Anatoliy T. Fomenko
ANTİKÇAĞ ORTA ÇAĞ'DIR

Suretlerin tespit edilme yöntemleri. “Eski” ve Orta Çağ hanedanlarının özdeşleşmesi.
M.S. XIII. yüzyıldaki Truva Savaşı. Yunan-Roma tarihinde kronolojik oynamalar. XII. yüzyıldaki İncil olaylarının XI. yüzyılın tarihine yansıması.

BÖLÜM 1.
ORTA ÇAĞ TARİHİNDEKİ “KARANLIK ÇAĞ” HAKKINDA

1. ORTA ÇAĞ ROMASI’NDA “ANTİK ÇAĞ”IN ESRARENGİZ YENİDEN DOĞUŞU

1.1. Güya Güzel “Antikçağ”ın Yerine Geçen Karanlık Çağ Küresel kronolojik haritadan ve onun üç oynamanın toplamı olmak üzere temsilinden görüldüğü gibi, bugün “eski” sayılan ve Skaliger kronolojisine göre güya M.S. 1000 senesinden önce olup biten olayları tasvir eden hemen hemen bütün belgeler olasılıkla M.S. X-XVII. yüzyıllarda olup biten olayları betimleyen orijinallerin hayalet suretleridir. Şöyle bir soru ortaya çıkıyor: Orta Çağ tarihinde “Eski Çağ” için “yer bulunmamakta” mı acaba? Yani “antik” olayları Orta Çağ’a yerleştirmeye çalışırken, bildiğimiz olaylar Orta Çağ’ı “yoğun biçimde doldurduğundan” dolayı, onun içinde yer bulamamamız söz konusu olur mu? Ayrıntılı analizin gösterdiği gibi, olmaz.

Birincisi, önce farklı sayılan devirlerin özdeşleşmeleri keşfediliyor. Mesela, kaydedilen yakınlığı daha önce fark edilmemiş krallık hanedanlarının birbirini kaplamasını ele alınız. İkincisi, Skaliger tarihinde Orta Çağ’ın birçok devri güya “karanlığa gömülmüştü”. Sebebini şimdi anlamaya başlıyoruz. Bu devirleri betimleyen ilgili Orta Çağ belgeleri Skaliger kronoloji uzmanlarının “faaliyeti” sonucu suni olarak “aşağıya indirilmişti”. Belgelerin kullanımdan kaldırılması Orta Çağ’ın birçok devrini suni bir karanlığa gömmüştür.

XVIII-XIX. yüzyıllarda tarihçiler arasında Orta Çağ’ın “Karanlık Çağ” olmuş olduğu yönünde özgün bir düşünce oluşmuştur. Güya bu devirde “Antikçağ’ın büyük başarıları” gerilemiş ve yok olmuş. Güya bilimsel düşünce “Taş Devri düzeyine” inmiş. Güya “Eski Çağ”ın büyük edebi eserleri, Rönesans döneminde tekrar gün yüzüne çıkana kadar hareketsiz yatmış [333], s.161. Üstelik güya bu “antik” metinleri, en önemli görevi bize şimdi söylendiğine göre “pagan” kitaplarının yok edilmesi olan cahil rahipler koruyor.

Üst düzey din adamları güya çoğunlukla okuma-yazma bilmiyormuş [333], s.166. “Antik” astronominin kazanımları –tutulmalar kuramı, gezegenlerin efemerisinin hesaplanması vs.– güya tamamen unutulmuş. Ve güya VI. yüzyılda yaşayan ve özellikle Güneş’in hareketi meselesini ve yıldızları araştıran meşhur Kosma İndikoplevst, merkezinde, kıyılarını Okyanus’un yaladığı ve üzerinde Ağrı Dağı’nın yükseldiği yassı Dünya’nın bulunduğu Evren’in güya bir kutu olduğunu düşünüyor. Hem de kutunun kapağı yıldız çivisi ile vidalanmıştır. Kutunun köşelerinde rüzgâr yaratan dört melek bulunmaktadır. Orta Çağ bilimsel kozmografyasının düzeyi budur, bkz. “Yıldızlar Tanıklık Eder”, bölüm 11:6.

Güya para basımı sona eriyor, mimari sanatı kayboluyor, “genel kültürel yabanileşme” yayılıyor [333], s.167. Vesaire.

Elbette Orta Çağ Skaliger tarihi bu devrin bazı kazanımlarını da gösteriyor. Ancak aynı zamanda şu tarz ilaveler yapılarak: “Ancak bu anlık çalışmaların PIRILTILARI bile VI- VII. yüzyılların Avrupası’nda RASTLANTISAL ve TEKti”, [333], s.169. Bize inandırılanlar arasında, güya “eski” parlak Latince’nin tuhaf bir şekilde “yozlaşıp” hantal ve eğri büğrü bir dile dönüştüğü de bulunmaktadır. Ve güya bu dil ancak Rönesans devrinde “tekrar”, hem de kısa zaman içinde parlak dönemini yaşamaya başlayıp bilim dili olarak giderek yaygınlaşıyor [333].

Skaliger kronolojisi temel alındığında, böyle karanlık bir tablonun oluşmasının belli sebepleri vardır elbette. Ancak biz Orta Çağ’ın başlangıcında güya Avrupa, Asya ve Afrika’ya inen bu “barbarlık tufanına” başka bir açıklama getiriyoruz. Karşımızdaki, “geçmişin büyük mirası”nın yozlaşması değil, kronolojik hatalar sonucu, bir kısmı “Eski Çağ”da bir hayalet ışık yaratıp Orta Çağ’ın birçok yerini boş bırakarak geçmişe atılan bütün bu tarihsel ve kültürel değerleri yaratmakta olan yeni bir uygarlığın doğuşudur.

Bugün kabul gören Orta Çağ Roma tarihi, yakından bakıldığında şaşılacak kadar çok sayıda çelişki ve “Antikçağ” ile çarpıcı paralellikler gösteriyor. Bunlar, Orta Çağ’ın rolü hakkındaki çarpıtılmış kronolojik anlayış ile açıklanabilir. Roma tarihi etrafında oluşan durumu hızlıca ve ayrıntıya girmeden anlatalım. Neden özellikle Roma? Mesele şudur ki, Skaliger tarihi tam da Roma kronolojisini başrolde tutmaktadır, bkz. “Sayılar Yalana Karşı”, bölüm 1.

Şu ilginç ayrıntı ile başlayalım. Paulus Orosius’un “Vakayiname” adlı eserinde Aeneis’in TRUVA’dan ROMA’ya yöneldiğini okuyoruz (!). Hem de “antik” Aeneis bunun kendisine okulda anlatıldığını ekliyor. Açıklayalım. Homeros kahramanı, Truva Savaşı’nın katılımcısı Aeneis’in Roma’ya bu seyahati Skaliger kronolojisini aşağı yukarı 400-500 sene azaltıyor, yani kısaltıyor, bkz. “Sayılar Yalana Karşı”, bölüm 1. “Antik” Aeneis’in ne zaman yaşayıp nerede hükmettiğini Orda Rusu’nun Başlangıcı kitabında anlatıyoruz.

Parçalı “eski” Yunan tarihi vaktiyle Roma kronolojisinin oluşumunu belli ölçüde etkilemiştir. Tarih uzmanı N. Radtzig’in belirttiği gibi, Aeneis’in İtalya’daki kahramanlıkları ve ahfadının kaderi Roma’nın tarih öncesi kronolojisini oluşturmuştur… Başlangıçta bu tarih pek uzun değildi, buna göre ROMULUS, AENEİS’İN TORUNUYDU (“Sayılar Yalana Karşı” kitabında, bölüm 1, üzerinde durduğumuz, bugün kabul gören Skaliger kronolojisi ile olan 500 senelik çelişki tam da burada saklıdır – A.F.); ancak daha sonra Roma vakanüvisleri Yunan kronolojisi ile tanıştığında, bu uzun zaman boşluğunu doldurmak amacıyla bir Alba kralları zinciri UYDURDULAR. Gururlu patrici soyları kendilerini Aeneis’in yoldaşlarına, Julius soyu ise doğrudan Aeneis’in, ismi nedense keyfi olarak değiştirilen oğluna bağlamaya başladılar [719], s.8.

