TÜRK SEZARI'NIN SARAYI VE KONSTANTİNOPOLİS'TEKİ HAYATI
A.İ. Lızlov

“İskit Tarihi”nden Alınmış Türk Sultanlarının Sarayının Tarifi”
Çeviren: A.İ. Lızlov, 1649 Yılı

1.   BÖLÜM

Konstantinopolis Şehrinin Konumu Ve En Önemli Yapıları Hakkında

2. BÖLÜM

Küçük Tapınaklar Ve Türk Camileri Hakkında

3. BÖLÜM

Hristiyan Kiliseleri Hakkında

4. BÖLÜM

Surlar, Kapılar, Meydanlar Ve Tüccar Dükkânları Hakkında

5. BÖLÜM

Şehir Vergileri Ve Gelirleri Hakkında

6. BÖLÜM

Mahkemeler Ve Türk Hukuku Hakkında

7. BÖLÜM

Türk Sultanının Köşkleri Ve Sarayları Hakkında

8. BÖLÜM

Sultan Odaları Ve Sarayağaları Hakkında

9. BÖLÜM

Sultan Bahçeleri Ve Kütüphanesi Hakkında

10. BÖLÜM

Türk Sultanının Eczanesi Hakkında

11. BÖLÜM

Sultanın Yemeği Ve Aşhanesi Hakkında

12. BÖLÜM

Tavlalar Ve Şehir Dışındaki Bahçeler Hakkında

13. BÖLÜM

Zeughaus (Silahhane – Ç.N.) Ve Deniz Savaş Depoları Hakkında

14. BÖLÜM

Sultanın Para Avlusu (Darphane – Ç.N.) Ve Maden Cevheri Hakkında

15. BÖLÜM

Türk Sultanının Eğlenceleri Ve Gezileri Hakkında

16. BÖLÜM

Sultanın Saraydaki Eğlenceleri Hakkında

17. BÖLÜM

Sultanın Karıları Ve Diğer Sultan Kadınları Hakkında

18. BÖLÜM

Onun (Sultanın – Ç.N) Pagan Sadakaları Ve Hayır İşleri Hakkında

19. BÖLÜM

Türk Sultanlarının Hastalıkları Ve Ölümleri Hakkında

20. BÖLÜM

Yeni Sultanın Seçilmesi Hakkında

21. BÖLÜM

Türk Dini Ve Muhammed Yasası Hakkında

22. BÖLÜM

Muhammed'in Mezarına Seyahat Hakkında

23. BÖLÜM

Büyük Müslüman Bayramları Kutlamaları Hakkında

 

 

1.   BÖLÜM

Konstantinopolis Şehrinin Konumu Ve En Önemli Yapıları Hakkında

Türk sultanının sarayının layıkıyla tarif edilmesi için – ki biz, Ruslar ve Lehler onunla yakın komşuluktayız – ilk önce Konstantinopolis şehrini tarif etmek istiyorum; Sultan sürekli burada kalıyor. Yerin güzelliğinden, koca binalardan, denize ihtiyaç yüzünden ve pek çok Yunan  kralının  ününden  esinlenerek  Gretsia’yı  (Yunanistan’ı  –  Ç.N.)  fethettiği  günden itibaren kendi taht şehrini burada teşkil ettirmiştir.

yaprak 305 ters.

Şehir sanki yekpare bir alanda duruyor. İki yanında deniz var, bir tarafında Helespontes diye adlandırılan boğaz var. Bu boğazın suyu Karadeniz’den Proponds adındaki Akdeniz’e akıyor,  çok hızlı akıyor, bu suyun içinde dünya kadar balık var. O alanın diğer tarafında bir körfez var. Bu körfez toprağa batarak Galata kasabasını Konstantinograd’dan ayırıyor, genişliği birkaç stadyum (ölçü birimi – Ç.N), parmaklıksız bir eldiven gibi dökülüyor. O adanın sonunda körfeze Trakya’dan gelen Feofana (Kâğıthane – Ç.N) adındaki oldukça büyük bir nehir kavuşuyor. Eski Çağlarda burada Büyük Konstantin zamanında tesis edilen meşhur bir kâğıt değirmeni (imalathanesi – Ç.N.) varmış.

Bu şehir uzundur ve pek geniş değildir. İtalya’daki Roma gibi yedi tepe üzerine kurulmuştur. Bu tepeler art arda geliyor, sanki biri uzaktan bütün şehir boyunca bir atın ardından diğer atları götürüyormuş gibi. İlk tepe pek yüksek değildir, bu alanın bir ucunda bulunuyor, iki yanında deniz dökülüyor. Burada sultan köşkleri kurulmuştur, sultan sürekli burada kalıyor, bu yer Türkçe’de saray [yani ev] olarak adlandırılmıştır.

yaprak 306

Diğer tepeler ise şehrin içinde bulunuyor, üzerlerinde farklı yükseklikte binalar var. Son tepe şehrin sonunda duruyor, kuzey tarafında, Adrianopolis şehri yönüne açılan girişin yanında. O tepe ile onun ardındaki diğer tepe arasındaki koyakta bir aqueduktum [yer altı boruları vasıtasıyla suyun getirildiği yapı] çok yüksek ve sağlam taş ayaklar üzerinde duruyor. Bunlar muazzam bir bedel karşılığında Konstantin zamanında kurulmuştur. Bu yapılar gerçekten harikulade sanatsal yapılardır. Eski Romalıların cesur Tovotumu gibidir ancak sanatsal açıdan diğer su kemerlerinden çok daha güzeldir. Uzunluğu 40 İtalyan –Rus versti de aynıdır- milidir. Ta sultan konağına, yani sarayına kadar gidiyor.

yaprak 306 ters.

Bazı yerleri tahrip olmuş bu yeraltı boruları Sultan Soliman’ın (Süleyman – Ç.N) emri üzerine inşa edilmiştir ve üzerinden yalnızca saraya değil, şehrin birçok önemli yerine bol miktarda suyun geçmesi amacıyla geliştirilmiştir. Bu su kemerinden, farklı milletlerden gelen insanların kişi başı beş akçe (orijinal metinde akçe kelimesinin yerine aspr kelimesi geçmektedir – Ç.N) [akçe, yani üç Rus parası] vererek yıkandığı hamamları saymadan şehirdeki 640 havuz su ile doluyor. Akçe esas gümüş paradır, Moskova paralarına benzer. Şehirde bu hamamlardan 240 tane vardır. Bunlardan başka, şehir dışında bulunup Soliman’ın yaptırdığı aynı su kemerinden gelen su ile dolan başka yıkanma yerleri de vardır. Son tepede, şehrin kuzey ucunda, körfeze ve boğaza yakın bir taş kale vardır. Eski töreler uyarınca yedi kule ile inşa edilmiştir, adı Gadıkulya’dır (Yedikule – Ç.N.). Burada ücretli 250 evli asker daimi olarak oturuyor. Her birinin, karılarının ve çocuklarının kaldığı ayrı evleri vardır. Bu kalede onları kontrol eden bir başkan vardır. Bu başkanın yanında, emri altında bulunan karılarıyla oturan dört asker yardımcısı vardır. Bu kalenin başkanı kaleyi korumakla görevlendirilmiştir. Sadrazamın imzalı emri olmadan asla kapının dışına çıkamıyor. Ancak bunun yıl içinde iki istisnası vardır. Onların (Müslümanların – Ç.N) iki önemli bayramı. Zaten bu bayramlarda Müslümanların hepsi ya camiye (orijinal metinde moshea = mosque kelimesi geçmektedir – Ç.N.) ya kendi cemaatine ya da - çok daha uygun olarak - Aya Sofya’ya gelmelidir.

yaprak 307.

Bu  yedi  kule  eski  zamanlarda  değerli  süsler  ile  doluydu,  zira  bunlarda  bütün  sultan hazinesi saklanıyordu. Birinci kulede altın paralar ve altından dökülen teller. İkinci kulede eski ve büyük gümüş paralar. Üçüncüsünde değerli at kıyafetleri, hem de gümüş ve altınla kaplı çeşit çeşit askeri silahlar. Dördüncüsünde eski zamanlara ait çeşitli değerli kaplar: Altın, gümüş, kristal, yakut, mercan ve değerli taşlar ile bezenmiş kaplar. Beşincisinde kalelerle şehirlerin fethi için kullanılan farklı silahlar. Altıncısında çeşit çeşit antikalar ve denizden çıkarılan doğal nesneler ve fildişinden yapılan eşyalar – bütün bu eşyaları Sultan Selim Tauris (yani Tebriz – Ç.N.) şehrini Acemlerden aldıktan sonra getirmiştir. Büyük Galeri’ye yakın olan yedinci kulede çeşitli elyazmaları ve matematik aletleri bulunuyor.

Şimdi bütün bunların pek azı kalmıştır, zira İkinci Selim Venediklilerin elinden Kıbrıs adasını alırken ordusuna oradan çok servet dağıtmıştır ve Roma kesarı V. Karl zamanında Hristiyanlar ile yapılan deniz savaşında yenilince bir hayli eşya batırmıştır. Bu yüzden, seçkin servetini kendisinin yaşadığı sarayına getirmiştir.

yaprak 307 ters.

Onun oğlu Amurat (Murat – Ç.N.) ise oraya (hazine olan Yedikule’ye – Ç.N.) hiçbir şey koymamıştı, aksine o değerli ve pahalı eşyaların kalanını (kendi sarayına Ç.N.) aktarmıştı. Bu yüzden o kale şimdi saygın adamlar için bir nevi zindan haline dönüştürülmüş. Burada belli sebeplerle paşalar hapsediliyormuş, ya da Hristiyanlar veya komşular ile savaşlarda esir düşen büyük adamlar.

Orada tutulan kalebentler kale içinde serbestçe dolaşıyorlar, ancak yanlarında bir bıçak veya başka bir silah bulundurmamalıdırlar. Geçenlerde orada tutulanlar arasında, Cezayir Kralı Emeney [yanında dört hizmetçisi vardı] ve Tunetan (Tunus – Ç.N.) Kralı’nın iki oğlu vardı. Her birinin kendisine ait evi bulunmaktaydı.

Yedikule’nin bütün bu yedi kulesi dörtgen ve kalındır. Üstleri piramide* benzer şekilde sivrimsi yapılmıştır ve kalay ile kaplıdır. Bu kalenin kapılarını açmıyorlar, ancak güneşin doğuşundan bir saat sonra açıyorlar ve güneşin batışından bir saat önce kapatıyorlar. Cuma günü ise üç saat önce kapatıyorlar ve öğlen saat bire kadar açmıyorlar. O kalede gereken her şey hep vardır. Gerek barut, gerek el silahları, gerekse de aralarında olağandan daha büyük olan otuz topun, birkaç küçük topun ve yukarıdan atış yapmak için organların (organ veya organka – eşzamanlı atış için birbirine bağlanan çok borulu misket tüfeklerinin – G.N.) bulunduğu diğer silahlar vardır.

yaprak 308

Ortasında bir hamam ve sultan bostanı ve burada yaşayan askerlerin küçük bostanları vardır. Bu bostanlarda sebze yetiştiriyorlar. Burada bir cami de vardır, diğer camiler onun gördüğü kadar hürmet görmüyor; sultan bu camiye yemek bağışlıyor, bu yemek Cuma günleri dağıtılıyor. Burada topraktan fışkıran bir pınar vardır, suyu pek güzeldir. Bir de ekmeği duraksamadan öğüten bir tekerlekli küçük değirmen vardır. Ayrıca başka bir su kaynağı var, eski zamanlarda bu suyu getiren borular öyle akıllıca kurulmuş ki, kimse bu suyun nereden geldiğini kavrayamıyor.

2. BÖLÜM

Küçük Tapınaklar Ve Türk Camileri Hakkında

Konstantinopolis’te iki binden fazla Türk tapınağı bulunuyor. Bunlardan beşi sultanın emri ile ihsan edilmiştir ve … orada tespit edilen günlerde dua edenlere mağfiret bağışlanır. Bu camilerden sekiz tanesi ise en saygınlarıdır ve hayli eskiden ve yüzyıllarca yaşaması için yaratılmıştır.

yaprak 308 ters.

İlk ve başlıca cami, Aya Sofya, eski Hristiyan tapınağı, Büyük Konstantin’in* emri ile haddi hesabı olmayan bir servet karşılığında yaratılmıştır. Sultan sarayına yakındır, burada Ataman** oğulları defnedilmiştir.

2. tapınak, Baozit (Beyazit – Ç.N) Camii adındadır. Bu adı taşıyan sultan bu yapıyı gerçekten padişahi bir bağışla teşkil ettirmiştir.

3.  tapınak,  Şehzade  Mehmet  Camii,  onu  kurup  teşkil  eden,  Soliman’ın  Mahemet (Mehmet – Ç.N) adındaki oğlu idi.

Dördüncüsü, Soliman (Süleymaniye Camii – Ç.N) Aya Sofya’dan daha görkemlidir. Sultan Süleyman onu altıda bir milyon*** saf altın para bastırıp inşa ettirmiştir. Zira içinde fevkalade güzel farklı renkli mermer sütunlar ve meşhur işçilik vardır. Bu camiye hizmet edenler için ona yakın bir revir ve Nazakop manastırı ile bir hamam ve etrafında diğer yapılar da bulunuyor.

Yaprak 309

Beşincisi  Sultan  Selim  (I.  Selim  Camii  –  Ç.N.).  Sultan  Selim  günah  çıkarmak amacıyla bu camiyi yaptırmıştır, zira kendisi tahta bir an önce çıkabilmek için babasını öldürtmüştür. O, yedi sene içinde Mısır, Suriye, Kutsal Topraklar ve Acem topraklarının bir kısmını işgal etmişti ve bütün atalarının sahip olduğu kadar kâr sağlamıştı.

En saygın camilerden altıncısı Fatih Camii’dir. Onu Konstantinopolis patriğinin katedralinin bulunduğu yerde yaptıran, Konstantinopolis’i fetheden Fatih Sultan II. Mehmet idi.

Sekizincisi Sultan Murat Camii’dir. Onu sanat ve görkem açısından Süleyman Tapınağı’na benzer şekilde yaptıran Sultan II. Murat idi; onun etrafında da birçok bina vardır, fakat Süleyman’ın tapınağı kadar güzel değildir, zira Sultan Süleyman kendi tapınağı için mermeri İskenderiye’den, Suriye’den, Mezopotamya’dan getirtmişti.

Lakin Türklerin kendi tapınağına dönüştürdüğü Aya Sofya Tapınağı, yüksekliği ve değerli sanatı ile bütün diğer yapılardan hayli üstündür. Altıgen olarak yapılmıştır, dört büyük duvarı vardır, diğer iki duvarı ise daha küçüktür, farklı tür mermerden ustaca yapılmıştır. Bu duvarların içinde aynı mermerden yapılan kapılar var, her duvarda sekiz kapı vardır. Ancak tapınağın içine yalnızca dört büyük kapı açılıyor [farklı ana yönlerden giriliyor], bu kapılar çaprazlama yapılmıştır.

yaprak 309 ters.

