şehrin kurulmasının sebebi..., kuzeyinde hiç suyun var olmaması ve tek bu KÖŞEDE pınarların ve sarnıçların bulunabilmesiydi. Bu şehri kurup çevresinde pek kuvvetli surları diktirdikten sonra, kral ona FADAMERA ismini vermiştir, bu isim bu yana kadar Suriyelilerde korunmuştur ama Yunanlılar onu Palmira olarak biliyorlar” [93], cilt 1, s.415. Olasılıkla, burada Josephus Flavius’un  sözünü  ettiği,  Çar-Grad’daki  yer  altı  SARNIÇLARININ  kurulmasıdır.  Bu sarnıçlar, doğal olarak VODOMERA (BİR YIĞIN SU İFADESİNİN RUSÇASI) = “fadamera”,   yani   SU   DENİZİ   veya   SU   YIĞINI   olarak   adlandırılmıştır.   Yukarıda kaydettiğimiz gibi, Çar-Grad’da doğal tatlı su gerçekten azdı. Osmanlı-Ataman Süleymanı=Kutsal Kitap Süleymanı zaten bu yüzden XVI. yüzyılda İstanbul’da bu şaşırtıcı mühendislik yapısını kurdurmuştur. Elbette, bu yapı çağdaşları üzerinde derin bir izlenim bırakmıştır.

Burada  önemli  olan,  Josephus  Flavius’un  DOĞRUDAN  DOĞRUYA SÜLEYMAN’IN SU İÇİN BİR SARNIÇ YAPTIRDIĞINI yazmasıdır. Flavius’un kafası, Süleyman’ın onu nerede kurduğu ile ilgili olarak karışıktır ama ÇAR-GRAD SARNICI adını büsbütün  doğru olarak  Süleyman’ın  ismi  ile bağlamıştır. Bu  şekilde  Yeruşalem’i  dolaylı olarak Konstantinopolis-İstanbul ile özdeşleştirerek. Daha doğrusu, İncillerdeki Yeruşalem İstanbul’dan 30 kilometre uzakta bulunmaktaydı, bkz. bölüm 3.

Ayrıca, Flavius SARNIÇLARI Kral Davud ile ilgili olarak da anmaktadır. Şunu yazmaktadır: “Davud arkadaşlarına şu sözler ile seslenmiştir: “Memleketimde NE GÜZEL SULAR var!” Hem de özel bir övgüyle ŞEHİR KAPILARININ YANINDA bulunan SARNIÇTAKİ   SUYUN   KALİTESİNİ   andı”   [93],   cilt   1,   s.375.   Burada   Flavius’un anlatımında yine bir SARNIÇ ortaya çıkmaktadır.

Arkeologlara şöyle bir sorumuz var: Lut Gölü’nün çevresinde SARNIÇLARIN ne kadar kalıntısı bulunmuştur?

Bize Filistin’deki Yeruşalem=Kudüs’te sarnıçların bulunduğu cevabı verilebilir. Daha doğrusu, bazı yer altı üretim çukurları bulunup “sarnıçlar” olarak memnuniyetle adlandırılmıştır. Buna karşın, bu çukurların TAŞ OCAKLARI, bodrumlar veya başka bir yapı değil, gerçek sarnıç (yani su biriktirmek üzere kurulan hacimli rezervuarlar) olup olmadığı sorusu yanıtlanmamış kalmaktadır. Bildiğimiz kadarıyla, bu “sarnıçlar”ın yanında eski su dağıtım şebekesinin hiç izi bulunmamıştır. Bizi bu “sarnıçlar”a suyun güğümlerle getirilmiş olduğuna mı temin etmek istiyorlar yoksa?