N. Radtzig, Roma vakanüvislerinin bu “cahil faaliyeti”ne hayli şaşırmıştır. Ancak bölüm 5’te, güya M.Ö. XIII. yüzyılda çıkan meşhur Truva Savaşı ile güya M.S. VI. yüzyılda İtalya’da ve Yeni Roma’da çıkan Got Savaşı’nı ve M.S. XIII. yüzyıldaki Haçlı Seferleri’ni özdeşleştiren çarpıcı olaylar paralelliğini sunacağız. Bu yüzden, Roma vakanüvisleri Orta Çağ Roma tarihinin doğrudan doğruya Truva Savaşı’ndan itibaren başladığı yönündeki iddialarında haklıydı. Yani M.S. XIII. yüzyıldan itibaren.

Ayrıca Alman bilim adamı F. Gregorovius’un altı ciltlik büyük ve sağlam eserine [196] dayanarak Roma’nın Orta Çağ tarihinin genel özetini vereceğiz. Eserin avantajı, fiilen, Ferdinand Gregorovius’un özenle toplayıp titizlikle yorumladığı çok sayıda Orta Çağ belgesinden oluşmasıdır.

F. Gregorovius’un yazdığına göre, Gotların devleti düştükten sonra (güya M.S. VI. yüzyılda – A.F.) İtalya ve Roma’nın antik düzeni yozlaşmaya başlamıştır. Yasalar, anıtlar ve tarihsel anılar üzerinden dahi sünger geçirilmiştir [196], cilt 2, s.3-4.

Seküler vakayinamelerin –örneğin Titus Livius’un “antik” tarih olarak ilan edilen “Tarihi”nin- Orta Çağ Roma tarihinden kronolojik anlamda zorla kaldırılması Roma’yı Skaliger tarihi ve çağdaş tarih açısından dinî bir şehir haline getirmiştir. F. Gregorovius, Roma’nın ŞAŞILACAK ŞEKİLDE BİR MANASTIRA DÖNÜŞMÜŞ olduğunu yazıyor. “Antik sosyete Roması’nın” (demir lejyonlar ve boyun eğmez kahramanları hatırlatalım) “Orta Çağ dinî Roması”na esrarengiz dönüşümü, Skaliger tarihine göre insanoğlunun tarihindeki en büyük ve şaşılacak metamorfozlardan biri ilan edilmişti [196], cilt 2, s.3-6.

Önemli olan şudur ki, “Orta Çağ Roması’nın başlangıcında”, Skaliger tarihine göre “antik Roma’nın özeti”ni oluşturan hemen hemen bütün politik ve medeni kurumlar bulunmaktadır. Skaliger kronolojisinde Roma hakkındaki Orta Çağ verileri hayli kıttır. VI. yüzyılın sonunu betimlerken F. Gregorovius bildiriyor ki, “sonraki senelerin olayları bizim için meçhuldür, çünkü O DÖNEMİN VAKAYİNAMELERİ DÖNEMİN KENDİSİ GİBİ KIT VE BULANIKTIR ve yalnızca afetlerden bahsetmektedir” [196], cilt 2, s.21.

Güya IX. yüzyılın ortasına ait olan olaylar hakkında şu bildiriliyor: “Roma’yı araştıranlar, yalnızca pek kıt bilgi sağlayan Frank vakanüvislerinin vakayinameleri ve papaların, içinde inşaatlar ve bağışlar ile ilgili bilgiler bulunan yaşam öyküleri ile yetinmek zorundadır. Bu sebeple, tarihçi için o zamanın şehrinin tasvirini verme ümidi pek yoktur [196], cilt 3, s.58.

Daha sonra F. Gregorovius şöyle yazıyor: “Papalık arşivinde haddi hesabı olmayan kilise raporları ve kayıtları korunuyordu. Bu servetin XII. ve XIII. yüzyıllarda hiçbir iz kalmadan yok olarak yitirilmesi (veya suni şekilde “geçmişe” indirilmesi – A.F.) O ZAMANA AİT VERİLERİMİZDE BÜYÜK VE ONARILMAZ BİR BOŞLUK oluşmasına yol açmıştır [196], cilt 3, s.121.

Olasılıkla bütün bunlar, Orta Çağ İtalyan Roması hakkındaki korunan belgelerin ezici çoğunluğunun salt XI. yüzyıldan itibaren başlayan devre ait olduğu anlamına gelmektedir. Veya hatta daha sonraki bir devre.

F. Gregorovius, “bütün bu kayıtlar elimizde olsaydı Roma şehrinin VII. yüzyıldan itibaren X. yüzyıla kadar (yani üç yüz sene – A.F.) uzanan tarihi bizim için de bir başka, daha parlak bir ışıkla aydınlanacaktı”, diye yazıyor [196], cilt 3, s.131, yorum 30.

F. Gregorovius’un vurguladığına göre, Pepin ve Şarlman zamanından beri şehrin tarihini yazıp parlak kaderini ebedileştirecek HİÇBİR VAKANÜVİS BULUNMAMAKTADIR. Almanya, Fransa ve Güney İtalya bile bize daha çok vakayiname miras bırakmıştır, ancak ROMA RAHİBELERİ KENDİ ŞEHRİNİN TARİHİNE KARŞI O KADAR UMURSAMAZ İDİ Kİ, O DÖNEMİN İÇİNDE OLUP BİTEN OLAYLAR BİZİM İÇİN TAMAMEN KARANLIKTA KALMIŞTIR [196], cilt 3, s.125-126.

Aynı dönemde, “Papalık’ın eski vakayinamesini yazmayı gayretle sürdürmüş olduğu” düşünülmektedir [196], cilt 3, s.125-126. Ancak bu, tarihçilerin varsayımından başka bir şey değildir.

Bu Papalık vakayinamesinin –daha doğrusu bize bugün sunulan daha sonraki versiyonunun– hiç de aralıksız olmadığı anlaşılmaktadır. Devasa boşlukları vardır. “Papa I. Nikolas’ın biyografisi ile (güya IX. yüzyıl – A.F.) Papalık kitabının geleneksel idamesi kesiliyor, şehrin tarihi hakkında sonraki tasvirimizi yaparken BU KAYNAĞIN VAR OLMAMASINA BİR KEREDEN FAZLA PİŞMAN OLMAK ZORUNDA KALACAĞIZ” [196], cilt 3, s.127.

1.2. “Antik Çağ” Ve Orta Çağ Arasındaki, Tarihçiler Tarafından Fark Edilen Ama Yanlış Yorumlanan Paralellikler Orta Çağ Roma vakayinamelerinin korunan parçaları, zaman zaman çağdaş düşünce açısından “antik” olan olguları aktarıyor. O zaman tarihçiler hep beraber, eski anıların canlanmasından, antik hatıralardan, eski zamanları taklitten söz etmeye başlıyorlar. Örnek verelim. F. Gregorovius’un yazdığı gibi, “X. yüzyılda pek garip lakaplı Romalılara rastlıyoruz. Bu lakaplar, AKLIMIZDA ESKİ ANITLARI CANLANDIRARAK dikkatimizi çekiyor” [196], cilt 3, s.316. Aynısını daha basit şekilde söylersek şu anlam ortaya çıkar. Meğer Orta Çağ Roması’nın sakinleri, bugün “antik” kabul edilen isimler taşıyormuş. Bundan, “Antikçağ”ın aslında Orta Çağ’ın bir başka ismi olduğu anlaşılmaktadır. Kısacası “Antikçağ” Orta Çağ’dır.