Tapınağın ortasında ise on altı mermer sütuna oturtulmuş kopulya* vardır [Roma’daki Aziz Petrus Bazilikası’ndan daha çok, daha büyük ve daha yüksektir]. Üstü tümüyle kalay ile kaplıdır. Bu sütunlar ve bu kopulya ise aynıdır, yuvarlaktır [bu sütunlar Roma’daki Aziz Petrus Bazilikası’nın giriş kapılarının yanlarındaki duvarda bulunan taştan oyulan sütunlardan daha yüksek ve daha kalındır]. Bunlardan dördü diaspro adındaki Kıbrıs mermerindendir; dördü kırmızı somakiden; dördü çimentodan bükümlü olarak dökülmüştür fakat diğerlerinden daha kalındır; diğer dördü ise beyaz mermerdendir, içinde siyah lekeler var ancak bu lekeler geniş, bükülmüş koyu rengârenk mermer gibi, başlıkları eski zamanlara ait fevkalade güzel bir marifetle yapılmıştır. Orada, oyulan desenler arasında çeşitli azizlerin görüntüleriyle oyulmuş biçimdeki ikonlar bulunuyordu. Ancak Türkler bunların çıkarılmasını emretmiştir.

O sütunların atkılarında, daha  yukarıda bir halka hizasında  yirmi dört sütun daha vardır. Bunların üstünde başka bir tonoz var, bunun atkılarının bazıları dörtgen, bazıları yuvarlak  ve  renklidir.  O  atkılarda  üçüncü  mermer  sütun  sırası  bulunuyor,  aynı  ama ikincilerden daha küçüktür, işte bunların üstüne o kopulya oturtulmuştur.

yaprak 310

O orta sütunların yanında ise üzerlerinde atkılarını tutan ilk sıra sütunların etrafında yirmi dört sütun daha var. Bu sütunlar orta sütunlar ile birlikte aşağıdaki tonozun kalınlığına uyuyor ve orada o vasistastan katedralin duvarlarına tonoz uzanıyor. Duvarlar ise tümüyle farklı mermerler ile bezenmiştir, üzerinde de incelikle oyulan desenler vardır.

Etraftaki bütün kapılar da aynı şekilde, aynı eski sanatla yapılmıştır, ancak üzerlerinde, katedralin kendisinde olduğu gibi fevkalade rengârenk mozaik* yoktur. Esasen hem kilisedeki hem de kapılardaki kakmalar aynı idi, büyük bir marifetle süslenmiştir, bunun çok büyük bir kısmını  [Konstantinopolis’i  işgal  eden]  II.  Mahomet  (Mehmet  –  Ç.N.)  kiliseden çıkarttırmıştır, onun yerine ezilmiş beyaz albatr sürdürmüştür.

yaprak 310 ters.

Bu arada kilisenin ortasında, kopulyanın altında Hazreti Meryem Ana’nın saygı gören görüntüsü Yunan sanatına benzer şekilde renkli mozaik ile bezenmiştir. Bilmem neden ötürü, Türkler de ona büyük saygıyla tapıyor. Etrafında ahşap ayaklar üzerinde perdeler asılı, ancak biri yukarıya kopulyanın altına çıktığında bir saygın imgenin, çok saygı gören muhteşem bir yüzün var olduğunu yukarıdan görebilir.

Kilisenin altında birçok bodrum vardır. Burada Hristiyanların Tanrının azizlerinin görüntüleri bulunan küçük altarları vardı ve Hristiyanlar burada defnediliyordu. Her şey korunmuş, Türkler ise orada çok sayıda kutsal cesedin olduğunu, kimsenin onlara dokunma hakkı olmadığını söyleyerek bunları asla tahrip etmiyor.

Sultan, oradan sekiz veya on kap eski yağ aldırıp o kapların her birini demir kapak ile sıkıca kapattırıp mühürletmiştir ve oraya kimse gitmesin diye bütün kapıları kapattırmıştır.

yaprak 311

Kaplardan birinin üzerinde güya Kral Büyük Konstantin zamanında konulduğu yazıyordu.  Bir başka kap, üzerindeki yazıya göre, güya iki bin senedir duruyordu. Bunun içindeki bütün yağ süt kıvamındadır ve ağaç yağı kadar yoğundur. Sultan o yağdan diğer kaplara koydurmuştur ve bu kapları bir yerde saklatmıştır. İçine sadece müsaade ile girilebilmesi için bu yere açılan kapılar demirdendir. O yeraltı mekânlarındaki mağaralar şehrin uzak yerlerine gidiyor. Mağaranın yanındaki her odada ise güya güneş ışıkları vardır, her mağaranın girişinde mermerden yapılan tabut içinde birer ceset yatıyor. Bir de birbirinin karşısında bulunan iki özel mağara (yer altı geçidi – G.N.) daha vardır. Birisi sultan sarayının altında denize gidiyor, diğeri ise şehrin ortasından surlara gidiyor. Şehirden onun içine açılan kapılar vardır, bu kapılarda daimi olarak ipekli kumaşları yaratan ustalar kalıyor ve yazın orada kendi ürünlerini dokuyorlar, zira orası geniş ve aydınlıktır ve o yer için senede 300 şkut (bir eski para birimi – G.N.) ödüyorlar ki, bu takriben iki yüz saf altın değerindedir.

O  tapınağın  etrafında  bulunan  yapılar  ise  papazlar  içindi.  Pagan,  şimdi  tapınakta hizmet veren Müslüman hukukçularının yaşadığı ve kitaplardaki hataların düzeltildiği eski odaların dışındaki binaların hepsini temellerine kadar yıktırmıştır. Bundan başka, bir vaftizhane vardı. Altıgen ve üç odalı şekilde, sanatkârane biçimde yaratılmıştır. Türk onu cephanelik haline dönüştürdü ve sarayına götürdü.

yaprak 311 ters

Soliman’ın (Süleyman’ın – Ç.N.) camii de aynı şekilde büyük, fevkalade güzel bir marifetle yaratılmıştır. İçinde çok sayıda mermer sütun vardır, bu sütunlar uzak memleketlerden büyük bedel karşılığında getirilmiştir. Caminin içinde de büyük bir kopulya vardır. Kopulyanın yanında yukarıya giden iki geniş merdiven vardır, bunların üzerinde de otuz iki küçük kopulya bulunuyor. Caminin her köşesinde beyaz mermerden dörder kulecik yaptırılmıştır, bu kuleciklerden bu caminin kayyumları kendi töresi uyarınca yüksek sesle bağırarak bütün milleti saptanmış saatte namaz (orijinal metinde genel dua kelimesi kullanılmıştır – Ç.N.) için çağırıyorlar. Zira Muhammed’in yasasına göre (camilerin – Ç.N.) çanları olmamalıdır. Büyük bayramlarında o kuleler arasına güneş, ay,  yıldızlar ve diğer fantezi nesneler asıyorlar. Bunlar geceleri parlayıp pek harikulade bir görüntü yaratıyor ve bayram haftası boyunca böyle kalıyor.

yaprak 312

3. BÖLÜM

Hristiyan Kiliseleri Hakkında

Konstantinopolis’te birçok Hristiyan kilisesi de vardır, Türkler bunlardan nefret ettiği halde. Şehrin içinde başta Yunanlıların 40 kadar kilisesi, Ermenilerin dört, Latinlerin iki kilisesi vardı. Latin kiliselerinden biri eski zamanlarda bir Dominikan’ın bağışladığı eski bir darülacezeyi  içeriyor.  Öbürü  ise  Hazreti  Meryem  Ana’ya  adanmıştır.  Bu  kilisede  Latin kilisesinin patriğinin muavininin müsaadesiyle hukukçular yaşıyorlar. Latin kilisesinin patriğinin muavininin evi ise Konstantinopolis’in dışında, körfezin karşısında, Galata’da bulunuyor. Burayı Pera olarak da adlandırıyorlar.

yaprak 312 ters.

Bu iki kilise aslında birbirine yakın ve bir sokak üstünde bulunuyor. Türkler bunları Kafa Magalia olarak adlandırıyorlar. Hazreti Meryem Ana Kilisesi’nde Meryem Ana’nın ebedi  oğluyla  görüntüsü  var.  Bu  görüntü  Roma  Delkolfalion’daki  görüntüsüne  benziyor. Ahşap  bir  levha  üzerine  ebedi  bir  marifetle  çizilmiştir  ve  insanı  hissiyata  ve  hayrete düşürüyor. Dünyaca bilinen yüce mucizeler burada olup bitiyor. İtalyanlar bu görüntüyü Madonna da Konstantinopoli olarak adlandırıyorlar. Türklerin Galata olarak adlandırdığı Pera banliyösünde sekiz Latin kilisesi vardır. Bunlar: Aziz Fransizk, bu Dominikan kilisesidir; Hazreti Meryem, burası Cizvitlerin yeri; Aziz Vaftizci Yahya Kilisesi, burada dindar Katoliklerin bağışlarıyla salgın hastalıklardan etkilenenler için bir bakımevi yaptırılmıştır; Aziz Sebastiyan Kilisesi, Fransiskenler’in idaresinde bulunuyor; daha sonra Aziz Georgiy ve Aziz Antoniy kiliseleri, yukarıda sözü geçen Aziz Vaftizci Yahya Kilisesi’ndeki gibi bunlarda da Latin kilisesinin patriğinin muavininin müsaadesiyle farklı hukukçular yaşıyor, ancak Aziz Antoniy Kilisesi’nde hasta Türkler, Yunanlılar, Latinler ve Ermeniler daima çok sayıdadır, zira orada o azizin dualarıyla şifa buluyorlar.

yaprak 313

Pera olarak adlandırılan o banliyöde birçok Hristiyan tüccarı yaşıyor, bunların çoğu Venediklilerdir. Fransız sefiri gibi Venedik sefiri -onu balo olarak adlandırıyorlar– ve diğer Hristiyan hükümdarlarının sefirleri sağlıklı hava için o banliyönün şaraphaneleri arasında oturuyorlar. Ancak Hristiyan sezarının sefirleri farklıdır çünkü (bunlar – Ç.N.) diğerleri gibi konakta oturmuyorlar, geldiklerinde şehrin içinde kalıyorlar.

yaprak 313 ters

Yahudilerin de Konstantinopolis’te tapınakları var, galiba on yerde, özel olarak kurulmuştur. Yunanlıların bütün şehre yayılan kiliseleri vardır, özellikle şehrin merkezinde, zira farklı insanlar şehrin surlarına giden sokaklarda ayrı ayrı yaşıyorlar; çingeneler de aynı şekilde ayrı bir köşede karıları ve çok sayıdaki çocukları ile yaşıyorlar.

4. BÖLÜM

Surlar, Kapılar, Meydanlar Ve Tüccar Dükkânları Hakkında

Konstantinopolis’in etrafı, henüz Büyük Konstantin zamanında yaptırılan, Roma surlarına benzer, aynı şekilde dörtgen kuleleri olan eski surlar ile çevrilidir. Büyük sarayı saymadan  o  surların  uzunluğu  ondört  İtalyan  milidir  [veya  Rus  versti].  Sonra  sarayın yanındaki taş sur, deniz kenarından iki tarafa açılan uzun bir takoz gibidir, İtalyan milinin sekizde biridir. Üçüncü tarafı ise -şehir tarafı- aynı iki mildir. Saray ile birlikte bütün taş surlar yaklaşık yirmi İtalyan milidir.

yaprak 314

Şehrin içine on dokuz kapıdan girilmektedir. Tarla tarafında, yani Polonya yönünde dört kapı vardır ama bunlardan ikisi daha mühimdir: Bunlardan birisine Adrianopolis yönünden geliyorlar, diğerine ise güya Aziz Eyyup’un cesedi ve kemiklerinin {287} bulunduğu Burgia kasabasından geliyorlar. Bu kapılar Roma kapıları gibi yapılmıştır ve onlardan daha büyüktür. Bu kapılardan Aziz Sebastian Kilisesi’ne girilir. Fakat şu bilinmelidir ki, tarla boyunca bir denizden diğer denize kadar uzanan iki taş duvar yaptırılmıştır, biri üstte, öbürü ise alttadır. Kıyılar boyunca ise iki tarafında tek bir sur uzanıyor.

Aykapezı (Ayakapısı – Ç.N.), yani aya, kutsal kapı olarak adlandırılan kapı bir başkadır. Zira Hristiyan krallarının hükümdarlığı zamanlarında o, içinde bir hayli aziz cesedinin bulunduğu ve milletin dualar için akın akın gittiği bir kilise idi. Şimdi Türkler o kiliseyi camiye dönüştürdüler, çünkü o kapıdan şehre girmişlerdi. İlk başta bunları, yani eski surları toplar ile yıkarak, taarruzla almışlardı. Şehir içinde kendilerini savunan Hristiyanlar ise bir gecede bir verstlik duvar inşa etmişti. Ancak Türkler şehre başka yerlerden girmişti. O suru koruyanlar ise, arkalarında şehir içinde düşmanları görünce korkup kaçtılar. O duvar bu zamana kadar o kapının önünde duruyor.

yaprak 314 ters

Şehrin büyük boğaza bakan karşı tarafında, Anadolu’nun, yani Küçük Asya’nın karşısında altı kapı var, bunların  beşinden şehre, altıncısından ise zaten sarayda bulunan sultan tavlasına girilir. Şehrin üçüncü tarafında, körfezin arkasında duran Galata tarafında yedi eski ve iki yeni kapı vardır.

Konstantinopolis’te  meydanlar  da  çoktur,  özellikle  başlıca  camilerin  yanlarında. Ancak en iyileri dört tanedir. Birincisi eski zamanlardan itibaren Podromia (Hipodrom  – Ç.N.) olarak adlandırılıyor, orada bir bütün taştan yapılan dört yüzlü bir piramis* duruyor, Roma’daki Aziz Petrus Bazilikası’nın önündekinden çok daha büyüktür.  Birincisinden daha küçük   iki   piramit   aynı   yüksekliktedir   lakin   altlarına   taş   konulmuştur,   kendileri   ise mermerdendir.  Kral  Konstantin  zamanında  bunların  üstlerine  büyük  bayramlarda  dinî bayraklar bağlanıyordu.

yaprak 315

Aynı  meydanda  üç  tane  burgaçlı  yılan  duruyor.  Kafaları  bakırdan  dökülen  bu yılanların  çeneleri  açıktır.  Bunlar  çok  eski  sanat  yapıtlarıdır.  Sultan  Mehmet Konstantinopolis’i  fethettiğinde  o  nesnenin  büyü  için,  Türkleri  büyülemek  için  yapılmış olduğu düşüncesine kapılarak bu yılanlardan birinin çenesinin yarısını kesmişti. Bu yılan sütunları o kadar yüksektir ki, o piramitlerin ortasına kadar ulaşıyor ve yükseklikleri topraktan otuz zira (eski ölçü birimi, yaklaşık sınırları 30-50 cm – G.N.) gibi görünüyor.

Bu meydan hayli büyüktür, yanında ise sözü edilen sultanların köşkleri bulunuyor. Sultan  yarışlar  ile  oyalanmak  istediğinde,  o  meydanda  şövalyeleriyle  yarış  yapıyor.  Bu sebeple bu meydana kimse gelmiyor ve meydana açılan bütün yönlerdeki kapıların tümü herkes için kapalıdır.

İkinci meydan, Beyazit Camii’nin önündedir. Burada dansçılar, cinciler, güldürücüler temsillerini sergiliyor. Kim ne yapabiliyorsa burada onu yapıyor. Kayda değer meydanlardan üçüncüsü Süleymaniye Camii’nin önündedir. Dördüncüsü ise yedi şehir tepesinin arasındaki büyük bir koyaktadır, orada yine atları eyere alıştırıyorlar ve at yarışları tertipliyorlar.