9. Yeruşalem’in Su Sarnıçlarında Tipili Bir Kış Gününde Gerçekleşen Eski Bir Olay Hakkında

Bize, Josephus Flavius “sarnıç” kelimesiyle sizin bahsettiğinizden bambaşka bir şeyi adlandırıyor diye itirafta bulunabilirler. O, variller, kaplar, tanklar, kovalar ya da buna benzer bir şeyleri kastediyor olabilirdi. Yani hiç de DEVASA YER ALTI yapılarını kastetmiyor olabilirdi. Ancak sonra Flavius, söz konusu olanın BÜYÜK YER ALTI su rezervuarları olduğunun açık bir şekilde anlaşıldığı bir tarihçeyi anlatmaktadır. Bütün bunların dışında onun tarihçesi, YERUŞALEM’DE BİR TİPİLİ KIŞIN tarif edilmiş olmasından ötürü de ilginçtir.

Josephus Flavius şöyle anlatmaktadır: “KIŞ MEVSİMİNDE bir gün bir ARSLAN tesadüfen SARNICA DÜŞMÜŞ, KUYUNUN deliği pek dar ve kar ile kaplı olduğu için az kalsın orada boğulacakmış; arslan çare bulamayınca yüksek sesle kükremeye başlamış. Rastgele oradan geçen Vaneas hayvanın kükreyişini duyunca, sesin geldiği yöne doğru gitmiş, SARNICA İNMİŞ ve elinde bulunan sopayla, tek vuruşta arslanı öldürmüş” [93], cilt 1, s.376.

Bütün bunlardan şu düşünceler doğmaktadır:

1) Sarnıç YER ALTINDA bulunmaktaymış, içine doğru bir KUYU varmış.

2) Sarnıç BÜYÜKMÜŞ, çünkü içine arslan düşmüş, sonra da BİR İNSAN girmiş. Yani, kuyunun içine bir MERDİVEN ile inilebilirdi. Ve büyük ihtimalle, insan ve hayvan suyun içinde debelenmeyip, kuru bir yerde durmuş. Yani sarnıç yeterince büyük bir yer altı yapısı idi. Ayrıca, iç alanının bir kısmı su ile doluydu, diğer kısmı ise kuruydu. Devasa İstanbul yer altı sarnıçları zaten böyledir. Bugün de içine merdivenle inilip büyük yer altı su haznesinin kıyısına çıkılır.

3) Krallar Kitabı’nda tarif edilen Kutsal Kitap Yeruşalemi’ne kar yağmış. Dahası, kuyunun deliği karla kaplıymış. Yani kar pek az değilmiş. İstanbul’da gerçekten arada bir kar yağar. Mesela, [90]’da, s.63 ve [102]’de, s.9, karla örtülü İstanbul’un birkaç fotoğrafı sunulmaktadır. Bu fotoğrafların birisinde Büyük Aya Sofya ve etrafındaki mekân KARLA ÖRTÜLÜDÜR, res.1.51. Bu bakımdan, Josephus Flavius’un burada çağdaş Yeruşalem olan Kudüs’ü tarif ettiğini düşünmek güçtür.

Sonuç   olarak   Vaneas’ın   –İvan’ın–   arslanı   TEK   BİR   SOPA   VURUŞU   İLE öldürdüğünü kaydedelim. Söz konusu SOPA nedir? Arslanın olağan bir sopa ile öldürülebilmesi şüphelidir. Olasılıkla, burada söz konusu olan alet bir kılıçtır. Gerçekten Türk tarihçisi Celal Esad, Osmanlılarda kılıcın eski isminin PALA, yani palka (sopanın Rusçası) olduğunu bildirmektedir [41], s.53. XIX. yüzyılın sonuna kadar kullanımda bulunan özel bir tip kılıca ait olan meşhur PALLAŞ ismi, herhalde, bundan kaynaklanmaktadır.

10. Topkapı Sultan Sarayı İstanbul’da Eski Blakernai Sarayı’nın Yerindedir.

Sultanların sarayı, yüksek bir dağ üzerinde, Haliç ile Marmara Denizi’nin bitişiğinde bulunmaktadır. Eski Blakernai Sarayı’nın yerindedir.