Skaliger tarihinde Orta Çağ Roması’nda Senato ve Konsüllüğün var olması ile ilgili tartışmalar defalarca çıkmıştır. Bir yandan bu bilinen politik kurumlar, bugün güya V-VI. yüzyıllarda Üçüncü Batı Roma İmparatorluğu’nun düşüşü ile birlikte yok edilen salt “antik” Roma’nın ayrılmaz bir parçası sayılır. Diğer yandan, korunmuş Orta Çağ vakayinameleri, Orta Çağ Roması’nda senatonun, senatörlerin, konsüllerin, tribünlerin, praetorların var olduğunu zaman zaman bildiriyor. Yani açıkça “antik” olan unvan, rütbe ve görevlerin. Skaliger tarihinde Roma üzerine uzman olanlar arasında bile belli bir parçalanma oluşmuştur. Bazıları bütün bu “antik” olarak bilinen kurumların Orta Çağ’da da var olmaya devam ettiğini düşünüyorlar. Aralarında F. Gregorovius’un bulunduğu diğerleri ise Orta Çağ Romalılarının bu “eski terimler”i “eski manasını” aktarmadan, onları “eski Romaları”nın büyüklüğü hakkındaki “hoş bir anı” olarak bırakıp sanki âdet yerini bulsun diye kullandığına emindir.

F. Gregorovius takriben şöyle akıl yürütüyor: ONLAR (Orta Çağ Romalıları – A.F.) KENDİ İMDADINA EFSANEVİ HALE GELMİŞ ESKİ ÇAĞ MEZARLARINDAN KONSÜLLERİN, SENATÖRLERİN VE TRİBÜNLERİN GÖLGELERİNİ ÇAĞIRIYORLAR VE BU GÖLGELER SANKİ GERÇEKTE (! – A.F.) EBEDİ ŞEHİRDE BÜTÜN ORTA ÇAĞ BOYUNCA SÜZÜLÜYOR [196], cilt 3, s.349.

Sonra: “Konsül unvanı X. yüzyıla ait belgelerde pek çok defa anılıyor” [196], cilt 3, s.409, yorum 20. Güya X. yüzyılda “İmparator (Otto – A.F.) ROMALILARIN UNUTULMUŞ GELENEKLERİNİ YENİDEN FAALİYETE GEÇİRMEYİ AMAÇLAMIŞTIR” [196], cilt 3, s.388. Ayrıca III. Otto, “eski Roma muzafferlerinin unvanları örneğine göre yaratılan unvanları” taşımıştır [196], cilt 3, s.395-396. Orta Çağ’a ait meşhur Graphia başlıklı kitapta korunan Orta Çağ Roması’nın tasvirinden söz eden F. Gregorovius mahcup bir şekilde şunu bildiriyor: “Graphia, geçmişi şimdiki zaman ile karıştırıyor” [196], cilt 3, s.458, yorum 7.

Sonra: “Bütün coşkusu ile Roma İmparatorluğu’nun rütbeleri, kıyafetleri ve fikirleri gibi korunan kalıntılarını, bütün bunların yama gibi göründüğü (çağdaş tarihçi açısından – A.F.) kendi Orta Çağ devletine uygulayan III. Otto’da aynısını görüyoruz... BARBARLIK DEVRİNİ ASİLLEŞTİRMEK NİYETİ PEK YAYGINDI (! – A.F.)... X. yüzyıldaki Roma’da, V. Staphanus’un yaşam öyküsünde kesilen paha biçilmez Papalık kitabının katalog denilen kısa tablolar şeklinde yazılmasına devam edilmiştir (Kanımızca ise büyük ihtimalle başlanmıştır, hem de X. yüzyılda değil, çok daha geç – A.F.)... Kataloglarda salt papaların isimleri, kökeni, papalığının süresinden başka bazı ayrı olayların kısa anlatımı kayıtlıdır. Liber Pontificalis kitabının ilkel ve pek de yetkin olmayan biçimde devamından başka hiçbir şey X. yüzyıl Roması’nın barbarlığına daha belirgin şekilde tanıklık edemez” [196], cilt 3, s.458, 427, 431.

Orta Çağ vakayinameleri, Skaliger kronolojisine aykırı olan ve bizim keşfettiğimiz üç tarih oynamasının varlığını teyit eden çok sayıda olgu içeriyor. Üstelik Roma’nın hem Orta Çağ hem de “antik” tarihinden mükemmel şekilde anlayan F. Gregorovius (ne de olsa Avrupa’nın Skaliger tarihinde en iyi tanınan bilginlerden biriydi) “antik” ve Orta Çağ olayları arasındaki tuhaf, kanısınca son derece belirgin paralelliklere durmadan rastlıyor. F. Gregorovius, bu paralelliklere işaret ederek olasılıkla bulanık bir endişe hissedip onları bir şekilde anlatmaya çalışıyor. Ancak çoğu zaman “açıklama”, “toplumsal evrimin tuhaflıkları” hakkındaki akıl yürütmelere indirgeniyor. Anlaşılması güç “tarihsel tekrarlama yasası” buymuş işte. Şaşırmayın, dikkat etmeyin, soru sormayın ve (en önemlisi) sonuçlar çıkarmayın.

Son derece önemli olan şudur ki, F. GREGOROVİUS’US KEŞFETTİĞİ HEMEN HEMEN BÜTÜN BU PARALELLİKLER 330, 1050 ve 180 senelik ÜÇ KRONOLOJİK OYNAMADAN OLUŞAN ŞEMAMIZA TAM OLARAK UYUYOR. Bir başka ifadeyle, Skaliger aşılamalı tarihçi F. Gregorovius, “antik” ile Orta Çağ arasındaki paralellikleri, “Sayılar Yalana Karşı” kitabında (bölüm 6) anlattığımız genel tekrarlama-suretler tablosuna göre zaten tam da var olması gereken yerlerde “keşfediyor”. Böyle bazı “Gregorovius paralellikleri”ni aşağıda göstereceğiz.

Mesela böylelikle Nuh (yani meşhur Kutsal Kitap patriği – A.F.) Roma’nın yakınlarında bir şehir kurup kendi ismini vermiştir; Nuh’un oğulları Sam, Yafez ve Ham Palatium’da Janiculus şehrini kurmuşlardı. Sam Palantium’da yaşamıştı ve daha sonra Nemrut ile birlikte (! * A.F.) Capitol’de Saturnia şehrini de kurmuşlardı [196], cilt 3, s.437. “Orta Çağ’da Nerva forumundaki bir anıt Nuh’un Gemisi ismini taşırdı” [196], cilt 3, s.461, yorum 26.

Skaliger tarihi açısından bütün bu tarz güya “saçmalıklar”, keşfettiğimiz, İsrail ile Yehuda krallıklarının X-XIII. yüzyıllardaki Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu ile XIV- XVI. yüzyıllardaki Habsburg İmparatorluğu’nu kaplamasına tam olarak uyuyor. Nuh’un tam olarak ne zaman yaşadığını ve kim olduğunu okumak için “Rus-Orda Tarafından Amerika’nın İskân ve İhya Edilmesi” kitabında, bölüm 6’ya bakınız.

Meşhur “Orta Çağ saçmalığı”nın bir örneği daha. Ancak Skaliger tarihi açısından saçmalıktır bu. “Frankların güya Truva’nın torunları olduklarını düşündükleri malumdur” [196], cilt 3, s.361, yorum 28.