Yaprak 315 ters

Gündüz pazarları küçük meydanlarda oluyor, cumaları ise üç başlıca meydanda, zira dördüncüsü özel Pagan ayinleri için hep kapalıdır. Büyük pazarlar üç günde, Çarşamba, Perşembe ve Cuma yer alıyor, onları shi-bazar olarak adlandırıyorlar. Bunun anlamı şudur: Ya giyilmiş eşyaların satışı ya da günlük kullanım için kullanılmış nesnelerin satışı, İtalyanların söylediği gibi, al-inkanto, yani bağırıldığında kim daha çok verirse ona satış.

Çeşit çeşit eski pahalı mallarla dolu iki binden fazla dükkân var. Satıcılar satılan her şeyden sultana vergi veriyor, bu verginin yıllık hacmi yedi binden fazla saf altın para tutuyor. Tüccarların  ve  esnafların  dükkânlarının  sayısı  ise  kırk  sekiz  binden  fazladır.  Pahalı tutturmalık satan altıncılarla elmasçılardan ve ipekli kumaşlar ve güzel çuhalar satan tüccarlardan başka -bunların dükkânları ancak ortak bir yerde bulunuyor- her zanaatın kendisine ayrılan binaları vardır, her biri ayrı yerde bulunuyor.

yaprak 316

Orada Baistan olarak adlandırılan iki yer daha vardır. Bunlar iki sajenlik kalın taş duvarla çevrilidir, üstlerine tonozlar yaptırılmıştır. Dört giriş kapısı var, bunların hepsi bir büyük ortak mekâna açılıyor. Bu mekânın tonozu ise oyma taştan yapılan, kare, pek kalın, başlıkları fevkalade güzel olan yirmi dört sütun üzerine inşa edilmiştir.

Öbür yer daha küçük, tonozu yalnızca onaltı sütun üzerinde duruyor, duvarının bitişiğinde Olmaria olarak adlandırılan küçük odalar kurulmuştur. Bu sütunların yanında elmasçılar süslerini ve tüccarlar ipekli kumaşlarını sergiliyor, sütunların dışında ise büyük binalar var, içinde gümüşçüler gümüş eşyalarını satıyor. İçindeki dükkânların her biri senede beş yüz saf altın para ödüyor, dışındakiler ise yüzer saf altın para.

yaprak 316 ters

Yukarıdaki Büyük Baistan hakkında şunu bil: Tonozunun 16 sütun üzerinde durduğu küçük Baistan’da yalnızca pamuk çuha ve bezleri ile ipekle karışık kumaşları satıyorlar. İçinde dört tane ikili kapı var; bu kapıların yanında ise farklı milletlerden esirleri satıyorlar. Bu esirler arasında farklı zanaatlarda ustalar var, bunların fiyatı özellikle yüksektir. Yeni esir düşenler de pahalı ve çok pahalıdır. Anneleri ve kadınları satıyorlar. Bu esirlerden alınan vergi yılda altmış saf altın para ediyor.

5. BÖLÜM

Şehir Vergileri Ve Gelirleri Hakkında

Önceki bölümde esir satışı ve kullanılmış eşyaların satışından alınan vergiyi, hem de Baistan’daki dükkânlardan oluşan geliri andığım için, bu bölümde, esnaflardan elde edilen diğer gelirleri ve vergileri sıralamayı uygun buldum.

yaprak 317

Şarap gelirlerini her sene önceden hazineye ödeyerek, Hristiyanlar için [ve gizlice Türkler için, zira Muhammed’in kurallarına göre onların şarap içmeleri haramdır ve birinin şarap içtiği ortaya çıkarsa, sert bir dayak yiyor] şarap satılan meyhane tutma hakkına sahip olan otkupşiklerden (yani, bir devlet gelirini veya vergisini kiralayan biri – bkz. Brokhaus ve Efron Ansiklopedik Sözlüğü) öğrenmek mümkün olduğu kadarıyla, kütüklere göre bu yemekhanelerin  sayısı  bin  beş  yüzdür.  Bunlardan  vergi  sıfatıyla  senede  otuz  altı  karik ulaşıyor.  Her karik  1633  saf  altın  para  eder.  Bundan  başka  dokuz  yerde  balık  satılıyor, ağırlıklı olarak Galata’nın karşısındaki koyun kenarında. Bunlardan gelen senelik vergi 18 kariktir. Yulafın, arpanın, atlar için kepeğin, ekmekler için unun ve çeşitli sebzelerin satıldığı yerler de vardır. Bunlardan senede 14 kariklik gelir oluşuyor.

Galipoli’den Karadeniz’e kadar bulunan farklı deniz kasabalarından getirilen kökler ve mallar teknelerden boşaltılıyor ve eşek ve develer ile yerlerine ulaştırılıyor. Gerektiği durumlarda, özel emirle şehirde depolanıyor, bunlar vergi olarak senede 180 karik ediyor.

Ayrıca şehir dışında Yatki olarak adlandırılan, çeşitli hayvanların kesildiği yerler vardır. Bunlar daha sonra şehirde tertiplenen çeşitli yerlere ulaştırılıyor. Bu yerlerin sayısı ondur ve diğerlerine ilave olarak oluşturulmuştur. Bu yerlerden başka, başlarında üç yüz Yahudi bulunan diğer yerler de vardır. Bunlar (Yahudiler – Ç.N.) Sultan’ın hizmetinde bulunuyorlar ve özel bir özgürlüğe sahiptirler. O sığırlar için ödenen verginin dışında, Konstantinopolis Yahudileri tapınakları hasar görmesin diye her bir tapınak için senede 3.000 saf altın para veriyor. Ve her sene o altınları verdikten sonra bunun teyidini Yunanistan’daki, bütün Yahudilerin patriğine benzeyen, bütün tapınakların başkanı olan hocalarına sunuyorlar.

Hem de şehir dışındaki ortak bir yerde rahatça defnedilmek amacıyla, gömüldükleri yer için senede 1200 saf altın para veriyorlar. Sonra, Yunanlar o kümbetleri kapatıp kilitliyorlar, anahtarlarını ise başkomutanlarına götürüyorlar, açmak gerektiğinde o (başkomutan – Ç.N.) yardımcısını o kapıyı açmaya gönderiyor. O komutanların hepsinde dörder yardımcı vardır, bunları belâh bass olarak adlandırıyorlar.

yaprak 319

6. BÖLÜM

Mahkemeler Ve Türk Hukuku Hakkında

Bana öyle geliyor ki, yargılamalar ve mahkemelerin hakları her Türk bölgesinde Konstantinopolis’teki gibi değildir. Bunlar Konstantinopolis’ten daha küçük veya daha büyük şehirlerde farklılık göstermektedir. Ama kendilerinin anlattığına göre, yargılama usulü ve düzen her yerde aynı.

Konstantinopolis’te dört yargıç var, ahali arasında doğan meselelerin hızla çözülmesi için şehrin dört semtinde kalıyorlar, bu yargıçları kendi dillerinde kad (kadı – Ç.N.) olarak adlandırıyorlar.

Şehrin merkezinde ise esas yargıç bulunuyor, onu kad bonvl olarak, yani büyük yargıç olarak  adlandırıyorlar.  Lakin  bu  yargıçlardan  Halep,  Kahire,  Şam,  İskenderiye  ve  diğer başlıca şehirlerde vardır. Bu yüzden, Konstantinopolis yargıcını diğer yargıçlardan ayırmak üzere İstanbul kadısı, yani Konstantinopolis yargıcı olarak adlandırıyorlar. Bu yargıç temel ve kendisine münasip davalara bakıyor.

yaprak 319 ters

Ve o dört yargıç, o yargıcı haberdar etmeden ve kendi kararını tasdik ettirmeden kimseyi idama göndermeye kalkmıyorlar. Başka şehir işlerinde de aynı şekildedir, bunlar baş yargıca danışılmaktadır.

Bir başka büyük yargıç daha vardır, onu sei-bassy olarak adlandırıyorlar. O her gün şehir kalebentlerini geziyor ve kendi dairesinin davalarını her akşam vezire açıklıyor. Her mahpustan söz ediyor, kim neden tutuklandıysa hepsini anlatıyor. Onun dört muavini var, her birinin yanında kırkar asker var, onlarla birlikte şehrin ona ait kısmını gezerek haytaların bulunup bulunmadığına ve geceleri eşkiyalıkların olup olmadığına dikkat ediyorlar.

O zindan taş duvarlarla emniyetli şekilde çevrilidir ve ikiye ayrılmıştır. İki avlusu var, ortasında iki büyük çeşme ve binalar, içinde mahpuslar ve şehir davaları nedeniyle tutuklu bulunanlar ve borçları olanlar. Bu binaların tonuzları kalındır. İdama çarptırılanlar alttaki ayrı bir zindanda kalıyor. Borç davaları yüzünden tutuklu olanlar, özellikle Hristiyanlar, özellikle Yahudiler, özellikle Türkler yukarıdadır.

yaprak 320

Türkler bir hayli sadaka veriyorlar oralara, en çok yemek olarak. Onları (tutukluları – Ç.N)  koruyan  muhafızlar  bu  yemeklerden  bolca  yiyor,  çünkü  mahpuslar  bütün  bunların hepsini yiyemiyorlar. Sultan da sıkça borçlu mahpusların çok olup olmadığını öğrenmek için oraya birini gönderiyor. Borcu 100 efimoktan (efimok, para birimi, yani taler – Ç.N.) daha az olanı  varsa,  (sultan  -  Ç.N.)  kendi  serveti  ile  onu  serbest  bırakıyor.  Onların  (borçlu mahpusların – Ç.N) arasında önemli biri, özellikle askeri biri bulunuyorsa, (sultan – Ç.N) onun için binlerce efimok verdirip ona merhamet ediyor.

yaprak 320 ters

Yargıçlar yargılama sırasında hiçbir prokurator*  kabul etmiyorlar. Herkes kendi gerçeğini kendisi anlatıyor. Hiçbir delili veya kararı yazılı olarak kaydetmiyorlar, yazılı mahkeme çağrısı vermiyorlar, yalnızca mahkeme görevlileri vasıtasıyla çağrı aktarıyorlar. Ve (yargıçlar – Ç.N.) birçok insanın huzurunda kendi düşünceleri gereğince, kendilerince en iyisi neyse ona göre yargılama yapıyorlar. Biri cezaya layık bulunursa, kısa zaman içinde yargıcın huzurunda, o yargıç ne kadar uygun buluyorsa o miktarda dayak ile cezalandırılıyor.

7. BÖLÜM

Türk Sultanının Köşkleri Ve Sarayları Hakkında

Konstantinopolis’te sultanın üç konağı veya üç sarayı vardır. Birinci saray Büyük Saray, sultan sürekli orada kalıyor, Bokseray (Büyük Saray – Ç.N) olarak adlandırılıyor. İkincisi,  Eski  Saray.  Üçüncüsü,  Petrona’daki  Küçük  {293}  olarak  adlandırılan  saraydır. Sultan genellikle orada kalmıyor, ancak büyük bayramlarda kutsama törenleri için geliyor.

Burada onun (sultanın – Ç.N.) kozoa (hoca – Ç.N.) olarak adlandırılan muallimleriyle birlikte azza-molian olarak adlandırılan dört  yüz genç sürekli olarak  yaşıyor. Muallimler gençlere okumayı, güreş tutmayı, ata binmeyi, ateşli silahlarla atış yapmayı, ciridi hedefe atmayı ve ok atmayı öğretiyorlar. Aynı zamanda kılıç kuşanmayı, belirlenen yere kadar yaya koşmayı, silahlı teke tek savaşları ve sularda yüzmeyi öğretiyorlar.

yaprak 321

Askerler

Büyüyüp okuduktan sonra yüksek sultan hizmetine gidiyorlar, kim en çok neye yarıyorsa ona göre. Bunlardan en çok spagi oluyor (sipahi – Ç.N.) yani askerler veya onları şimdi  adlandırdığımız  gibi,  sultan  şövalyeleri.  Bunların,  hayatının  sonuna  kadar  sahip oldukları köyleri var, bazılarının köyleri büyük, bazılarının küçüktür. Sultandan kim hizmetinin karşılığı olarak ne alıyorsa veya sultan kimi münasip görüyorsa, ona göre. Bu sarayı yaptıran İbrahim Paşa, Sultan Soliman’ın (Süleyman’ın – Ç.N.) damadıdır.

Eski saray olarak adlandırılan Büyük Saray ise Konstantinopolis’in fethi sebebiyle Sultan II. Mehmed’in emri üzerine yapılmıştır. Şehrin ortasında duruyor, kare şeklinde yapılmıştır, uzunluğu takriben üç İtalyan milidir. Burada, önceden Büyük Saray’da kalanlar ancak sonradan (Sultan’ın – Ç.N.) orada bulunmasını istemediği veya onları deneyip kendi yatağı için münasip görmediği veya önceden Sultan’ın gözdesi olup yaşlanan bütün sultan kadınları yaşıyor. Orada ayrıca sultan çocuklarını ve onların kardeşlerini besleyen veya bir başka sultanın hizmetinde bulunan sütanneler yaşıyorlar.

yaprak 321 ters

Ve oradan ölene kadar çıkmıyorlar [herkesin kendine ait varidatı vardır], ancak eğer biri bir paşaya veya başka bir saygın adama varmazsa. Sultan’ın rızasıyla sıkça şöyle oluyor ki, Türkler önceden sultan yatağında bulunan bir kadını elde etmeyi şerefli sayıyor veya böyle bir izdivacı daha çok bir an evvel zenginleşmek için istiyorlar, zira sultanlar bu damatlarına her zaman dikkat ediyorlar, onlara büyük bir çeyiz veriyorlar ve saygın vazifeler ile görevlendiriyorlar.

Evlenmeyenler ise o sarayda ölene kadar kapalı kalıyorlar, refah ve ihtimam içinde. Zaman zaman Sultan kendisi onlara gelip kendi arzusuyla bir hafta, iki hafta, üç hafta oradan ayrılmadan kalıyor, yanına asilzade gençlerden başka kimseyi almıyor. O zaman, o karıları gerekenleri rica ve istirham ediyor. Mesela belli bir gelir için, bir esiri serbest bırakmak için veya başka bir şey için sultanı razı etmeye çalışıyorlar.

Sultan’ın sürekli kaldığı Büyük Saray ise -ondan yukarıda söz ettim- yaklaşık dört mildir.  Sarayı  şehirden  ayıran  üç  duvar  var,  bir  duvar  diğerlerinden  daha  yüksektir,  bu duvarlar bir denizden diğer denize kadar sınır biçiyor. Ve iki duvar iki deniz tarafındadır, Sofya Camii’nden başlıyor, orada şehirden saraya açılan giriş kapısı var. O kapıda kapig (kapıcı – Ç.N.) olarak adlandırılan 40 asker sürekli nöbet tutuyor.

yaprak 322

O kapıdan başlayan iki duvar arasında sarayın sonuna kadar uzanan bir odun avlusu vardır. Bu avluda binlerce kişi sürekli çalışıyor, odun kesiyorlar, aşhaneye, ekmekhaneye, eczaneye ve simyahaneye* götürüyorlar. Odunları Karadeniz’den getiriyorlar. Bunun için görevli iki bin tane büyük ve küçük kayık vardır, bunların adı karamuzalı. Bunları başka bir işe   ayırmıyorlar,   sadece   sultanın   ihtiyaçlarını   karşılamak   üzere   odun   sevkiyatı   için kullanılıyor.

yaprak 322 ters

Odun işinde çalışan ve odunları fırınlara götüren kişilerin adı beltag (baltacı mı? – Ç.N.), bunların ayrı bir aşhanesi vardır, orada kendileri yemek yapıyorlar. Avlunun ortasında sözünü yukarıda ettiğim Aya Sofya Kilisesi’nden getirilen vaftiz havuzu vardır. Hiçbir paşa at üzerinde sultanın evine giremez, ancak vaftiz havuzunun bulunduğu avlusuna kadar girebilir. Oraya ulaşan herkes attan inip köşklere yaya gitmelidir.