Sarayda 10.700 parça eşyayı içeren görkemli bir porselen koleksiyonu sergilenmektedir.  Bunların  XIII-XX.  yüzyıllara  ait  ÇİN  porselenleri  olduğu  kabul edilmektedir.  Osmanlı-Ataman  sultanları  Çin  porselenini  çok  sevmekteydi  ve  işin  ilginç tarafı, GÜNLÜK SOFRA EŞYASI olarak kullanmaktaydı. “(Porselen eşyalarının – Yaz.) ÇOĞU SARAYIN MUTFAKLARINDA bulunmaktaydı, hazinede saklanan bazı eşyalar istisna olmak üzere” [104], s.66. Bu koleksiyon -Çin tarihi hakkındaki çağdaş düşünceler açısından- pek beklenmedik bir sonuç çıkarmayı mümkün kılmaktadır. BUGÜN iyi bildiğimiz milli Çin porselen resmî üslubunun, sultan koleksiyonuna göre, EN ERKEN ONYEDİNCİ YÜZYILDA  DOĞMUŞ  olduğu  anlaşılmaktadır.  Çin  pagodaları,  Çin  ejderhaları,  Çin manzaralarının ortasında üstlerinde Çin kıyafeti olan ÇİNLİLERİN KENDİLERİ ancak o zamandan itibaren ortaya çıkmıştır. XVII. yüzyıldan daha erken bir devir ile tarihlenen güya Çin porseleninin üzerinde ne görüyoruz? Sultan koleksiyonundaki XIV-XVII. yüzyıllara ait Çin porseleninin üç tipik örneğini res.1.52’de sunmaktayız. Şaşırtıcı olan şudur ki, bunların gerek beyaz-mavi renkleri gerekse üzerindeki desen açısından herkesin -ve salt Rusya içinde değil- iyi bildiği, Moskova ile Vladimir şehri arasında bulunan Gzhel şehrinin çevresinde yüzlerce seneden beri üretilen GZHEL PORSELENİNDEN neredeyse farkı yoktur.

Böylece, XVII. yüzyıla kadar Rus’ta ve Çin’de üretilen porselen eşyaları neredeyse ayırt edilemezdi. Bununla ilgili olarak İmparatorluk kitabında Çin kronolojisi ve tarihini araştırıp bugün bildiğimiz Çin tarihinin EN GEÇ TARİHLERDEN BİRİ olduğunu gösterdiğimizi hatırlatalım. Bkz. [6]; [1], cilt 5; [2]. “Kitay” (Çin’in Rusçası – Ç.N.) kelimesinin kendisi ise, Çina = China kelimesinden farklı olarak, hiç de Orta Çağ’daki çağdaş Çin’i değil, Rus-Orda’yı işaret etmiştir. “KİTAY”, biraz değişmiş haliyle SKİTAY, SKİTİA veya İskitlerin Devleti. Olasılıkla, göçebe (Rusçası koçevnik – Ç.N.) kelimesinden, yani memleket memleket gezen, göçen (Rusçası “SKİTayuşiyesya”, “KOÇuyuşiye” – Ç.N.) deyiminden doğmuştur. Rus-Orda’nın süvari ordusuna, yani kazaklara böyle denmekteydi.

Bu arada eski Rus ve Osmanlı giyiminin AYNI KAFTAN KELİMESİ İLE isimlendirildiği olgusunu burada geçerken hatırlayalım. Gerçekten eski Rus ve Osmanlı- Ataman kaftanlarının biçimi AYNIDIR. Res.1.53’te İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan XVI. yüzyıla ait sultan tören kaftanı gösterilmektedir. Bu, kolları yere kadar uzayan, kolun üst kısmı delikli, göğüs önünde bir sıra kaytan tutturmalık bulunan tipik eski Rus KAFTANIdır.

Res.1.54’te sultan sarayındaki bir törenin eski Türk sanatına ait resmini sunmaktayız. Osmanlı saray mensuplarının kaftanlı olduğu ve başlarında yüksek şapkalar bulunduğu pek açık görülmektedir. Bu şapkaların aynısını Rus’ta boyarlar takmaktaydılar, bu yüzden bu tarz şapkalar “boyar şapkaları” olarak adlandırılmaktaydı. Bu durum gene Osmanlı-Ataman ve eski Rus geleneklerini birbirine yaklaştırmaktadır.