Aslında F. Gregorovius şunu kaydediyor: “Birçok tarihî olay, Şehir’de bütün Orta Çağ boyunca hâkim olan bu ANTİK TABİAT İLE açıklanabilir” [196], cilt 3, s.443. Roma’nın anıtlarının – bize anlatıldığına göre en erken M.S. XII. yüzyılda hazırlanan - ilk listelerinin çağdaş fikir, yani fiilen Skaliger fikri açısından “anıtların doğru ve yanlış isimlerinin bir karışımı” olduğu görülüyor [196], cilt 3, s.447. İşte bu “Antikçağ” ve Orta Çağ’ın özdeşleştiği birçok benzer parlak örnekten biridir. “O (Az. Sergius Bazilikası – A.F.) yalnız Aya Sergios’a değil Aya Bachos’a da adanmıştır; bu Aya’nın ismi, bu eski pagan yöresinde kulağa tuhaf geliyor; ancak Roma’da istisna değildi, çünkü Roma azizleri arasında (yani Hristiyan Orta Çağ azizleri arasında – A.F.) Az. Aşil, Az. Quirinus, Az. Dionisius, Az. Hippolytus ve Az. Hermes gibi başka eski tanrıların ve kahramanların isimlerini tekrar buluyoruz” [196], cilt 3, s.447.

Böylelikle Aşil, Quirinus, Hermes vb. gibi bütün bu Orta Çağ Hristiyan azizleri, Skaliger kronolojisi tarafından daha sonraki dönemde suni olarak çok derin geçmişe “atılıp” Aşil, Quirinus, Hermes vs. gibi güya pagan “antik” tanrılarına “dönüşmüştür”.

1.3. Orta Çağ Roma Yasa Koyucuları Güya Yıkılmış “Antik” Kolezyum’da Toplantı Halinde Bulunuyorlar

F. Gregorovius’un bildirdiğine göre, İtalyan Roması’nın meşhur mimari anıtlarının tarihi en erken M.S. XII-XIII. yüzyıllara kadar az çok güvenilir şekilde izlenebilir.

Örnek verelim. “(“Antikçağ”dan sonra – A.F.) uzun zaman boyunca Capitol ismine rastlamıyoruz; TARİH SAYFALARINDAN KAYBOLUYOR (büyük ihtimalle henüz kurulmamıştır – A.F.); ancak Graphia’da söylendiği gibi duvarları cam ve altınla kaplıdır (ancak bu veriler X. yüzyıldan sonraki döneme aittir – A.F.) ama tapınağın tasviri bulunmamaktadır... Trajan forumu istisna olmak üzere vaktiyle azametle dolu imparatorluk forumları hakkında KETUMİYET MUHAFAZA EDİLİYOR (demek bunlar da henüz inşa edilmemiştir –A.F.); Augustus forumu, milletin onu büyüleyici bahçe olarak adlandırdığı kadar virane ve ağaçlar ile tepeleme doluydu” [196], cilt 3, s.447-448. Olasılıkla Augustus forumu da daha kurulmamıştır ve bu yerde Orta Çağ’da inşa edilecektir. Şimdilikse burada el değmemiş ağaçlar bitiyor.

İtalyan Roması’nın anıtlarının Orta Çağ isimleri karmakarışıktır, “antik” ve Orta Çağ isimlerinin karışımıdır. Örnek verelim: “Vesta tapınağının vaktiyle Hercules Victor tapınağı olduğu düşünülmüştü, şu an ise arkeologlar onu Kibele tapınağı sayıyorlar; ancak bu tanrıça da yerini bir başka tanrıya bırakacak olmalı ki, sırası gelince bir arkeolojik devrim sonucu indirilmiş olacak” [196], cilt 3, s.469-470. Bütün bu şaşkın özdeşleşmeler ve karışıklar bilimsel gerekçeli iddialardan daha çok çaresiz bir oyunu andırıyor. Bugün bize sunulan “arkeolojik özdeşleşmeler”in çok sarsak bir temel üzerinde bulunduğu ortadadır.

F. Gregorovius şöyle devam ediyor: “500 yıldan fazla zaman boyunca GECENİN ZİFİRÎ KARANLIĞI bu yöreyi (Capitol ve etrafını – A.F.) sarıyor... Sadece Capitol’un vaktiyle ne olduğu efsanesi sayesinde medeni bağımsızlık maneviyatı canlandığında, tekrar (! – A.F.) tarihî ağırlığını kazanıp şehrin politik faaliyet merkezi olmuştur. XI. yüzyılda Capitol bütün şehir işlerinin merkezi haline gelmiştir” [196], cilt 4, s.391. Viraneler arasında olmasın sakın? diye soralım. Ne de olsa Skaliger tarihi bizi, Capitol’un güya derin geçmişte yıkıldığına ve neredeyse “yeryüzünden silinmiş” şekilde, hiçbir değişiklik olmadan günümüze kadar böyle durduğuna inandırıyor [196], cilt 4.

Sonra. “Roma İmparatorluğu’nun harimi Romalıların anılarında canlandı, soyluların ve halkın hareketli toplantıları CAPİTOL’UN VİRANELERİ ÜZERİNDE (! – A.F.) geçiyordu... Benzo, VII. Gregorius ve II. Gelasius zamanlarında, Romalılar bir prefekt seçileceğinde veya II. Callixtus’un onaylanması için milletin rızası gerektiğinde ya da onları silah başına çağırmak gerektiğinde hep aynı Capitol’de toplanıyordu. Olasılıkla ŞEHRİN PREFEKTİNİN DE CAPİTOL’DE KENDİ DAİRESİ BULUNMAKTAYDI (açık havada mı uyuyordu acaba? – A.F.), çünkü IV. Heinrich tarafından tayin edilen prefekt tam burada yaşamıştır. Sonra mahkeme duruşmaları da Capitol’da bulunan kasırda yapılmaktaydı” [196], cilt 4, s.391. Viraneler arasında da mı acaba?

Böyle sürüp gidiyor. Tuhaflıklar ve saçmalıklar yığını gittikçe artıyor. Ancak tüm bu “tuhaflıklar”, sadece, çağdaş tarihçi bütün “antik” olanların çoktan ortadan kaybolmuş olduğunu sandığı için ortaya çıkıyor.

Bütün bu toplantıların, müşaverelerin, seçimlerin, tartışmaların, belgelerin değerlendirilmesinin ve saklanmasının, önemli devlet kararlarının verilmesinin, resmi kâğıtların imzalanmasının vs. tam da bu amaçla, tam olarak bu Orta Çağ devrinde, burada kurulup özellikle düzenlenen odalarda değil, yabani otlar ile kaplı viraneler üzerinde olup bittiğine bir hipotez olarak bile ihtimal verilebilir mi? Daha sonraki dönemlerde ise bunlar yıkılmıştı. XIV-XVI. yüzyılların Roması’nda “tahrip dalgaları” pek çoktu.

Skaliger geleneğinin dumanı F. Gregorovius’u o kadar sımsıkı sarıyor ki – hatırlatalım ki kendisi Roma ve genel olarak Orta Çağ tarihi üzerine en ciddi uzmanlardan biridir – betimlediği tablonun basit bir sağduyu ile çelişen saçmalığının farkına varmadan anlatımına devam ediyor.

Şunu yazıyor: “DEVRİLMİŞ Jüpiter SÜTUNLARI ÜZERİNDE ya da devlet arşivi içinde YIKILMIŞ HEYKELLER VE yazılı LEVHALAR ARASINDA OTURAN Capitol rahibi, yırtıcı konsül ve cahil senatör BU VİRANELERİ İZLEYEREK şaşkınlık duyup kaderin değişkenliği hakkında düşüncelere dalabilirdi” [196], cilt 4, s.391-392.