Saraya bir başka kapıdan daha girilir. Bu kapının yanında iki duvar var ve kapig olarak görevli birçok nöbetçi orada nöbet tutuyor. Buradan izin almadan kimse ilerleyemez. Ancak divan [yani genel toplantı] gününde ki, haftada dört kere, yani Cumartesi, Pazar, Pazartesi, Salı günlerinde geçiliyor.

Zira o günlerde sultanın bütün yöneticileri divan için toplanıyorlar. Başta büyük vezir, sonra Anadolu paşası, nam-ı diğer beliersbes (beylerbeyi – Ç.N.), sonra geniazar olarak adlandırılan yeniçeri komutanı ve Senato’dan iki temsilci, onları kalişher, yani ordu yargıcı olarak adlandırıyorlar; bundan başka üç ordu başı, onları desiterdah (defterdar – Ç.N.) olarak adlandırıyorlar. Bunların hepsi erkenden toplantıya başlıyorlar, divanda öğleye kadar oturuyorlar ve çeşitli işleri hallediyorlar.

yaprak 323

Divan binası taş yapılı, yüksek tonozludur, yalnızca toplantı günlerinde açıktır. Karşısında bir giriş var, orada halk toplanıyor ve çok sayıda nöbetçi duruyor. Bu nöbetçiler oradakileri yargıçlara yaklaştırmıyor, lakin kimin müsaadesi varsa onu sokuyor ve bu gelenlerin meselelerini art arda çözüyorlar.

(Meseleleri – Ç.N.) çözdükten sonra hepsi kalkıp sultanın huzuruna çıkarak ona divanda görülen bütün bu meselerin kısaca tarif edildiği bir defter sunuyor ve her şeyi ona sözlü olarak anlatıyorlar. (Sultan – Ç.N.)  bir davayı sükûtla geçiştiriyorsa, onu doğruluyor demektir.  Bir  dava  ona  münasip  gelmiyorsa,  el  ile  işaret  ederek  onun  başka  bir  yoldan çözülmesi lazım olduğunu bildiriyor.

yaprak 323 ters

İlk olarak şu bilinmelidir ki, divanda oturan herkes sultana gittiğinde içeri giren ve kendisine her şeyi anlatan sadece sadrazamdır, kalanlar ise odanın dışında bekliyorlar, zira sultan onların içinden en saygın şahıs olarak vezirden başka hiç kimse ile konuşmuyor. Yabancı memleketlerin sefirleri mülakat için geldiğinde kendisi konuşmuyor, yalnızca vezir konuşuyor, sultanın huzuruna çıkıp o sefire ne cevap vereceğine dair talimat alıyor.

Divanın yapıldığı köşk sarayın girişinin solundadır. Sağında ise sultan aşhanesi ve genel apotek (baharat ve ot deposu – G.N.) bulunuyor ve burada divandaki bütün yargıçlar için erken yemek olarak, haşlanmış ve kızarmış mutat kuşlardan sofra kuruluyor.

Divan ile sultan aşhanesi arasında ise sultan hazinesi bulunuyor. Hazinenin kapısının önünde parayla dolu muazzam torbalar duruyor [sorunları yüzünden divana gelen halk, sultanın hazinesinin ne kadar bol olduğunu, öyle ki, paraların hazineye sığmayınca yere döküldüğünü veya muhasiplerin o parayı sayıp yazmaya vaktinin olmadığını görsün diye].

Yaprak 323 A

Bu paralar farklı bölgelerden ve şehirlerden geliyor ve üzerlerinde basıldığı yerlerin yazıları vardır. Sonradan hazinedeki bu paradan kime ve hangi iş için ne gerekiyorsa emir üzerine veriyorlar. O paralar arasında fevkalade güzel altın eşyalar vardır, bunların çoğu çeşitli Portekiz krallarından gelmiştir. Bunları özellikle sultan için ayırıyorlar, sultan bunları kendi özel hazinesine koyuyor.

Sultanın yaşadığı saraya üçüncü kapıdan girilir. Orası pek yüksek olmayan ama kalın bir duvarla çevrilidir, kapısı birinci kapıdan daha küçüktür, burada nöbet tutanlar artık sultan hadımlarıdır. İçine girildiğinde pek geniş bir meydana çıkılıyor, solunda konutlar var, bu konutlarda hadımlar ve sultan gençleri yaşıyorlar. Sağında ise sultan apoteği var ve kokulu köklerin depolandığı bodrumlar ve daha eğitim gören yeni çocuklar ki, büyüdükten sonra sultanın hizmetinde spagi olabilecekler, bunların sayısı altı yüze kadar çıkıyor.

yaprak 323A ters

8. BÖLÜM

Sultan Odaları Ve Sarayağaları Hakkında

Sarayağalarının yaşadığı bu avludan, dar bir sundurmayla, çeşit çeşit otlarla dolu bir bostan açılıyor. O bostanın sağında sultanın odaları bulunuyor, burada o karılarıyla birlikte oturuyor. Onlara (karılarına – Ç.N.) sultan sundurmadan geçerek gidiyor, her kapının anahtarı ya kendisinde bulunuyor ya da hadımların başında. Zira o (hadımların başı – Ç.N), sultanın karılarının bölümüne girdiği kapının nöbetçisidir, diğer saray ağaları gibi. Haremağalarının hepsi zaten çirkin Araplar, karılar onları sevmesin diye bu rütbe için böyleleri seçiliyor.

yaprak 324

Sultanın kendisine hizmet eden gençler ise hoş görünüşlü oldukları için bu göreve seçilmişlerdir. Bunlardan hiçbiri çirkin değildir. Her hizmet başına bunlardan otuz kişi düşüyor: Otuz kişi ona (sultana – Ç.N) iç çamaşırı, otuz kişi ipek kaftanı, otuz kişi kaftanı, otuz kişi ferezeayı (ferezea – kolları dar uzun, astarı ince olan kaftan tarzı – Ç.N.), otuz kişi duruma ve havaya göre kalın kaftanı, otuz kişi baş örtüsünü*, otuz kişi kuşağını giydiriyor, hem de her biri ayrı bir günde; otuz kişi alt eşyaları verip giydiriyor, otuz kişi ayakkabı giydiriyor, otuz kişi (sultanın – Ç.N.) bacaklarına çorap giydiriyor, otuz kişi yatak seriyor, otuz kişi odalarda temizlik yapıyor, otuz kişi odaları süpürüyor.

Sultanın dairesi bostanın karşı tarafındadır, orada ona hizmet edenler sadece erkeklerdir, kadınlar girmiyorlar. Orada özel bir oda var, orada yalnızca sağırlar yaşıyorlar, onlar da otuz kişidir. Sultan onlara sıkça geliyor -ağırlıklı olarak öğlenleri- ve onlarla göz kırparak konuşup oyalanıyor. Bazen de onları yanına çağırıp büyük bostandan karılarına gidiyor ve (sağırlarından – Ç.N.) birine bir sağır kadın aldırıp onları huzurunda birbirleriyle konuşturuyor ve birbirlerine göz kırparak evlenme teklifinde bulunmalarını sağlıyor.

yaprak 324 ters

Bu sağırlardan biraz daha uzakta cücelerin dairesi vardır, bunların yanındaysa sultan hizmeti için daha eğitilmemiş olan kesicilerin dairesi bulunuyor. Biraz daha uzakta sultan olarak adlandırılan karıların dairesi bulunuyor, her birinin ayrı odaları, çeşmeleri, hamamları ve bostanları var. Bütün bu daireleri sultanın, içinden geçerek kendilerine geldiği büyük bir avlu çevreliyor. Her birine ait özel bir kapı vardır, öyle ki, herhangi biri (sultanın – Ç.N) diğerinin dairesine ne zaman girdiğini bilemiyor.

Sultanların bu dairelerinin sonunda ise sultan çocuklarına bakılan özel odalar vardır, bu odalarda yalnız oğullar bulunuyor, zira kızlar anneleriyle birlikte yaşıyor. Oğullar ise altı yaşına ulaştıktan sonra annelerinden ayrılıp o özel odalarda yetiştiriliyorlar; kendilerini eğitecek muallimler veriyorlar.

yaprak 325

Bostanın iki tarafında yapılan sultan konaklarının her ikisinin de kırk odası var, hücreleri ve geçişleri saymadan; sultanın kendisi zaten burada yaşıyor. Konakların birinde ona hizmet  edenler  kadınlardır,  ötekisinde  ise  erkeklerdir.  İki  evinin  arkasında  hamamlar, çeşmeler,  bostanlar,  çeşitli  çalıkuşlarının  öttüğü  ağaçlar  var.  Bütün  bunlar  çeşitli mermerlerden   yapılmıştır.   Duvarlarında,   pencerelerin   çevresinde,   merdivenlerde   enfes oymalar vardır. Ama hiç insan yüzü oyulmamıştır, sadece çeşit çeşit çiçekler.

Evin içinde duvarlar hayli pahalı altınımsı simli kumaşlar ve sırma kumaşlarla kaplıdır [diğer  Türkler  duvarda  kumaş  kaplamayı  kullanamıyorlar,  salt  yatağın  yanında  biraz]. Yerlerde altınla dokunmuş pahalı halılar, oturmak için pahalı altınımsı kalın minderler.

Yataklar geniş yaptırılmıştır, ancak pek alçak, yerden yalnız yarım arşın yükseklikte, hepsi fildişinden yapılmıştır, bazıları da büyük mercan eklemeler ile sarısabır ve sandal ağaçlarından oyulmuştur. Amurat’ın (Murat’ın – Ç.N.) bir yatağı var, Kahire’den hediye edilmiştir, bu yatağa doksan bin saf altın para değer biçilmiştir.

yaprak 325 ters

Erkeklerin hizmet ettiği evde, yer altında birçok bodrum var, sultan bunların içinde hazinesini  saklıyor.  Kendisinin  her  zaman   yattığı  evin   altında,  bunlardan  kadınların dairelerine gizli geçit var. Bunların üstü üç demir kapı ile kapanıyor, öyle ki, yer altında kapıların veya geçidin var olduğunu odalardaki hiç kimse bilemiyor. Yılda bir, Kahire’den kendisine gelir geldiğinde sultan o kapıyı açıyor, o gelirle kendi sarayının bütün giderlerini karşılayıp, altı yüz bin saf altın parayı hazineye yatırıyor, bunları devletinin diğer gereksinimlerini karşılamak üzere ayırıyor.

yaprak 326

Kadınların dairelerinden hazineye giden bu yer altı girişini Sultan Selim yaptırmıştır. Onun şöyle bir geleneği vardı: Bütün bu yıllık altın gelirlerini koruyor, bir altın külçesi şeklinde döktürüyordu. Sonra, sağırlarına bu külçeyi bakırdan yapılan, kuyu biçiminde ve yeraltı bodrumlarına kadar giden geçitten götürmelerini ve kimseye bunu bildirmemelerini sert bir şekilde emrediyordu.

Ama Sultan Amurat (Murat – Ç.N.) erkeklerin yaşadığı köşkün diğer tarafından bu bodrumlara benzer bir delik yaptırmıştır ve orada kendi mührü ve diğer kralların mühürleri bulunan altın külçelerle dolu hazineyi saklamıştır. Ve orayı senede dört sefer geziyordu. Onun (sultanın – Ç.N.) her sene üçer milyon saf altın para yatırdığını haber veriyorlar.

yaprak 326 ters

Bunun üzerinden bunca sene geçtikten sonra orada sayılması mümkün olmayan miktarda altın hazine toparlanmış olduğu düşünülebilir. Zira oradan, bilindiği gibi, biriktirilmeye başlandığından beri hiçbir maddi ihtiyaç için tek bir kuruş alınmamıştır. Maddi ihtiyaçlar için farklı tüccarlardan ve paşalardan borç alınması tercih ediliyor, hazinede birikenleri ise olağanüstü ihtiyaçlar için ayırıyorlar.

9. BÖLÜM

Sultan Bahçeleri Ve Kütüphanesi Hakkında

Bu bahçeden başka sultan binalarının avlusunun ortasında başka bahçeler de vardır. Bunlar pek enfestir. Hem erkeklerin odalarının hem de kadınların odalarının arkasında deniz kenarındaki duvarlara kadar uzanmaktadır. Denize açılan iki taraftaki bahçelerin ortasında küçük, hayli fantezi köşkler yaptırılmıştır.

yaprak 327

En güzeli ise altıgen olanıdır. Çatısı mermer ayaklar üzerindedir; bu ayakların arasında üstü oyulmuş kristal levhalar var. Bu levhalar öyle birleştirilmiştir ki, bütün duvarlar bir bütün kristal levhadan yapılmış gibi görünüyor. Bunların üstündeki çatı ise pek güzel bir sanatla yapılmıştır, üstü kalay ile kaplıdır. O çatının üzerine laterna* yaptırılmıştır, o da kalay ile kaplıdır.  İçi  ise  gümüş  ve  altınla  yaldızlanmıştır,  çiçekler  oyulmuştur.  Bu  laternanın sütuncukları oyulan kristalden yapılmıştır, odalardaki bitkisel bezek veya oyulan sütunların başlıklarındaki kamzans (olasılıkla bu, desenli ipek kumaş veya bu kumaşın üzerinde desene benzeyen bir bezektir – G.N.) gibi mercan eklemeler ile.

Kulecik o kadar aydınlıktır ki, güneş onun içinden geçtiğinde ışıklarıyla insanın görümünü bozuyor, zira ondan sonra uzun zaman bir şey göremiyor. O kulecik veya laterna diğer binalardan daha yüksek olduğu için o kristal sayesinde bütün bahçelere açılan manzara hayli nefistir. Perspektifleri** betimleyebilecek bir kimseye bunları tarif etmekte fayda vardır.

O  evlerin  yakınında,  kadınların  evlerine  yakın,  sahiden  enfes  odalarda  bulunan kıymetli sultan eşyaları deposu vardır. Özellikle görülmesi gerekenler, at kıyafetleri ve hayli pahalı boncuklar ve değerli taşlarla bezenen diğer şeylerdir.

Gençlerin odalarına yakın olan aynı evde değerli eşyalar da saklanıyor, ancak bunlar artık sultanın bezemeleridir. Değerli taşlı yüzükler, tutturmalıklar, kılıçlar ve farklı kıyafetler gibi.

yaprak 327 ters

Erkeklerin sultana hizmet ettiği sol tarafta ise iki büyük kütüphane vardır. Birisi geneldir, gençlerinin ve odacılarının konutlarının arkasındadır; bunlar o kütüphaneyi kullanıyor. Diğeri ise gizlidir, genel olanın arkasında, sultanın kendi odalarına yakın yapılmıştır. İçindeki iki duvarda dolaplar uçtan uca uzanıyor [zira uzundur], kapakları kristaldir, pahalıca bezenmiştir. Her dolapta yirmi dörder kitap var, aynı şekilde bezenmiştir. (Kitapların – Ç.N.) sırtlarında gerçekten güzel sanatla yapılan aynı şekilde yazılar var, onları ancak sultan okuyor.

yaprak 328

O dolaplar aslında alçaktır, zira sultan, Türk töresi uyarınca, yerdeki bir yükseltide oturuyor. Bu kristalin arkasından bütün kitapları bir arada görüyor ve herhangi birini yerden kalkmadan okumak için alıyor. Kitapların bulunduğu dolapların üzerinde diğer dolaplar yer alıyor. Bunlar farklı bir sanatla yapılmıştır ve açık durmaktadır, zira kapakları yoktur. O dolaplara her Salı günü üçer kese para yatırıyorlar: Birinde saf altın paralar, diğer iki kesede yeni paralar ve onun (sultanın – Ç.N) minitsiası’nda*  yeni dövülen paralar var. Sultan o keselerden münasip gördüğü kişilere para dağıtıyor: Bir kısmını güldürücülerine, bir kısmını sağırlara ve cücelere, bir kısmını da farklı hayır işlerine.

Onun (sultanın – Ç.N) en yakın gençlerinin okumaya girdiği ilk, genel kütüphanede farklı dillerde kitaplar var, en çoğu ise Yunanca. Bu kitaplar arasında yüz yirmi kitap var ki, bunların boyu iki ziradır, eni ise yarım zira. Bunlar ta Büyük Konstantin’e aitti, ustaca bezenmiştir, sanki bir ipekli kumaş gibi ince parşömen üzerine yazılıdır.

yaprak 328 ters

Bunlarda eski ve yeni ahit yazılıdır. Azizlerin hayat öyküleri ve çeşitli tarihler; hepsi altın harflerle yazılmıştır. Kitapların kapakları gümüşlenmiş ve altınlanmış, boncuk ve değerli taşlarla bezenmiştir. Bu yüzden okumak için ve hatta bakmak için kimseye vermiyorlar, ancak en yakınlar (sultanın yakınları – Ç.N) büyük bir rica ve istirham üzerine bunları açıp gösteriyorlar.

10. BÖLÜM

Türk Sultanının Eczanesi Hakkında

Türk sultanının eczanesi hayranlığa layık bir şeydir. Büyük ve geniş olduğundan değil, içinde farklı ve değerli çok şey bulunduğundan da değil. Çünkü orada içinde her çeşit yağ bulunan, hayli büyük ve ustaca yapılmış otuzar kap duruyor. Aynı şekilde her şurup, her votka, her değerli madde, her balsamla sürekli dolu otuzar kap duruyor. Bu kapların birindeki malzeme tükenirse, kap hiç boş durmasın diye, kısa zaman sonra yerine tekrar tazesi konuyor.

Bu durum salt likör* ve eleksir** için geçerli değil, merhemler ve çeşit çeşit karışımlar ve  farklı  dermanlar  ve  kokulardan  aynı  şekilde  otuzar  kap  bulunuyor.  Bütün  bu  kaplar pahalıdır ve ustaca, aynı renkle yapılmıştır. Her odaya girince şaşacak çok şey vardır.

yaprak 329

O  eczanede  üç  yüz  eczacı,  on  sekiz  simyacı  ve  düzeni  koruyan,  prior  olarak adlandırılan dört başkan sürekli çalışıyor. Bu eczanede sultanın ve onun paşalarının içeceği farklı  şerbetler  duruyor;  bu  şerbetlerin  çoğu  limon  suyundan  ve  en  güzel  şekerlerden yapılıyor.

Bunun için bütün şekerden su sıkarlar, zira onu sultan için taptaze olarak şeker kamışı halinde Kandia’nın tümünden (Girit adası – Ç.N.) satın alıyorlar ve bütün limonlar Kadia’dan (çağdaş İraklion’dan – Ç.N.) geliyor. Bu şehir de Kandia’da bulunuyor, adanın batı ucundadır. O şehri Türk M.S. 1645 senesinde ele geçirdi,  Venediklilerin elinden zorla alıp bütün adaya hükmediyor. Ona hükmettiği için kısa zaman sonra Hristiyan din adamlarının ve piskoposlarının aziz ikonlarını ve bütün kilise kıyafetlerini alıp oradan gitmesini emretti, zira kiliseleri kısa zaman sonra camilere dönüştürdü ve oraya Kandia paşası unvanlı yeni görevlisini tayin etti. Bütün Türk devleti içinde Kandia limonlarından daha iyisinin olmadığı söyleniyor.

yaprak 329 ters

Bunlardan  şerbet  yapılıp  asgari  olarak  bir  sene  sultanın  kendi  kullanımı  için  bu maksada mahsus olarak yaptırılan muazzam porselen kaplarda tutuluyor. Bu şerbetten bir kaşık alıp su içinde çözüyorlar: İnanılmaz mükemmellikte tat ve mis gibi koku yaratıyor. Zira o su biraz yoğun, likör gibi, su içinde çözülürken renkli bir içecek çıkıyor, dinlendirilmiş şarap gibi. Sultan için suyun çözüldüğü fincanların bazıları kristalden, diğerleri kehribardan, bazıları kristal camdan ve diğerleri altından yapılmış, ama hepsi değerli taşlarla bezenmiş. O şerbetten her gün bol miktarda tüketiliyor, zira salt paşalara değil, sultan sarayında bulunan diğer yüksek rütbeli devlet memurlarına da istediği kadar veriyorlar. Fukaralara ve amelelere ise sirke ile çözülen en kötü şerbeti veriyorlar.

yaprak 330

Bu eczanenin sağ tarafında dört muazzam bina var. Bunların içinde memleket dışından eczane için gelen eşyalar bulunuyor, bunları drogerie olarak adlandırıyorlar. Aynı eczanenin sol tarafında da dört dev bina var, bunlarda çeşitli votkalar bulunuyor.

Sultanın yaşadığı sarayda iki tapınak veya cami var, biri erkeklerin yaşadığı odalara yakın, diğeri ise kadınların odalarının yanındadır. Ancak töre uyarınca bunların çanları, bu yüzden de saati yoktur. O tapınakların ikisinin üzerinde farklı saatler var, gece gündüz zamanı gösteriyor. Bozulursa, sultan saray ağaları onları tamir ediyor, zira bunu yapmaları için eğitim almışlardır.

yaprak 330 ters

Sultanın odalarında ise fevkalade bezenmiş bir kum saati vardır. Hem büyük hem de küçük saatler var, her biri farklı bir süreyi ölçüyor. Geceleri de saat öğreniliyor. Onlarda da çeyrekler, sonra yarımlar ve bir saatlik vardır. Bunları döndürmeye gerek yok, zira öyle bir sanatla yapılmıştır ki kendiliğinden dönüyor.

11. BÖLÜM

Sultanın Yemeği Ve Aşhanesi Hakkında

Başında Türk sultanının yemek yediği masa yuvarlaktır, gümüşten yapılmıştır ve altında uçları görünen iki parmak kalınlığında döşek var. Bu masayı alçak dörtgen ayaklara dayıyorlar, bu ayaklar da gümüştür. Şöyle ki (sultan – Ç.N) kalın bir yastık üzerinde oturarak ondan  yiyebiliyor  [mutaden  üç  yastık  üzerinde,  ancak  burada  bir,  lakin  kalın  bir  yastık üzerinde oturuyor].

O masanın kenarlarını fevkalade güzel masa örtüleriyle kaplıyorlar, ancak masanın ortası örtüsüz duruyor, ortasına bir şey konmuyor. (Sultan – Ç.N) beğendiği yemekleri almak için ellerini uzağa uzatmasın diye masayı itince masa dönüyor. Zira sultan yemek yerken, doyana kadar kimse sofrasına ne yaklaşabiliyor ne de dokunabiliyor.

yaprak 331

Sadece onun için yapılan ekmek iki kere elenen buğdaydan yapılıyor. Bu buğday sadece bir yerde yetişiyor, Anadolu’daki Bursa*  şehri yakınında. Burada mükemmel buğday yetişiyor, tohumu beyazdır. Her gün için o iyice elenen undan yirmişer ekmek pişiriyorlar, her birinin ağırlığı dört libredir.

yaprak 331 ters

O ekmeği keçi sütüyle yoğuruyorlar. Bunun için keçiler sarayda, duvarlar arasında küçük bir ormancıkta bulunduruluyor ve yeterince besleniyor. Bu ekmekten kimseye vermiyorlar, salt sultanın sevdiği kimselere, yani sadrazama, hekime ve ağalar olarak adlandırılan en yakınlarına.

Sultan sarayında on aşhane bulunuyor. Bunlardan altısı genel aşhane, bunlarda saray adamları için yemek yapıyorlar. Üçü gizlidir, bunlarda sultanın kendisi, karıları, sevdiği yakınları için yemek yapıyorlar. Sultanın kendi aşhanelerinde haşlanmış yemekler ve etler ve bunların yanında çeşitli kızartmalar her zaman hazır bulundurulmalıdır ki, hiç gecikme olmadan derhal verilebilsin. (Sultan – Ç.N) karılarıyla kaldığında gece gündüz, ne zaman yemek isterse verilsin ki, karılarını tatmin edebilsin.

yaprak 332

Aynı şekilde her sultanın (kadının – Ç.N) kendi aşhanesi vardır. Bu aşhanede kendisi ve sultandan doğurduğu çocukları için kendi isteğine ve zevkine göre yemekleri cariyelerine yaptırıyor. Ev işlerinin sorumlusu, bu sultanların ihtiyaçları için her gün yüz kuzu, sekiz yüz tavuk, mevsime göre iki yüz farklı kuş ayırıyor, zira bu sultanlara hiçbir zaman dana eti yedirilmiyor.

Sultan odalarına yemek getirenleri, bunların sayısı 150’dir, salân-giler (salâncılar – Ç.N.) olarak adlandırıyorlar. En son odanın kapılarında onun (sultanın – Ç.N.) hadımları o yemekleri alıp sultan gelmeden önce sofrasına koyuyor.

yaprak 332 ters

Sarayda Sultanın ekmeğini yiyen bütün adamlarının sayısı onüç bin dört yüz kadardır. Karılarıyla cariyeler sekiz yüzden daha çok değil, hadımlar da aynı. Salt sultan aşhanesi için horoz ve tavuk hazırlayan binlerce kişi vardır: Birileri bunları satın alıyor, diğerleri onları besleyip bekliyor, diğerleri onları hazırlayıp kesiyor, başkaları onları köylerden sırt üzerinde veya eşekler üzerinde getiriyorlar.

12. BÖLÜM

Tavlalar Ve Şehir Dışındaki Bahçeler Hakkında

Sarayın sağ tarafında, duvarın ötesinde deniz kenarında sultan tavlaları bulunuyor, güya onun uzunluğu verstin altıda biridir. Bunlardan bazıları saray suruna yakın kurulmuştur, diğerleri bunların karşısında, suyun kıyısına yakındır. Aralarında uzunca bir meydan var. Birincisinde binicilik için en güzel rahvan atları bulunduruluyor. Tavlaların hepsinde kuzeye bakan muhteşem kapılar vardır. Tavlaların içinde sultan sarayına kapalı bir giriş var, sultan oyalanmak üzere çıkmak istese oradan kendisine bir at getiriyorlar.

yaprak 333

Saray duvarının dibinde bulunan tavlanın sonunda yukarıya açılan bir oda var, burada sultanın yakınları yaşıyorlar, bu oda denize bakıyor. Bunların arasında sultanın güzel odaları vardır, onlardan denize bakıyor. Bu odalara hiotr, yani konak diyorlar, bunları Sultan Amurat (Murat – Ç.N.) zamanında Sinan Paşa yapmıştır. Bedeli pek yüksek olan konaklar diğer yerlerde olsa da, orada bir konakçık vardır ki, onun bedeli elli bin Venedik zekhinidir.

Savaşta kullanılan atların bulundurulduğu diğer tavlalar ise şehrin dışında, deniz kenarındadır. Bunların sayısı onikidir, her birinde iki binden fazla at bulunduruluyor. Bu tavlalar Konstantinopolis’ten onsekiz İtalyan mili, bizim Rus verstinin aynısı, uzaklıkta bulunuyor. O tavlalarda çalışan seyislerin sayısı üç bindir, bunlara adzângulr (atcılar – Ç.N.) diyorlar. Bunun dışında kavalkatorlar (seyis başları – Ç.N.) var; ve her ayrı tavlaya bakan bir tavla başı vardır.

yaprak 333 ters

Deniz kenarı boyunca bu tavlalardan şehre doğru sultan bahçeleri uzanıyor, şehrin diğer tarafında da aynı şekilde. (Bu bahçeler - Ç.N) pek güzeldir. Sultan sarayının içindekilerden  başka on  sekiz  bahçe vardır.  Bunlar birbirinden  taş  duvarlarla sağlam  bir şekilde ayrılıyor. Her birinde verandalar, altana*  ve diğer eğlenceler vardır. Bu bahçelere bakan  ve  onlarda  sürekli  çalışan  üç  bin  kişi  var,  bunlara  kendi  dillerinde  bustangler (bostancılar – Ç.N.) diyorlar.

13. BÖLÜM

Zeughaus (Silahhane – Ç.N.) Ve Deniz Savaş Depoları Hakkında

Konstantinopolis’te görülesi yerler arasında zaeughaus veya sultan cephaneliği [yani çeşitli ihtiyatlarla dolu binalar ve avlular] vardır. Burada hem kara hem deniz için savaş gereçleri hazırlıyorlar. Burası görünürde fevkalade güzel yüz on sekiz yapıdan ibarettir. Deniz kenarında bu yapılara açılan muazzam kapılar yaptırılmıştır. Bunların (kapıların – Ç.N.) tonozlarının altından denizden gelen kadırgalar cephaneliğe giriyor. O yapılar (tersane – Ç.N.) o kadar büyük ve geniştir ki, her birine üçer kadırga sığabilir.

yaprak 334

Çatısının altında bütün deniz gemilerinin mutaden korunduğu yer, zeughausun ortasındadır. İçinde esirler için, işten sonra gece yıkansınlar diye bir hamam vardır. Bazı günler orada üç bin esirden az olmuyor, bunlar ustaların çalışmalarına ve ağır eşyaların kaldırılmasına da yardım ediyorlar. Ayrıca duvarların arasındaki saklı yollardan geçip saraya çalışmaya da geliyorlar.

Ancak bunların hepsi kadırgalarda çalışmıyor, zira orada farklı esirler var. Hem şehrin yakınındaki bir barınakta hem de denizdeki bu esirlerin sayısı o kadar çok ki, zaman zaman otuz bini aşıyor. Sultan Murat’ın zamanında bunların sayısı otuz iki bin idi, bu da salt gemilerde çalışanların sayısı idi, zeughaustakiler dışında.

yaprak 334 ters

Zeughauslarda ustalar ve komutanlar veya onların nöbetçileri, mühendisler, çeşitli sanatlardaki okutmanlar, çeşitli binalar için anahtarcılar ve bekleyen askerlerin sayısı otuz altı bin kadardır. Bunların hepsi ayda bir ücret olarak hazineden rütbelerine göre daha az veya daha çok maaş alıyorlar. Çoğu Türkleştirilen Hristiyanlar veya onların çocuklarıdır.

Özel olarak on dört bin usta vardır ki, sarayda sürekli el silahları yapıyor. Bunlar her hafta odalarda da temizlik yapıyorlar. Sultan bir şey aldığında hiçbir yerde pas görünmesin. Bu  ustalara  gobei  diyorlar.  Sultanın  yanında  savaşlara  piyade  sınıfı  olarak  katılıyorlar. Diğerleri ise tuffek (tüfek – Ç.N), yani musket tüfekli atıcılardır. Bunlar savaşa çıkıyor ve sürekli musket tüfekleri yapıyor, zira bunun için para alıyorlar, sayıları yedi bindir.