F. Gregorivius dünya egemenliği üzerinde hak iddia eden papalar zamanında bu yasa koyucu toplantıların komik inanılmazlığını fark etmeden şöyle devam ediyor: “Mitrayı ve brokar cüppeleri takıp CAPİTOL’UN VİRANELERİNE gelen senatörler, vaktiyle tam burada devlet adamlarının yasaları ilan ettiğine, oratörlerin nutuk attığına dair sadece bulanık fikirlere sahipti. Roma’nın yaşadığı aşağılanmadan daha kötüsü yoktur! ... MERMER BLOKLAR (biz ekleyelim – üzerinde oturan senatörler) ARASINDA KEÇİ SÜRÜLERİ OTLUYORDU, bunun için Roma forumu “otlak” (senatörlerin “otlağı” olmasın? – A.F.) olarak adlandırıldığı gibi Capitol’un bir kısmı “Keçi Tepesi” diye bir basit isim almıştı” [196], cilt 4, s.393-394.

Sonra F. Gregorovius, Roma’nın yıkılışının tasvir edildiği üzücü Skaliger tablosunu ispatlamak için Capitol’un Orta Çağ tasvirini sunuyor. Bu tasvir zaten en erken XII. yüzyıla ya da hatta daha sonraki bir döneme ait olan tek orijinal kaynaktır [196], cilt 4, s.394. Büyük boyutlu çağdaş bir kitabın bir tam sayfasını kaplayan bu eski metinde yıkımın sözü bile geçmiyor ve Orta Çağ Capitolü, Orta Çağ Roması’nın faal politik merkezi olarak betimleniyor. Görkemli binaların, tapınakların vs. sözü ediliyor. Yabani otlar ile kaplı bu altından ihtişamın ortasında dolaşan keçi sürülerinden hiç bahsedilmiyor.

F. Gregorovius bütün bu Orta Çağ metnini dürüstçe – bilimsel dürüstlüğünü takdir etmek gerek - aktarırken okuyucuya yönelik bir başka propaganda teşebbüsünden ise vazgeçememiştir: “Mirabilia’nın verdiği Capitol’un tasvirinde onu SANKİ SÖNMEKTE OLAN ŞAFAĞIN IŞIĞINDA görüyoruz; elimizde o zamana ait başka veri yoktur” [196], cilt 4, s.394. “Bu efsanevi kitaplar için bile, herşey bir esrar ve geçmişteki günlerin meselesi olarak kalmaktadır” [196], cilt 4, s.428, yorum 16.

Aslında orijinal kaynaklara daha sık dönüp bunları yansız, taze bir bakışla yeniden okumakta fayda vardır. Kaynakların çoğu zaman gizlemeyi tercih ettiği yeni ve enteresan çok şey öğreneceğiz.

F. Gregorovius, güya X-XI. yüzyıllardaki Orta Çağ Roması’ndan bahsediyor: “ROMA sanki ÇOKTAN GERİDE KALMIŞ ZAMANLARA GERİ DÖNMÜŞTÜ: ROMA’NIN ESKİ ZAMANLARDAKİ GİBİ YİNE SENATOSU VARDI, YİNE Roma ile savaşmak için tekrar birleşen LATİN VE TOSKANA ŞEHİRLERİNE KARŞI SAVAŞ HALİNDEYDİ” [196], cilt 4, s.412.

Güya XII. yüzyılda “Antikçağ’ın yeniden doğuşu” gözlemleniyor. F. Gregorovius şöyle devam ediyor: “Arnaldo (da Brescia – A.F.) KENDİSİNİ ESKİ GELENEKLERE FAZLASIYLA KAPTIRMIŞTI” [196], cilt 4, s.415. Bugün “antik” sayılan atlılar sınıfını “yeniden yaratmıştı” [196], cilt 4, s.415. Sonra güya XII. yüzyılda Papa III. Aleksandros “ESKİ İMPARATORLARIN PARLAK PAGAN BAŞARISINI CANLANDIRMAKTADIR” [196], cilt 4, s.503.

F. Gregorovius şunu bildiriyor: “Meşhur Hannibal ismi, birkaç yüzyıl boyunca senatörlerin, kumandanların ve kardinallerin taşıdığı ORTA ÇAĞ SOYADI OLARAK YENİDEN ORTAYA ÇIKMIŞTI” [196], cilt 5, s.122. Bugün ise Hannibal “çok-çok eski” bir kahraman olarak düşünülür.

Güya XIII. yüzyılda “Antikçağ tekrar doğuyor”: “ O zaman Roma halkı yeni bir moral kazanmış; ESKİ ÇAĞ’DA, Camillus ve Corşolanus devirlerinde olduğu (bugün kabul edildiğine göre bu devir “derin antikçağ”dır” – A.F.) GİBİ Toskana ve Latium’u fethetmek için yola çıkmıştır. SAVAŞ MEYDANINDA ESKİ S.P.Q.R. BAŞ HARFLERİNİ TAŞIYAN ROMA BAYRAKLARI TEKRAR GÖZÜKMÜŞTÜR” [196], cilt 5, s.126-127.

Bu tarz güya “yeniden doğan”, “dirilen” “antik” geleneklerin, isimlerin, ritüellerin vb. listesi onlarca sayfa tutabilir. Çünkü “antik” Roma’nın hemen hemen bütün kurumları Orta Çağ’da “yeniden doğmuş” görünüyor. Burada salt münferit örneklerle yetiniyoruz. Bu çarpıcı olayın doğuş olarak değil, “yeniden doğuş” olarak yorumlanması münhasıran hatalı kronolojiden kaynaklanmaktadır.

Bugün Orta Çağ İtalyan Roması’nın arkeolojisi ve anıtları üzerine tek orijinal kaynak en erken XII-XIII. yüzyıllarda hazırlanan iki kitaptır [196], cilt 4, s.544-545. Ansızın öğreniyoruz ki, Skaliger kronolojisine göre Roma anıtlarının bu Orta Çağ kitaplarında kaydedilen isimleri çoğunlukla yanlış ve uyumsuz addediliyor. Yani anlamaya başladığımız kadarıyla, Skaliger tarihine aykırıdır. O zaman, haklı olan Skaliger versiyonu değil, eski kitaplar olabilir mi?

Örneğin Aula Palatina bu kitaplarda Romulus tapınağı olarak geçiyor. Çağdaş tarihçi için bu mantıksızdır. Ancak bu Orta Çağ iddiası bizim keşfettiğimiz imparator Konstantin’in Kral Romulus’u kaplaması ile tıpatıp uyuşuyor, bkz. “Sayılar Yalana Karşı”, res.6.53. Bu tarz “tuhaf” özdeşleşmelerin yanı sıra, başka Orta Çağ vakayinameleri de bugün kabul edilen Skaliger kronolojisi ile sürekli çelişmektedir.

1.4. Marcus Aurelius’un “Antik” Heykelinin Yaratıldığı Tarih

Mesela Rikobald, Marcus Aurelius’un meşhur atlı heykelinin, Papa III. Clemens’in emri üzerine yaptırılıp dikilmiş olduğunu öne sürüyor. Ancak bu XI. yüzyılın sonudur, hiç de “antikçağ” değil [196], cilt 4, s.568, yorum 74. Hatırlatalım ki, tarihçiler bu heykeli güya M.S. 166-180 seneleriyle tarihliyorlar [930], s.91. Bu arada keşfettiğimiz paralelliğe göre güya M.S. 161-180 seneleri arasında hükmeden “antik” Marcus Aurelius, sadece, güya M.S. 1198-1218 seneleri arasında hükmeden Orta Çağ IV. Ottosu’nun bir “hayalet yansımasıdır”, bkz. “Sayılar Yalana Karşı”, res.6.46.