Topei veya topçular sekiz bin kişidir, bunların çoğu ustadır. Galata’nın bulunduğu taraftaki Tofama’da (Tophane – Ç.N.) büyük bir taş avluda büyük toplar, üst toplar, alay topları döküyorlar. Burada sayılamayacak kadar çok top vardır. Üzerlerindeki armalardan ve yazılardan öğrenilmesi mümkün olduğu kadarıyla, bunların çoğu Hristiyan devletlerinden alınan Hristiyan toplarıdır.

yaprak 335

Yeniçeriler de aynı şekilde, sayıları otuz altı bindir. Yukarıda tarif ettiğim gibi, iki avluda çeşitli silahlar yapmayı öğreniyorlar, boş oturmasınlar ve gereken silahları dükkânlardan satın almayıp barış döneminde sürekli kendileri yapsınlar diye.

Sarayda iki bin kadar kapıcı (kapıkulu – Ç.N.) vardır, hepsi sultan ile birlikte savaşa çıkıyor. Bunların vazifesi sadrazamın emriyle zalimleri idam etmektir, zira orada bu işi yapan görevli yoktur. Bu iş sultan gençleri ve diğer hizmetçileri arasındaki en düşük kişilere yaptırılmaktadır ki, kendileri böyle hakaretamiz bir işle kirlenmesinler.

Bu adamlar onların yerine bunu yapıyorlar, ancak bir saygın adam veya bir paşa idam edilecek olursa kendileri yapıyorlar, zira (onlar – Ç.N) esasen ana icracılar. Aynı şekilde bir başkanın veya paşanın veya bir başka ünlü adamın işlediği kabahat yüzünden rütbeleri elinden alınıyorsa, bunlar kendisine sultanın gözünden düştüğünü bildirmeye de gidiyorlar.

yaprak 335 ters

Lakin sultan sadrazamı görevden alırsa sultanın odasına çağırıyorlar ve onlardan biri ona yaklaşıp elinden sultan mührünü alıyor ve yüzünün yarısını pamuklu bir bezle kapatıyor ve ona el işareti yapıyor [zira sultanın huzurunda konuşmaya hakları yoktur] ki, sultanın odalarının kapılarından dışarıda olsun. O andan itibaren yalnızca kendi evine hükmediyor.

Bundan başka iki bin sultan oda kulu vardır, onları solâh olarak adlandırıyorlar. Bunlar sultanın  yanında  bulunuyorlar,  onun  yayı  ile  oklarını  taşıyorlar.  Kendileri  ise  yayları yapıyorlar ve savaş döneminde sadaklarla donanıp at sürüyorlar.

Konstantinopolis’te sürekli dört bin çauş (çavuş – Ç.N) oturuyor. Bunların görevi, haberci olarak hem komşu memleketlere hem de Türk devleti içinde şehir ve bölge başkanlarına gönderilmektir. Bu çauşlardan her biri belli bir alanda ustadır, özellikle savaş için ürettikleri çadırları ve beygir örtüleri ile meşhurdurlar.

Vazifeleri uyarınca sarayın üçüncü duvarının altında nöbet tutarak gönderilmeyi bekliyorlar. Bu vazife kendileri için kârlıdır, zira gönderildiği kişilerden pek büyük gelir alıyorlar. Üstelik onlar bir yere gönderildiğinde hazineden de yiyecek veriliyor.

yaprak 336

Aynı hizmetçiler, sultan birine bir rütbe veya vazife bağışlamaya karar verdiğinde, bu kişi Konstantinopolis’te veya bir başka memlekette bulunuyorsa ona haber getiriyorlar. Zira sultan  büyük  gelir  sağlayacak  malikâneleri  dağıtıyorsa  malikâneyi  alacak  kişiye  yazılan kâğıdı o kuluna veriyor ulaştırsın diye. İçinde malikâneyi alacak kişinin bu oda kuluna ne kadar (para – Ç.N) vermesi gerektiğine dair talimat vardır.

Oda kulu talimatı çauşla gönderiyor, zira oda kulları kendileri saraydan ayrılmıyor. Malikânenin sahibi talimatnameye göre gönderdiklerinin üstüne çauşa da bağışta bulunuyor, oda kulu da kâğıt için getirilen bağış karşılığında ona (para – Ç.N) verecek. Böylece sultan, birine malikhane bağışlayarak oda kullarını zenginleştiriyor ki, onlar münasip olduğu kadar donansınlar.

yaprak 336 ters.

Ayrıca Türklerin peh olarak adlandırdığı dört yüz sultan adamı vardır. Bu görevdeki dörder  kişi  sultan  bir  yere  gitmek  istiyorsa  onun  atının  yanında  yürüyor.  Başlarındaki şapkalar, piskopos şapkası gibi ancak [Roma piskoposlarınınki gibi] ikili değildir, saf altından yapılmıştır. Bunlara verilen talimat ahalinin başvurularını kabul edip sultana aktarmaktır. Neredeyse hepsi altın kuyumculuğundan anlayan ustalardır.

Bununla birlikte beş yüz kadar özel altın kuyumcusu ve elmasçı vardır. Bunları gnush, yani kuyumcu ve dziordar olarak -değerli taşları işleyen ve taşlardan anlayan- adlandırıyorlar. Onların hepsi aynı evde oturuyor ve saray için sürekli bir şeyler yaratıyor, gerek (sultanın – Ç.N) karıları için gerekse de kendisine en yakın olan bütün saraylıları için. Hepsine hazineden el emeğinin karşılığını ödüyorlar. Bunların başı vardır, ancak onun zengin evinin şehir içinde bulunması gerekmektedir.

yaprak 337

Ormanlardan zeughausa ve farklı amaçlarla saraya ahşap getiren, tahtaları testereyle kesen  amelelere,  onlarla  birlikte  doğramacılara,  dülgerlere,  marangozlara,  aşhaneler  ve tavlalar için, şehirdeki paşalar ve şehir memurları için, özellikle sadrazam için farklı kapları yapan fıçıcılara, beltag (baltacı mı? – Ç.N) diyorlar, sayıları sekiz bin kişi kadardır.

Bütün sultan sarayı ve yeniçeriler için kıyafet diken ustalar iki bin beş yüz kişidir, bunları festilcr (terzi – Ç.N.) olarak adlandırıyorlar. Hepsi bir evde oturuyor, Yunan hükümdarlığı döneminde bu evde Aya Sofya’nın hademeleri oturuyordu, o kilisenin yanında.

Sultan  sarayının  sonunda,  sarayın  denize  kama  şeklinde  girip  bittiği  yer, Karadeniz’den büyük süratle akan suyu ikiye ayırıyor, onun bir kısmı büyük boğaz olarak adlandırılıyor ve Akdeniz’e akıyor, ikinci kısmı ise Konstantinopolis ile Galata arasındaki boğaza gidiyor ve dar kol olarak adlandırılıyor.

yaprak 337 ters

Gemiler,  kadırgalar  veya  mal  dolu  tüccar  kayıkları  gibi  deniz  taşıtları  oradan geçtiğinde bu iş için orada bustangi-paşa (bostancı başı – Ç.N) veya bostancıların başkanı bulunuyor, bu iş için mahsusen belirlenen kişilerle birlikte sürekli beklesin diye ve gemiyi kalın iplerle bağlayıp tehlikeli yerlerden geçirsin diye. Şöyle ki, gemi o sarayın kamasına veya boynuzuna çarpmasın diye mümkün olduğunca çekiliyor. Özellikle denizde yel varken, zira orada su çok hızlı akıyor.

Geminin başı, onu Türkçe ras olarak (reis – Ç.N.) adlandırıyorlar, bu iş karşılığında bu bustangi-paşaya gemiye göre tespit edilen fiyatı vermelidir.

Saray kamasından birkaç stadyum uzakta, denizin ortasında, denizin içinden çıkan bir taş tepe vardır [o yer denizin en derin yeridir], üzerinde bir yuvarlak kule yapılmıştır, onu Hiskulati olarak adlandırıyorlar, yani Kız Kulesi. Söylendiğine göre, bir Yunan kralının kızı bu kuleyi yaptırmış, kendisi de içinde yaşamış, bakire hayatını ölümüne kadar geçirerek. Alt katında üç güzel odacık vardır, buradan bütün çevresine fevkalade güzel bir manzara açılıyor. Şimdi burada dört asker sürekli nöbet tutuyor, yanlarında üç top vardır.

yaprak 337 A

Kulenin içinde, kulenin bulunduğu tepenin ortasından fışkıran sağlıklı su pınarı vardır. Güya su yazın çok soğukmuş ve onu içmek mümkün değilmiş, güneşle ısınıncaya dek. O pınarın yanında sürekli yeşil kalan ve her yaz meyve veren zeytingil ağacı vardır. Sultan birini boğdurmayı  emrettiğinde,  onu  kuleye  ulaştırıp  ellerini  bacaklarını  bağlayıp  o  kulenin üstünden denize atıyorlar.

Her ihtimale karşı, sultanın bütün sarayı ve askerleri için Konstantinopolis’in içinde [özellikle Galata’nın bir köşesinde] farklı yerlerde çeşitli ekmeklerle dolu yüzlerce zahire deposu vardır. Bunların hepsi kurşun levhayla kaplıdır, hepsinde demir kapılar vardır. Bu zahire depolarını Türkçe ambar olarak adlandırıyorlar.

Bütün bu ihtiyatları üç senede bir değiştiriyorlar. Bunun miktarı o kadar çoktur ki, sultan askerlerine senelerce yedirilebilir.

yaprak 337 A ters

Galata’daki ambarların içinde yağlıdan* başka hiçbir şey bulundurulmuyor. Sultan Amurat’ın  (Murat’ın  –  Ç.N.)  zamanında  bu  yağlı  satılıyordu.  Bunların  on  sekiz  sene korunmuş olduğunu söylüyorlar, ancak öyle taze kalıyormuş ki, sanki o sene toplanmış gibi hiç kusuru olmuyormuş. Nasıl korunur, o memleketin havasının özelliğiyle mi, bir başka sırla mı, orasını bilemiyoruz.

Barutlar ise -zira onsuz donanma bir hiçtir- ne zeughausta ne de denize yakın bir yerde bulunduruluyor. Galata’nın arkasında hayli kuvvetli kuleler var, bütün barutlar Kahire’den - zira en iyi barutlar orada üretiliyor ve orada çok güherçile vardır- getirilip orada saklanıyor.

14. BÖLÜM

Sultanın Para Avlusu (Darphane – Ç.N.) Ve Maden Cevheri Hakkında

Türk sultanının memleketi içinde yalnızca tek bir para avlusu vardır, o da Konstantinopolis’te şehrin merkezinde bulunuyor. Ahalinin ihtiyaçları uyarınca burada altın ve gümüş, büyük ve küçük paralar döküyorlar.

yaprak 338

Para ustası Yunanlıdan başka milletten olamaz. Bu iş için Yunanlıların, birçok sultanın onayladığı  belgeleri  vardır.  Böyle  olmasının  nedeni  sultanın  Avrupa’da  Yunan memleketinden başka hiçbir yerde madeninin bulunmamasıdır. Bunlarda da zaten Yunanlılar çalışıyor. Türkler yer altına inmek istemiyor ve böyle bir işte çalışmaya alışık değiller.

O avlunun sahibi vergi olarak senede on yedi karik veriyor; yukarıda yazdığım gibi her karik 1633 saf altın para içeriyor. Hazinede ise bundan sonra hiçbir şeyi düşünmüyorlar, ne işçileri ne de madenleri. Orada dört yüz çalışan oluyor.

O evin sahibi, paranın miktarının sultanın kurallarına göre bol olmasına bakmalıdır. Bu sahip, birinin paranın sahtesini yaptığına veya o paranın bir kısmını kestiğine tanıklık ettiyse, o kişi şartsız idam ediliyor, mülkünün yarısı sultana, öbür yarısı ise para avlusunun sahibine aktarılıyor.

yaprak 338 ters

Sözü geçen sahip her ayın ilk gününde sultan sarayının başına [veya bizim nizamımıza göre  onun  (sultanın  –  Ç.N.)  sarayının  muhasibine]  emeğinden  zekhinler  [veya  saf  altın paralar] ve iki bin gümüş para getirmelidir. Zira sarayda sultan saraylılarına balyoz altından yeni çıkan paralar dağıtılıyor.

Aynı sahip, sultan sarayının giderlerine para sağlayabilmek için bir yabancı parası olanın kendisine bu parayı getirip sultan parasına bozdurması için emir verebilir. {310}

Bu durum yalnızca gümüş para için geçerlidir, zira orada her tür saf altın para kabul ediliyor. Bakır veya gümüş karışımlı bakır paraları, yüksek kalitede üretilmiş olsalar dahi, tüm mülkünün müsadere edilmesi tehlikesi nedeniyle kimse oraya getirmiyor. Ancak bu tür bir paraya sahip olduğunu yazılı olarak kendiliğinden belirten biri üç gün içinde o parayı para avlusuna getirebilir.

yaprak 339

Para avlusunun sahibi yabancı gümüş parayı sultan parası haline döktürüyor. Aynı şekilde de kesilmiş paraların ağırlığını değerlendirip yerine karşılık olarak Türk akçesini veriyor. Ona da (sahibe – Ç.N) sultan dağlarından gelen bütün altın ve gümüşü ağırlığına göre veriyorlar, bunları paraya döktürüyor ve emeğinin karşılığını ayırıp hazineye sunuyor.

Ancak bunlar salt Yunanistan’daki dağlardandır, zira altın ve gümüş çıkarılan diğer memleketlerde zaten aynı yerde para haline getiriyorlar. Sultan istese, bunu Yunan memleketlerinde de yaptırabiliyor, zira para avlusunun sahibine verilen belgede bütün altının ve gümüşün ona verilmesi gerektiği yazılmıyor, ancak sultan daha büyük bir refah için Yunanistan’da başka para avlularının kurulmasına izin vermiyor, zira kendisine salt Konstantinopolis’teki refah sağlıyor ve dağlardan getirilen bütün gümüş gerekirse gecikme olmadan saraylılara dağıtılmak üzere dökülebiliyor.

yaprak 339 ters

Sultanın Yunanistan’daki altın dağları Makedonya’da, Aziz olarak adlandırılan dağda, Cıdrokaps olarak adlandırılan şehre yakındır, diğerleri ise Bulgar sınırının yanında ve Macaristan’dadır. Gümüş dağları ise Yunanistan’ın içinde, hayli zengin üç yerdedir. Üstelik orada çalışan ustaların sayısı az değildir, yukarıda söylediğim gibi hepsi Yunan asıllıdır.

15. BÖLÜM

Türk Sultanının Eğlenceleri Ve Gezileri Hakkında

Türk sultanı savaşta değilken, daimi olarak yukarıda yazdığım Konstantinopolis’teki büyük sarayda yaşıyor. Bazen gezilerde oyalanıyor, bazen kendi evinde karılarıyla görüşüyor, bazen de sadrazamın fikirlerini alarak devlet işleriyle meşgul oluyor.

Gezilerden bahsedilirse, bunlar sırasında ahaliye gözüküyor, hükümdarlarını bilsinler ve şehir içinde isyan etmeyi düşünmesinler diye. Bunun için şehirde atla veya denizde kayıkla geziyor. Bazen  asilzadelerini  ve askerlerini  boşuna çalıştırmamak için küçük  bir  orduyla sessiz sedasız çıkıyor, kimi zaman da kendi uyruklarına ve yabancılara kudretini göstermek için ve ordusunun hazırlığını görmek ve onu aylaklık içinde yatırmamak üzere büyük bir kalabalıkla çıkıyor.

yaprak 340

Basitçe oyalanmak üzere çıkıyor ve yanında çok sayıda askerin bulunmasını istemiyor ise bu hemen belli oluyor. Kendi odasından her gün giydiği küçük cübbe ve evde kullandığı kaftan ile çıkıyor. O zaman yalnız en yakın oda kulları, hadımları ile saray askerlerinin başları onunla birlikte çıkıyor.

Onun önünde gençler, oda kulları ve uşaklar yaya yürüyor. İlk başta gemi komutanı gidiyor, onu sei-paşa olarak adlandırıyorlar. Elli askeri ile birlikte sultan için yol hazırlıyor, sokakları bir an evvel süpürttürüyor ve yüklü arabaları ve atları bekletiyor ki, sultanla kimse yol üstünde karşılaşmasın, sultan geçtiğinde herkes toprağa eğilsin ve diz çöksün diye. Zira Paganlar kendi sultanlarına karşı o kadar büyük saygı duyuyor ki, bir yerden geçiyorsa onun atının bıraktığı izi öpüyor ve kendileri için bunu büyük bir iyilik ve sevap olarak görüyorlar. Diğerleri kollarındaki damarları kesiyor ve geçinceye dek böylece ellerini ona (sultana – Ç.N) uzatarak ona karşı sevgilerinin tanıklığı olarak gösteriyor ve onun şerefi ve sağlığı adına nerede emredildiyse kendi kanını dökmeye hazır olduklarını bildiriyor.

yaprak 340 ters

Diğerleri  ise  görülsünler  diye  bir  yüksek  yerde  durarak  kıyafetlerini  beline  kadar indirip kızgın demir nesnelerle yanlarını ve göğüslerini yakıyor. Sultan bunlara bir nevi hayır gibi sadaka gönderiyor. Bunu yapanlar fakir insanlar. Asiller ve zengin tüccarlar ise böyle şaşırtıcı bir azgınlığa kapılmıyor.

Atının önünde seyis başı, çauş komutanı, hadım komutanı, kapig (kapıcı – Ç.N) komutanı, oda kulu komutanı, dört yeniçeri komutanı gidiyor. Bunları dzei-paşa olarak adlandırıyorlar. Büyük paşalardan, boyarın eşdeğeri, ise kimse yok.

yaprak 341

Atın yanında kırk tane peyh (peyes – G.N.), kapig ve sol-h yaya yürüyor, lakin uzakta. Atın önünde dört kapig, dört peyh yürüyor. Atın yanlarında neredeyse at üzerindeki sultanın omuzlarına kadar gelen uzun boylu adamlar olan sekiz solah yürüyor. Bunun için bütün Türk devleti içinde özel olarak uzun boylu adamları arıyorlar.

Sultanın atının yanında yürüyenler halkın başvurularını topluyor. Bu solahlardan ikisi değerli taşlarla bezenmiş altın kapların içinde sultan için mis gibi kokan vodkalar taşıyor, sultan bir yerden pis koku gelirse bunlarla serpiliyor. Bu kapları altından dikilmiş ve değerli inci taneleriyle bezenmiş keselerin içinde taşıyorlar.

Solahlar  ve  peyhler  gibi  sultanın  yanında  olan  herkesin  başında  altın  şapkalar, ellerinde yay ve oklar var. Bunların ardından cüceler, soytarılar, hadımlar, küçük gençler yürüyor. Sultan sıradan bir gezmeye çıkıyorsa, bütün bunlardan gezide üç yüz kişi kadar oluyor.

yaprak 341 ters

Bazen de (sultan – Ç.N) denize açılıyor, orada bir nevi gemi tarzında [Venediklilerin prensinin ve senatörlerinin İsa’nın Göğe Yükselişi bayramında denize açıldığı Butsentaurus gibi] yaptırılan teknesi var, bu tekne altınla yaldızlanmış ve farklı ahşap eşyalarla bezenmiş. Bir tarafında onaltı sıra var, üzerlerinde oturan esirler kürek çekiyor; karşı tarafta da o kadar sıra var. Esirlerin hepsinin başında kırmızı çuhadan şapkalar var, üstlerinde elbiseler, plüderkler veya beyaz pantolonlar da vardır.

Bostancıların bustangi-paşa olarak adlandırılan başı bunları yönetiyor. Sultan denize açıldığında o arkasında durarak dümencilik de yapıyor. Sultan, gemiciğinde mahsusen biraz daha yüksek yaptırılan bir tahtta oturuyor. Bustangi-paşa sultanla konuşarak kendisi ve halk için birçok şey rica ve istirham ediyor, zira onlar o gemiciğin pupasında tek başınadırlar.

Orada bir oda yaptırılmıştır, tümüyle hayli pahalı ipekli ve altınlı halılarla kaplıdır. Düşük  peykelerde  altın  kumaşlardan  pahalı  minderler  konmuş,  sultan  isterse  üzerlerine yatıyor veya oturuyor. Bu yüzden bustangi-paşa Türklerden büyük saygı ve hürmet görüyor, zira onun aracılığıyla kime ne gerekiyorsa sultana yaptırabilir.

yaprak 342

Teknenin diğer ucunda genellikle at gezisi için yanında çıkan en sevdiği saraylıları bulunuyorlar.  Sultan  teknesinin  önünde  musketten  atış  yapmak  üzere  dört  büyük  kayık gidiyor, bunlar diğer büyük teknelere sultanla karşılaşmamak için yanlara çekilmelerini emrediyor. Eğer sultan, yabancıların onu görmeleri ve uyruklarının onu hükümdarı olarak bilmeleri  için  gezisine  gururla  çıkıyorsa  saraylılarına  en  güzel  biçimde  dizilmelerini emrediyor, kendisi ise en pahalı kaftanları giyiyor ve saraydan çıkıp bütün şehirden geçerek Adrianopolis kapısına kadar gidiyor. Bu kapıdan üç verst kadar uzaktaki tarlaya çıkıp bostan içinde yaptırılan köşküne ulaşıyor, burada onun eğlenceleri vardır.

Ve orada kimi zaman hem gece hem gündüz kalıyor, kimi zaman aynı gün saraya dönüyor. Ondan önce farklı silahlarla pek düzgün halde 15.000 asker geçiyor, bazen de atlıların sayısı 150.000 kadar oluyor, o zaman şehir dışındaki tarlada içinden sultanın gezi için çıktığı köşkün önünde alay alay yerleşebiliyorlar. O (sultan – Ç.N) ise o an kendi sarayında ata biniyor.

yaprak 342 ters

Bunun  yanı  sıra  yeniçeri  ve  diğer  tür  piyade  sınıfı  askerleri  büyük  miktardadır. Hepsine  akşamdan  sultan  sarayının  önünde  gün  doğmadan  toplanmaları  emrediliyor. Özellikle  Sultan  Murat  Acem  seferine  hazırlanırken  bunu  yapıyordu.  Bunu  gören,  Lvov hâkimi rütbesinde orada sefirlik yapan, Premışl piskoposu ve krallık şansölye muavini müteveffa Trebinskiy idi.

Türk, Konstantinopolis’te o zamanlarda Acem sefiri bulunduğu için kudretiyle kendisini korkutmak üzere ve Acemleri uyarsın diye bu geziyi tertipliyordu. Kendi muavinine sultanın yanında gördüğünün, ordunun bir küçücük kısmı olduğunu ve sürekli Konstantinopolis’te sultanın yanında kaldığını sefire bildirmesini emrediyor.

yaprak 343

Bazen de gençleri görüyor. Sultan onlara devletin her bölgesinden gelmelerini emrediyor.  O  zaman  Acem  ülkesi  kadar  çok  memlekete  sahip  olan  Konstantinopolis sultanının kudretini görmüş oluyorlar. Salt o zamanlarda Türk Acem’den çok daha güçlüydü ki, onlardan 11 bölge ele geçirmiştir.

16. BÖLÜM

Sultanın Saraydaki Eğlenceleri Hakkında

Sultan gecenin ardından kalktığında, zaten her zaman güneşin doğuşuyla kalkıyor zira o saat Muhammed tarafından namaz için belirlenmiştir, yarım saat dua ediyor, sonra yarım saat yazı yazıyor. O sırada kendisine güç verici karışımlarla hazırlanan tatlılar, ballı çörekler vesaire ve çeşitli tatlarla pişirilen marzipanlar getiriyorlar.

yaprak 343 ters

Sonra kütüphanede bir saat okuyor. Oradan çıktığında, yukarıda tarif etiğim gibi, divanda meseleleri çözenleri dinliyor. Divanın olmadığı zamanlarda yalnızca tek bir veziri dinliyor zira onun vasıtasıyla devlet işleriyle uğraşıyor.

Dinledikten sonra bahçelerde, çeşmeler arasında geziniyor, soytarıları ve cüceleriyle oyalanıyor. Şayet görüşmelerden sonra vakti kalıyorsa, gezdikten sonra öğle zamanı gelinceye dek tekrar okumaya gidiyor.

Yemek için emir buyurduğunda leğenle birlikte hep odasının bir köşesinde duran, mis gibi kokan su dolu, değerli taşlarla bezenmiş altın kaptan elini yüzünü yıkıyor [herşeyi elini yüzünü yıkadıktan sonra yapıyor, çok şey söylemeden]. Zira Türklerin töresi uyarınca gün içinde birçok kez elini yüzünü yıkıyor.

Sofraya tek başına oturup yarım saatten fazla kalıyor. Yemekler o kadar iyi haşlanmış oluyor ki, her parçası bıçakla kesilmeden kendiliğinden kopuyor. Sıkça içmiyor, ancak doyduktan sonra yukarıda belirtilen büyük bir kupa şerbet. Kupanın ölçüsü quartadan az değildir.

yaprak 344

Yemek yedikten sonra namaz kılmaya gidiyor [zira Türkler ancak sabah ve akşam değil, öğle de dua ediyor]. Yarım saat dua ettikten sonra karılarının odalarına gidiyor veya onların bahçelerinde gezmeye çekiliyor.

(Sultan) karılarına gitmeyi tasarlıyorsa o karıların hiahadon olarak adlandırılan baş karısına sultanın geleceğini bildirmek için kesilmiş Arabını gönderiyor. Karıların yaşadığı odaların önünde o Araplar sürekli nöbet tutuyor. Baş karı, sultanın onları sevmesi için her biri en iyi şekilde süslensin diye bütün karılara sultanın onlara geleceğine dair haber veriyor.

yaprak 344 ters

Hepsi süslenince sultanın geçeceği bir uzun odada toparlanıyorlar. Orada birileri nakış işliyor,  birileri  ipek  eldiven  dikiyor,  diğerleri  taşlardan  veya  ipeklerden  çiçek  yapıyor, başkaları müzik aletleri çalarak parçalar söylüyor. Kim ne yapabiliyorsa onu yapıyor, sultan gelinceye dek.

Geldiğini görür görmez yaptıkları işi bırakıp oda boyunca iki sıra halinde diziliyorlar. O girince herkes ona eğiliyor, karıların başı ise odanın dışına çıkıp sultanı kapının ötesinde karşılamalıdır. Karşılayıp yerlere kadar eğiliyor ve karıların toplandığı odaya kadar refakat ediyor. Hepsi birlikte eğiliyor, sonra ikişer ikişer eğiliyorlar, çünkü biri diğerinden bir zira uzakta duruyor. {315}

O  da  onlara  bakarak  aralarından  geçiyor,  baş  karısı  da  ardından.  Ve  böylece aralarından defalarca geçiyor münasip olanı seçerken. Birisini beğenip ona karşı elinde bu iş için tuttuğu mendili sallıyor. O da eğilerek mendili alıyor ve öperek boynuna asıyor. O gece onu yatağına alacağına işarettir.

yaprak 345

Sonra sultan kendi odasına çekiliyor. Baş karı ise ona Arap nöbetçilerin durduğu kapılara kadar büyük bir hürmetle refakat ediyor. Sonra sultan akşam namazı vakti gelene dek

kütüphanesine okumaya gidiyor veya bahçelerinde dolaşıyor veya soytarıları ve cüceleriyle vakit geçiriyor. Sonra akşam yemeği zamanı geliyor, burada öğle yemeğinden daha çok vakit geçiriyor, zira iki saat sofrada kalıyor. Bunun ardından hiç vazgeçmediği dualarını okuduktan sonra kendi odasına uyumaya çekiliyor.

17. BÖLÜM

Sultanın Karıları Ve Diğer Sultan Kadınları Hakkında

yaprak 345 ters

Türk   sultanları,   diğer   hükümdarların   yaptığı   gibi   karılarının   saygın   kralların soylarından gelmelerine bakmıyorlar. Karısı olacak kadınları beğendiği esir kadınlardan seçiyorlar, zira birtek değil, çok sayıda karısı oluyor. İkincisi, hangi miletten geldiğine ve nece konuştuğuna ve hangi dine veya hangi yasaya inandığına bakmıyorlar, yeter ki güzel olsun ve (sultanın – Ç.N.) gözlerine zarif gelsin. Sultan için güzel kızları ya satın alıyorlar ya savaş  meydanlarından  getiriyorlar  ya  da  yurttaşların  elinden  zorla  alıyorlar  [geçenlerde, Türkler Candia adasındaki Kadia şehrini işgal ettiğinde, Paşa’nın en güzel yüz kızı seçip bağış olarak sultana göndermesi gibi]. Onların en kötüleri sultan kadınlarının köleleri oluyor, karı başının beğendikleri ise onun fikriyle sultan yatağına münasip görülecekler, sultan sarayında kalacaklar. Lakin bunları karı başı seçtikten sonra sultan kendisi gözden geçirecek.

yaprak 346

Yukarıda kaydettiğim gibi sultan, kadınların odalarına girip bir kızı seçerek boynuna mendil asınca, bu odalardan kendi odalarına çekiliyor. O zaman sultanın seçtiği bu kızı bütün kızlar, özellikle arkadaşları, sultanın yatağına münasip görüldüğü için onun bu mutluluğunu selamlayarak onu kucaklıyor ve öpüyor. Kendilerini sultanın karşısında unutmamasını ve sultan olup (gözde – Ç.N) kendilerine nazik davranmasını rica ediyorlar.