Rikobald’ın, Marcus Aurelius’un heykelinin salt Papa III. Clemens zamanında dikilmiş olduğuna dair iddiası, F. Gregorovius’un aşağıdaki şaşkın yorumunu doğuruyor: “Rikobald bunu yanlışlıkla öne sürüyor” [196], cilt 4, s.568, yorum 74. F. Gregorovius’un kanıtları nedir? Pek gülünçtür aslında: “Roma sanatının o zaman bulunduğu düşük seviye düşünüldüğünde böyle tunçtan bir eser nasıl yapılabilirdi?” [196], cilt 4, s.573. Bir başka deyişle, Orta Çağ Romalıları “kaydadeğer bir şey yapmayı beceremiyorlardı”. “Antik” Romalılar ise yüzyıllarca önce son derece hünerli ustalardı ve böyle büyük tunç heykeller yapabiliyorlardı, res.1.1.

Bu meşhur heykeli saran kronolojik tuhaflıklar o kadar çarpıcıdır ki, zaman zaman ünlü yayınların sayfalarına dökülüveriyor. Çağdaşlarımız şunu yazıyorlar. “Atlı heykelinin tarihçesi acayiptir. Efsaneler ile kaplı bu tarihçenin içinde birçok esrar saklıdır. MESELA KİMİN TARAFINDAN VE NE ZAMAN YARATILDIĞI İLE ESKİ ROMA’DA NEREDE BULUNDUĞU MEÇHULDÜR... Orta Çağ’da Roma meydanlarından birinde rastlantı sonucu bulunmuştur... HATALI ŞEKİLDE KONSTANTİN’İN GÖRÜNTÜSÜ SAYILMIŞTIR (!? – A.F.)”. Bkz. “İzvestiya” gazetesi, 1980, 16 Şubat. F. Gregorovius’un bildirdiği gibi, bu “açıklama” vaktiyle tarihçi Fey tarafından ileri sürülmüştür. Ona göre “MARKUS AURELİUS’UN ATLI HEYKELİ KONSTANTİN’İN HEYKELİ OLARAK ALGILANIYORDU ve bu hata sayesinde ORTA ÇAĞ’da korunmuştu. F. Gregorovius, böyle bir aldanış barbarlık döneminde mümkünmüş, diye düşünceli şekilde akıl yürütüyor, ancak Notitia zamanında Konstantin’in figürünün Marcus Aurelius’in figüründen ayırt edilemediğine ihtimal verilebilir mi hiç?” [196], cilt 1, s.49, yorum 32.

Skaliger tarihinde, karanlık Orta Çağ döneminde uzlaşmaz kilise güya bütün pagan mirasını yok ettiği halde “antik şaheserlerin” neden hasar görmediğine dair bir “açıklama” uydurulmuştur. Bize söylendiğine göre, cahil Orta Çağ rahipleri gündüz güya pagan heykellerini ve “antik” kitapları imha ediyorlar, geceleri ise gizlice heykelleri yeniden yapıyorlar ve “antik mirası” özenle kopya edip yeniden yazıyorlardı. Bize inandırıldığına göre, bu mirası karanlık çağlardan Rönesans’ın parlak zirvelerine ulaştırmak için.

Güya XIII. yüzyılda Roma’da “antikçağ” yapıtlarının güya acımasızca yağmalanmasına ve bunların Orta Çağ yapıtlarına dönüştürülmesine dayalı sanat serpilip gelişiyor. Mesela şimdi bize Orta Çağ Romalılarının, cenazeleri için “antikçağ lahitlerini” kullandıkları telkin ediliyor. Sanki kendi lahitlerini üretemiyorlarmış gibi. Yani yapmayı bilmiyorlarmış. Yapmayı unutmuşlar. Paraları da yokmuş hem. Aynı zamanda F. Gregorovius’un yorumlarına göre, ancak XIII. yüzyılın sonunda yeni, orijinal, “antikçağ örneklerine” –F. Gregorovius’un anlayışına göre– benzemediği için rahatlama duygusuyla Orta Çağ’a ait olarak adlandırılan mozoleler gözükür olmuş. Mamafih bu aşamada, F. Gregorovius “Roma’da XIII. yüzyılın ilk yarısına ait meşhur insanların hiçbir anıtı korunmadı” diye yazıyor [196], cilt 5, s.510. Bu durum bizi şaşırtmamalıdır. Bizim yapılandırmamıza göre, İtalya’daki Roma bir başkent şehri olarak en erken XIV. yüzyılda kurulmuştur, bkz. “İmparatorluk” kitabımız.

Meğer güya 1256 senesinde ölen Kardinal Wilhelm Fieschi “rölyeflerinde bir Roma düğünü tasvir edilen ANTİK (! – A.F.) bir mermer lahit içinde yatıyor – bir kardinal için ne tuhaf bir simge!” [196], cilt 5, s.510. F. Grogorovius’un şaşkınlığı pek haklıdır. Orta Çağ kardinalleri atalarının kalıntılarını düşüncesizce atıp “eski” lahitleri kullanacak kadar yoksul muydular acaba? Sonuçta bu, tahkir edici bir davranıştır. Sağduyunun bize ifade ettiği gibi, buradaki mesele bize telkin edilen yanlış kronoloji anlayışı ile sonraki dönemlerde “antik”, yani “pek eski” ilan edilen gerçek Orta Çağ sanatının örnekleri arasındaki aykırılıkta saklıdır. Aracoeli’deki Senatör mozolesi çok ilginçtir. F. Gregorovius şaşırmaya şöyle devam ediyor: “Bu anıt kendi içinde garip bir şekilde ANTİK ESKİLİĞİ VE ORTA ÇAĞ BİÇİMLERİNİ BİRLEŞTİRİYOR; Bacchus rölyefleriyle kaplı olan mermer mezar vazosu... üzerinde mozaik ile süslenen gotik üstyapılı lahitin yükseldiği bir temeldir” [196], cilt 5, s.511.

Bir soru soralım. Orta Çağ Roması’nda Guelfi ve Ghibellini aristokrasisinin kudretli aileleri nerede oturuyordu? Akıl etmek zordur. Bize söylenene göre, ANTİK HAMAMLARIN VİRANELERİNDE. Skaliger kronolojisini sökmeye çalışan çağdaş tarihçiler böyle düşünmeye mecburlar. F. Gregorovius şunu bildiriyor: “Kudretli aileler Quirinalis’e sahipti ve tahkimatını imparatorluk zamanına ait forumun yakınında kurmuşlardı... burada...Roma Trajan hamamlarına (yani düpedüz hamamlara! – A.F.) yerleşen Capocci ve Conti vardı; aynı zamanda yakında Konstantin’in (Roma) hamamlarında (yine hamamlarda! – A.F.)” Kolonn’un dördüncü köşkü bulunuyordu... Augustus, Nerva, Sezar’ın forumlarının muazzam viraneleri kolayca kale haline (? – A.F.) dönüştürülmüştür ve Contiler bu kaleyi şehre egemen olan içkale biçiminde kurmuştur” [196], cilt 5, s.526-527.

Skaliger kronolojisini takip etmeye mecbur olan F. Gregorovius, Orta Çağ Contisi’den önce bu muazzam, güya “antik” kule-kalenin varlığının gerçek delillerinin olmadığını kolayca itiraf edemiyor. Şunu yazıyor: “Onun yüzlerce yıldır durduğunun ve Conti’nin emriyle yalnızca genişletildiğinin hiçbir ispatı yoktur” [196], cilt 5, s.527. Ancak bunun sonucunda hemen açıklığa kavuşan şudur ki, Orta Çağ Contisi olasılıkla bu kasrı kendi Orta Çağ kalesi olarak kurdurmuştur. Daha sonraki dönemlerde ise bu kalenin resmen “derin geçmişe” ait olduğu ilan edilmiştir. XVII-XVIII. yüzyıllarda yaşayan tarihçiler ve arkeologlar tarafından. Skaliger kronolojisi gerçek Orta Çağ yapıtlarını derin geçmişe indirmeye başladığı zaman.

1.5. XVI. Yüzyılda Orta Çağ Ressamı Tintoretto “Antik” İmparator

Vitellius’un Resmini Ona Bakarak Yapmış Olabilir mi?

İlk bakışta beklenmedik görünebilen sonraki fikri formülleştirelim. XVI. yüzyılda yaşayan ressam Tintoretto’nun (1518-1594) ya da onun dolaysız öncelinin “antik” Roma imparatoru Vitellius’un resmini ona bakarak yapabilmesi olanak dışı değildir.

“Avrupa Resminin Beş Yüzyılı” kataloğunda meşhur Orta Çağ ressamı Tintoretto’nun bir resmi gösterilmektedir [714], s.52. Tintoretto 1518-1594 seneleri arasında yaşamıştır [1472], s.23-24. Resmi takriben 1540 senesi ile tarihleniyor. Resmin altına yerleştirilen isim hemen dikkat çekiyor: “SÖZDE Vitellius’un başının etüdü” [714], s.52. Bkz. res.1.2. Hatırlatalım ki, Vitellius güya M.S. 69 senesinde devleti yöneten “antik” Roma imparatoru sayılıyor [72], s.236. Şu halde Skaliger kronolojisine göre Tintoretto’yu İmparator Vitellius’tan aşağı yukarı 1470-1500 sene ayırıyor. Bu meşhur resme dair çağdaş yorum pek ilginçtir:

“Tintorento’nun atölyesinde XVI. YÜZYILDA ROMA İMPARATORU VİTELLİUS’UN PORTRESİ SAYILAN antik büstün kalıbı ya da mermer kopyası bulunuyordu. Orijinali 1523 senesinde Kardinal Domeniko Grimani tarafından Venedik Cumhuriyeti’ne hediye edilmiştir ve şu an Venedik Arkeoloji Müzesi’nde bulunmaktadır (20 No’lu eser). Bu yapıtı Hadrianus devri (takriben M.S. 178 senesi) ile tarihleyen Çağdaş arkeoloji, portrenin M.S. 67-68 senelerinde hükmeden Vitellius’un görüntüsü ile özdeşleşmesini olanak dışı bırakıyor. ANCAK TİNTORENTO’NUN EVİNDE BU YONTU BU İSİM ALTINDA KORUNUYORDU, bunu da ressamın oğlu Domeniko’nun “Vitellius’un başı”ndan söz ettiği vasiyetnamesi ispatlıyor... Bu başın Tintoretto’nun kendisi ve öğrencileri tarafından yaratılan yirmiden fazla etüdü biliniyor” [714], s.187.

XVI. yüzyılda bu büstün Roma imparatoru Vitellius’un resmi olduğu düşünülüyordu. Gördüğümüz gibi, büstün gerçek tarihçesi ancak Venedik Cumhuriyeti’ne hediye edildiği 1523 senesinde başlıyor. Olasılıkla büst XVI. yüzyılda ya imparatorun ölümünden sonra maskından ya da aslından, yani yeni ölen Vitellius’un kendisine bakılarak yapılmıştır. Tintorento’nun resmi ya henüz ölmüş ya da uyuyan bir insanı gösteriyor. Elbette Skaliger tarihi için “antik” Vitellius’un XVI. yüzyıla yerleştirilmesi tamamen imkânsızdır. Bu sebeple Vitellius’un bu büstünün XVI. yüzyıl ile tarihlenmesinin bizim yeni kronolojimiz ile nasıl uyuştuğuna bakmak pek ilginç olacaktır. Ayrıca keşfettiğimiz hanedan paralellikleriyle. Tarihçiler, Vitellius’u İkinci Roma İmparatorluğu’nun imparatoru sayıyorlar [72], s.236. Artık bildiğimiz gibi, bu imparatorluk X-XIII. yüzyıllardaki Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’nun hayalet yansımasıdır, bkz. “Sayılar Yalana Karşı” kitabındaki res.6.24 ve res.6.25. Ayrıca Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu, ağırlıklı olarak XIII-XVIII. yüzyılların Habsburg (Nov-Gorod?) İmparatorluğu’nun hayalet yansımasıdır (“suretidir”), bkz. “Sayılar Yalana Karşı” kitabındaki res.6.22 ve res.6.23.

“Antik” Vitellius devleti kısa süre yöneten bir hükümdar ve “antik” Vespasianus’un dolaysız önceli sayılır. Güya M.S. 69 senesinde hükmetmiştir [72], s.236. Dolayısıyla kaydedilen hanedan paralellikleri sonucu “yukarıya çıkıyor” ve gerçekte XVI. yüzyılın ilk yarısına ait Orta Çağ kralı olduğu görülüyor. Daha doğrusu “Sayılar Yalana Karşı” kitabındaki res.6.23’te görüldüğü gibi, iktidarının sonu ve ölümü 1519 senesine denk düşüyor. Orta Çağ tarihçilerinin bize bildirdiği gibi, enteresan olan şudur ki, büyük ihtimalle yeni ölen Vitallius’u tasvir eden büst ancak Venedik Cumhuriyeti’ne hediye edildiği 1523 senesinde tarih sahnesine çıkıyor [714], s.187. Şu halde iki tarih birbiriyle pek iyi uyuşuyor. Gerçekten. Aşağı yukarı 1519 senesinde “antik” Vitellius ölünce kopyası hazırlanıyor ve dört sene sonra 1523 senesinde kardinal büstü Venedik’e hediye ediliyor.

Her şey yerli yerine oturuyor. Olasılıkla Vitellius’un büstü XVI. yüzyılın ilk yarısına ait gerçek bir Orta Çağ hükümdarını tasvir ediyor. Ressam Tintoretto ile öğrencileri onu yeni ölen meşhur bir çağdaşları olarak betimliyorlar. Skaliger tarihçilerinin eklediği tehlikeli “sözde” kelimesi bugün Tintoretto’nun resminin isminden silinmelidir. Ve daha kısa ve daha doğru olarak şöyle yazılmalıdır: “Vitellius’un başının etüdü”.

Küçük oynamalar ve Orta Çağ kronolojisindeki dalgalanmalar ihtimali göz önünde bulundurulursa, Vitellius’un 1519 senesinde değil birkaç sene daha geç öldüğü ortaya çıkabilir. O halde Tintoretto onun resmini aslında ona bakarak yapmış olabilirdi. Tintoretto’nun meslektaşlarından biri ise aynı dönemde Vitellius’un büstünü hayattayken yapmıştır. Hatırlatalım ki, meşhur imparator Vitellius’un ölümünde hazır bulunması mümkün olan Tintoretto’nun öğrencilerinin, öğretmenlerinin çiziminden esinlenerek bu büst üzerinde çalışıp alıştırma yapmış olması pek doğaldır.

Bir tuhaf detayı daha kaydetmeden geçemeyeceğiz. Tintoretto’nun resminin alt kısmında bir tarih yer almaktadır, 1263. Bkz. res.1.2. Yani 1263 senesi! Ancak Tintoretto XVI. yüzyılda yaşamıştır. Çağdaş tarihçiler bu keyfiyeti yorumlamadan şöyle kaydediyorlar: “Aşağıda merkezde kurşun kalemle yazılmış 1263 sayısını görüyoruz” [714], s.187. Burada şu önemli gerçekle karşılaşıyoruz. Ressam Tintoretto resmi 1540 senesi civarında yapıp üzerine 1263 tarihini atıyor. Ama genellikle herhangi bir ressam resmine yaratılış tarihini atar. Böylece Tintoretto 1540 senesini 1263 sayısıyla kaydetmiştir. İddia ettiğimiz gibi bu durum gösteriyor ki, Orta Çağ tarihlerini yazmak amacıyla farklı Orta Çağ gelenekleri bulunmaktaydı. Bu gelenekler bugün geçerli olandan hayli farklıydı. Örneğin 1263 sayısı o zamanlarda 1540 senesi anlamına geliyordu. 1263 sayısını bugünkü yorumuyla, rakamı rakamına, yani güya 1263 senesi olarak anlasak 1540 senesi değil, daha erken bir tarih çıkarırdık. Yani resmi geçmişe doğru yaklaşık 277 sene indirirdik. Olasılıkla Skaliger tarihçileri böyle durumlarda zaten bunu da yapmıştı. Fakat bu durumda resmi 1540 senesinde “bırakmak” zorunda kalmışlardı, çünkü Tintoretto diğer birçok “bağ” ile ve çeşitli bağımsız delillerle 1540 senesine bağlıdır.

1.6. Bir Yaprak Parşömen Kâğıdı Yapmak İçin Gereken Zaman

Son olarak enteresan bir gözlemi verelim. Birçok klasik “antik” metin ya parşömen kâğıdı ya da papirüs üzerine yazılmıştır. Üstelik muhteşem bir edebiyat dili ile yazılmıştır. Öte yandan gerçekten eski Orta Çağ metinleri eğri büğrü, kısa üslupla yazılmıştır. Ve bu pek doğaldır. Zaman ilerledikçe ilkel dil yetkinleşerek yüksek bir edebi hâl alıyor. Bunun yanı sıra, eski çağlarda yazıda kelimenin iskeleti olarak ancak ünsüzler kaydediliyordu. Ünlüler ise ya tamamen ortadan kaldırılıyordu ya da yerlerine küçük satır üstü işaretler geçiriliyordu. Bu sebeple Kutsal Kitap dâhil olmak üzere birçok eski metnin ünlü problemi denilen problem doğmuştur. Yani bir orijinal metni doğru okuyabilmek için ünlülerin nasıl kullanılması gerektiği ile ilgili problem. Olasılıkla eski çağlarda yazı malzemeleri pahalı ve seyrek bulunur olduğu için, yazıcılar malzemeden tasarruf etmek için ünlüsüz bırakarak metni kısaltıyorlardı. Keskin edebi üslubun, sadece kültürün uzun süren evrimine değil, yazı malzemelerinin harcıâlem olmasına da tanıklık ettiği fikri doğuyor. Güzel bir dil geliştirme yolunda çok çalışıp alıştırma yapmak amacıyla. Mesela kâğıt çok ucuzdur (fakat her zaman böyle değildi). Ancak “antikçağ”da kâğıt yoktu ki. Bize bugün anlatıldığına göre “antik” klasikler salt parşömen üzerine yazılmıştır. Parşömen ne kadar harcıâlemdi acaba?

Bir yaprak parşömen kâğıdı yapmak için mesela şunlar gerekiyor [544]:

1) 6 haftadan büyük olmayan bir dananın ya da kuzunun derisini yüzmek;

2) Deriyi 6 gün kadar akan su içinde ıslatıp yumuşatmak;

3) Özel bir kaşağı ile kazıntılarını gidermek;

4) Yünü, rutubetli bir çukur içinde deriyi çürüterek ve kireçle külleştirerek 12-20 gün boyunca yumuşatmak;

5) Yumuşatılan yünü gidermek;

6) Çıplak deriyi içindeki külün fazlasını gidermek amacıyla yulaf ya da buğday kepeği içinde mayalamak;

7) Kuruduktan sonra yumuşak olması için deriyi bitkisel sepi salgıları ile sepilemek;

8) Önceden tebeşir tozu ekilen deriyi sünger taşı ile ovarak düzleştirmek.

Bu, HER BİR YAPRAK PARŞÖMENin üretimi için gereken prosedürdür. Bütün bunlar parşömeni (ve papirüsü) değerli eşya düzeyine çıkarıyordu ve bu durum Rönesans devri arifesindeki bez kâğıt icadına kadar sürmüştü.

Şimdi ise örneğin “antik” Titus Livius’un eserini açalım. Anlatımına süslü püslü ve ağdalı bir şekilde başlıyor.

“Roma halkının tarihini, başkentin kuruluşundan itibaren yazmam zahmete değer mi? Bunu iyi bilmiyorum, bilseydim bile dile getirmeye kalkmazdım. Mesele şudur ki, gördüğüm kadarıyla bu iş eski bir iştir ve çok kişi tarafından denenmiştir, ayrıca sürekli ortaya çıkan yeni yazarlar ya olgusal olarak yeni bir şey eklemeyi düşünüyorlar ya da haşin eskiliği anlatım sanatıyla aşmayı...” [482].

Bize anlatılan şudur ki, böyle hafif ve ağdalı üslup güya M.Ö. I. yüzyılda Titus Livius’un yüz kırk iki, hatta farklı verilere göre yüz kırk dört kitabının yazımında kullanılmıştır. Bu kadar tutarlı bir üslup geliştirebilmek için pek çok taslak yazması gerekiyordu. Bir o kadar da parşömen (danalar ve kuzular) gerekiyordu! Kanımızca bunun açıklaması basittir. Bütün bu “antik” kitaplar kâğıdın ucuzladığı için yaygın şekilde kullanılabildiği Orta Çağ’da yaratılmıştır.

1.7. “Antik” Roma İmparatoru Augustus Hristiyan İdi, Çünkü Hristiyan Haçlı Orta Çağ Tacını Takmıştır

Res.1.3.’te güya XIII. yüzyılın sonu ile tarihlenen meşhur Orta Çağ Hereford haritası gösterilmektedir [1177], s.309-312. Bu haritanın boyutu gayet büyüktür, 1,65 X 1,35 metre. Bu haritanın güya M.S. IV. yüzyılda yaşayan Paulus Orosius’un “Tarih” eserine dayalı olduğu varsayılmaktadır [1177], s.311. Gerçekte ise anladığımız kadarıyla bu harita büyük ihtimalle en erken XVI. yüzyılda hazırlanmıştır.

Haritanın sol alt köşesinde meşhur “antik” imparator Augustus tasvir edilmiştir. Üç coğrafyacıya Dünya’nın betimlemesini oluşturmalarını talep eden kararnamesini sunuyor [1177], s.206, bkz. res.1.4. Çağdaş tarihçiler şöyle yazıyorlar: “Haritanın sol ucunda Jül Sezar tarafından Dünya’nın ölçümünün başlatıldığını okuyoruz. Sol alt köşede kararnamesini elinde tutan imparator Augustus’un tasvirini buluyoruz” [1177], s.309.

Skaliger tarihi çerçevesinde “Antik” Roma imparatoru Augustus’un başında Hristiyan haçlı Orta Çağ tacını görmemiz tümüyle şaşırtıcıdır. Hem de Papalık tacına hayli benzer olan tacı, res.1.5 ve res.1.6. Genel olarak da Roma imparatorunun görünüşü, Skaliger tarihi için hazırlanan ve Batı Avrupa atölyelerinde XVI-XVIII. yüzyıllarda kitlesel olarak üretilen “antik görsel araçlardaki” tasvirine hiç benzemiyor. Res.1.7’de Augustus’un bu “antik” heykellerinden şu an Vatikan Müzesi’nde saklanan birini örnek vermek amacıyla gösteriyoruz [304], cilt 1, s.489. Octavianus Augustus burada çok güzel, sert Yunan tarzında ve gençlik için ideal bir örnek sıfatıyla betimlenmiştir. Büyük ihtimalle bu “çok eski” heykel en erken XVII. yüzyılda yaratılmıştır. Hereford haritasında ise aynı Roma imparatoru Augustus, çok farklı şekilde betimlenmiştir, yani Hristiyan haçlı tacı takmış, sakallı, tipik Orta Çağ kıyafetiyle. Şimdi anladığımız kadarıyla bunda tuhaf bir şey yoktur. Harita doğrudur. Çünkü bu hükümdar en erken M.S. XII-XIII. yüzyıllarda yaşamıştır.