Sonra onların başı sultana refakat edip sultanın seçtiği bu kıza dönüyor ve büyük bir şerefle ona hamama kadar refakat ediyor. Hamamda, yıkanmak için farklı güzel kokularla sular tertiplenmiş durumdadır. Hamamdan çıkınca ona mis gibi kokan kıyafetler ve kaftanlar veriyor ve sultana geldiğinde neler yapması gerektiğini anlatıyor. Ve sultan onu severse ne büyük şerefe ve onura kavuşacağını anlatıyor.

yaprak 346 ters

Sonra ona akşam yemeği olarak seçkin yemekler veriyor, bakire olduğu zamanki gibi (yemekler – Ç.N) değil, büyük bir hürmetle bir kraliçe için seçilmiş yemekler gibi. Sultan uyumaya çekilmeyi buyurduğunda onu (kızı – Ç.N) mumlarla (sultanın – Ç.N)  odasına, yani

kadınların Arapların nöbeti altında yaşadığı odalara götürüyor, zira orada yukarıda söz ettiğim gibi onun (sultanın – Ç.N) kırk odası vardır, oraya sultana hizmet etmek üzere erkeklerden kimse girmiyor, her yerde sadece kadınlar ona hizmet ediyor.

yaprak 347

Baş kadın kızı oraya götürüp kızın üstünden kıyafetini çıkarıyor. Sultanın yatağına yatınca bunu ona (sultana – Ç.N) bildiriyor, zira Sultan da bir başka odada kıyafetlerini çıkarıyor. Geldiğinde eski kadın, nöbette üç eski karıyı bırakıp eğilerek ayrılıyor. Bu üç karıdan  biri  hiç  kıpırdamadan  bütün  gece  boyunca  perdenin  arkasında,  kapıda  duruyor [odanın her köşesinde ise muazzam gümüş şamdanda bütün gece boyunca dört mum yanıyor]. İkincisi kapının dışında geçitte, üçüncüsü ise geçitten sonraki üçüncü odanın kapısında duruyor.

Bu üç karı, sultanın onları bir ihtiyaç yüzünden çağırması halinde hazır olacak şekilde üç saat nöbet tutarak bekliyor. Bu vakit geçtikten sonra hayli sessiz sedasız çekiliyorlar, diğer üçü geliyor, ardından da aynı şekilde bir başka üçü. Sultan kalkıp odasına giyinmeye çekildiğinde kız, hizmetçilerle baş kadın gelinceye dek yatıyor.

Onu alıp önceden kaldığı odaya değil, diğer odalara götürüyorlar. Ve onu artık sultan (gözde – Ç.N) olarak adlandırıyorlar ve uzun zaman geçmeden, ölümüne kadar kendi geliri sıfatıyla senede iki karik, yani 3266 saf altın para, dört kadın hizmetçi, kendisi için yemek yapacak iki kadın ve bir Arap hadımı olsun diye defter-i kebire dâhil ediliyor.

yaprak 347 ters

Sultan giyindiği an, odasından onun adına kıza altınla nakış işlenmiş kese içinde 3000 saf altın para getiriyorlar. Sultan onu beğenip bir gece daha alırsa o defterlere yine yazılacak ve tekrar iki karik, hizmetçiler, Arap hadımı eklenecek; kese içinde ise tekrar 3000 saf altın para getirecekler ve onu artık kraliçe olarak adlandıracaklar. Sultan ile üçüncü kez yattıysa, o zaman sultan kendisine değerli taşlarla bezenmiş bir taç gönderiyor, onun artık onaltı hizmetçisi oluyor ve yaşayacak çok sayıda odası oluyor, geliri 16 karik olarak saptanıyor, odasına dört şilte ve altında çariçe gibi oturması için yatak tepeliği konuyor. Zaten bundan sonra çarın karısı oluyor.

Onun  bu  karıları,  kadın  ve  erkek  büyücülere  [Türkler  içinde  bunlar  çoktur]  bol miktarda para veriyorlar, sultanın kendilerine daha çok servet vermesi için onu nasıl hayran bırakmaları gerektiğini onlara öğretsinler diye. Kısa zaman sonra, zengin olduklarında bir paşaya varabilmek için. Zira böyle bir kadın sultan sarayında en büyük ihtimamı görüyor.

yaprak 348

Bu karılarından [çok sayıdadırlar] birisi ona (sultana – Ç.N) bir oğul doğurduğunda, sultan kendisine altın nakışla işlenmiş kese içinde beş bin zekhin gönderiyor, kendi arzusuna göre  gelirini  de  artırıyor,  bir  dadı  sağlanıyor.  Bir  kız  doğurduğunda  gelirini  artırmıyor, yalnızca dadı ve kese içinde 3000 saf altın para bağışlıyor.

Lakin kız doğuranlar, oğlan doğuranlardan daha mesutturlar, zira sultan vefat edince onun en büyük oğlu tahta geçiyor ve diğer kardeşlerini boğduruyor. Kızları ve onların annelerini ise kendi paşaları ile evlendiriyor: Bunların hepsi saraydan ayrıldığında Türkler arasında muazzam hürmet görüyor.

Söz ettiğim gibi kızlar anneleriyle birlikte kalıyor, oğullar ise altı yaşına girince annelerinden ayrılıyor ve kendi muavinleri tarafından korunup bakılıyor. Anneleri ise onları görmüyor, bir senede, sadece belirlenen dört günde.

Kızlar on sekiz  yaşlarına girdiğinde evlendiriliyor, her birine çeyiz olarak beşyüz karik, üstelik sekiz yüz binden fazla saf altın para veriliyor. Ayrıca her birine evlendikten sonra ölümüne kadar gelir olarak senede 30 karik sağlanıyor. Uygun zaman olursa babalarını ziyaret etmeye geliyorlar. Babaları vefat edince kardeşleri tahta geçerse kardeşe de geliyorlar. O zaman arzusuna göre onlara bağış dağıtıyor.

yaprak 348 ters

18. BÖLÜM

Onun (Sultanın – Ç.N) Pagan Sadakaları Ve Hayır İşleri Hakkında

Her gün Türk sultanı kalkıp namaza gittiğinde tapınağa giderken geçtiği diğer odalara para yerleştiriyor. Bu parayı bulanlar sadaka olarak alıyor, gümüş mü, altın mı hangi paraya rasgelirse onu alıyor.

yaprak 349

Ayrıca her Cuma günü yoksullara saraydan meşhur sadakasını gönderiyor. Üstelik hukukçularına,   yakınlarından   kimi   beğeniyorsa   onlara   veya   asilzadelerine   kime   ne gerekiyorsa onu veriyor. Yukarıda söz ettiğim gibi bazen, ağırlıklı olarak büyük bayramlarda, zindanlardan borç suçundan tutuklu olanları kurtarıyor ve genel zindanlara büyük bir sadaka gönderiyor.

Ve müftüye [esasen Muhammed yasasının başıdır] ehemmiyetli bir bağış gönderiyor. Ayrıca çocukken kendisini eğiten muallime de. Onu odzia (hoca – Ç.N.). olarak adlandırıyorlar. Ve de güya Muhammed’in soyundan gelen ve bu yüzden başına başka Türklerin giyemediği yeşil çalma takan ve yeşil kaftanlar giyen başkomutan emir-afendaya (emir efendi – Ç.N).

Lakin Muhammed’in  kanından geldikleri  söylenen  yeşil  giysililer  Türk  devletinde Mısır ve Arabistan’dan çoktur. O emir-afenda onların başındadır, orada onları santonlar (azizler – Ç.N.) olarak adlandırıyorlar. Onların her biri elinde uzunca bir tespih tutuyor, güya üzerine mırıldanarak dualar etmek içindir. Hepsi çıplak ayaklı gidiyor, ellerinde asâ var; onları aziz adamlar olarak görüyorlar.

yaprak 439 ters

… Bunların çoğu kör, zira Mekke’ye Muhammed’in mezarını ziyarete gittiklerinde, Muhammed adına kör olmaları için ve bu dünyanın güzelliklerini görmemeleri için ve rahat hayata kapılmamaları için ve böylece bunların hepsini bırakıp hayat boyunca sadaka ile beslenmeleri için orada gözlerine kızgın demir çekiliyor.

Bu azizler bütün ömürleri boyunca sadakayla geçiniyor ve Türkler her konuda büyük ve yetkin insanlar olarak onlara inanıyorlar, zira bildirdiğim gibi gönüllü olarak onlardan daha çok ağır işkence görmek mümkün değildir. Ayrıca böyle bir aziz, yargıç karşısında birine tanıklık ediyorsa, o tanıklık halktan otuz kişinin tanıklığından daha doğru sayılıyor.

yaprak 350

Santon … birinin lehine şahadet ediyorsa, herkes sahiden doğruyu söylemediğini görüyorsa bile o kişi hemen aklanacak. Bu sebeple onları en çok şahadetlerde kullanıyorlar, zira yargıç onun lafına karşı, zanlıyı Muhammed’in vasiyetine göre bir cezaya çarptıramıyor. Onlardan biri ölürse onu tapınakta özenle defnediyorlar ve aziz sayıyorlar.

Sultan, daha vefat etmediyse sarayda değil, ayrı köşkte yaşayan annesine sıkça bağış gönderiyor. Zira kocası sultan ölür ölmez sarayı derhal terk etmelidir, oğlu ise ona büyük hürmet gösteriyor. Her ay saraya tek başına serbestçe gelip oğlunu ziyaret edebiliyor. Eğer sultan hastalanırsa, yanında kalıp iyileşinceye kadar kendisine bakıyor. Kendisi hastalandığında sultan onu ziyarete geliyor, annesi ölürken ise anne hayır duasını almak için geliyor.

Bütün Muhammed yasasının başı olan o müftü sultandan büyük saygı görüyor. Günlük geliri beş yüz saf altın paradır, zira evinde çok akrabası oluyor. Paganlardan yargılamalar için çok para alıyor, özellikle karılarından boşandıklarında. Kararını açıkladıktan sonra çok ağır gelse bile kimse karşı çıkamıyor.

yaprak 350 ters

Sivil vakalarda da ona başvuruluyor, yalnızca Konstantinopolis’ten değil, bütün Türk devletinden. Muhammed yasası uyarınca kutsal olduğu ve bütün şehir yargıçları içinde en adili olduğu düşünülür [ne var ki sıkça kata* vazifesi görüyor].

Şu bilinmelidir ki, âdetlere göre sultan, ne kadar saygın biri olursa olsun kimsenin karşısında ayağa kalkmıyor, ancak müftü ve müftüye göre çok başka bir kişi olan hodzia olarak adlandırılan okutmanı karşısında sultan senede iki kez, büyük bayramlar sırasında müftünün hayır duasını alıp elini öpüyor, öğretmenine ise kendisi elini uzatıyor [işte bizden farklı milletler böyle yapıyorlarmış].

yaprak 351

Bu bayram günlerinde hadımlara da sadakayı kendi eliyle dağıtıp veriyor. Karılarına da aynı şekilde, o iki bayramda tapınaklarından gelip onları ziyaret ederek her birine kendi arzusuna göre veriyor, kimisine daha çok, kimisine daha az. Kendisine ilk oğlunu doğuran karı ile başlıyor, onu azehih olarak adlandırıyor (haseki – Ç.N). O zaten sultana-çariçedir, bunun için hürdür ve sultan onu diğerleri gibi esire olarak göremiyor.

Zira ona hediye edilenler, parayla satın alınan diğerleri gibi aslında onun esireleridir. Bu durum şu sebeple geçerlidir: Biri onu  (esire – Ç.N.) sultana hediye veriyorsa (sultan – Ç.N.) onun karşılığı olarak kendisine bağışlar gönderiyor ve böylece satın alınan (kadın – Ç.N.) sıfatıyla düşünülüyor.

yaprak 351 ters

Sultana diğerlerinden önce ilk oğul doğuran, oğlu sünnet olmadan önce bir çariçe gibi azat ediliyor ve şanı artsın ve insanlar onu daha iyi tanısın diye defter-i kebire dâhil ediliyor. Aynı zamanda kendisine çeyiz olarak [biriyle evlenmek istemesi halinde] ölümüne kadar üç karik saptanıyor.

19. BÖLÜM

Türk Sultanlarının Hastalıkları Ve Ölümleri Hakkında

Türk sultanı hastalandığında mevcut bütün doktorlar sarayda toplanıp onu muayene etmeye gidiyorlar. Eğer ağır şekilde hastalanırsa, sultan odalarında kalmaları için, sultan iyileşinceye  kadar  şehre  dönmemeleri  için  her  birine  hizmet  etmek  üzere  ikişer  köle sağlanması emri veriliyor.

Eğer sultan bir hastalık yüzünden ölürse, bu doktorları bundan sonra artık kimse kabul etmeyecek, kendileriyle arkadaşlık yapan sultan sarayı mensuplarının dışında. Orada şehirden gelen hiçbir hekim bulunmuyor. Zira sultanın doktora ihtiyaç duyduğu her şeyi onun yakınları en iyi doktor gibi yapabiliyor. Onlar sultanın damarını açıyor, ona şişe çekiyor, onu tıraş ediyor ve gerektiğinde farklı yaralarını tedavi ediyor.

yaprak 352

Lakin doktorlardan üçü, sultan sağlıklı ise bile, sabahtan öğleye kadar sultanın taleplerini bekleyerek eczanede kalmalıdır. Sarayda evleri şehirde bulunan toplam yedi doktor vardır. Hiçbiri sarayda oturmuyor.

Eğer sultanın bir karısı hastalanırsa, doktor onun odasına girmeye kalkmıyor; sultanın emriyle girse bile onu göremiyor, zira onu tümüyle örtüyorlar, doktorun nabzını tutması için sadece ipekli kumaş arkasından ellerini gösteriyor. Lakin ona başvurup nesi olduğunu soramıyor. Bunun için eski karılar vardır zaten, onlara soruyor ve kendileri tedavi ediyor. Doktor   eczanede   bir   derman   hazırladıysa,   karıya   bu   dermanın   içinde   ne   olduğunu bildirmelidir, karı daha çok yapabilsin diye.

yaprak 352 ters

Öldüğünde küçük bir tören bile yapılmıyor, ancak akşamleyin yakınları onu götürüp tabuta koyuyorlar ve defnediyorlar. Sultan da aynı şekildedir: Hiç hazırlık olmadan geceleyin onu tapınağa götürüyorlar ve defnediyorlar, lakin onun ruhu için çok sadaka veriyorlar. Çok geçmeden aynı günde oğullarından en büyüğünü sultan odalarına getiriyorlar ve başarılı bir hükümdarlık dileyerek, devleti yönetirken dinç olması için nasihat veriyorlar. Bunu hatırlayan sultanlar sıkça geceleri şehirde dolaşıyorlar, kimse anlamasın diye uzaktan önünde, arkasında, yanlarında muhafızları bulunarak. Böylece şehirde olup bitenlere, ahalinin kendileri hakkında neler anlattığına -bir isyanın düşünülüp düşünülmediğine ve ahali ile ilgili her şeyin görevlilerin kendisine bildirdiği gibi olup olmadığına ve halkının rahat olup olmadığına- birileriyle sohbete başlayıp sorgu sual ederek kendileri bakıyorlar.

yaprak 353

Eski sultanlar şehirde sıkça mütenekkiren dolaşırlardı. Ama Sultan Süleyman’dan itibaren bugünkü sultanlar artık geceleri şehirde nadiren dolaşıyorlar, bazıları yurttaşlar arasında  neler olup  bittiğini  gündüzleri  de ara  sıra sorgu  sual  ediyorlar, özellikle Sultan Üçüncü Murat’tan sonra hükümdarlık edenler. Bu sultana zekâ açısından bugüne kadar eşit olan çıkmadı, zira o, geceleri şehirde dolaşarak şehirde durumun ne olduğunu ve uyruklarının başkanlar tarafından fazla vergilendirilip vergilendirilmediğini sorgu sual ediyordu.

20. BÖLÜM

Yeni Sultanın Seçilmesi Hakkında

Sultanın oğlu varsa, Muhammed yasası uyarınca on üç yaşına kadar sünnet ettirmiyor. Bu sünnet törenleri büyük bayram ve neşe ile sekiz gün devam ediyor, özellikle bu ilk oğlu ise. Sonra bir şehirde yargıçlık yapmak ve bölgeyi yönetmek için Anadolu’ya gönderiyor.

Bu durum bir oğlunu hükümdarlığa testament* ile getirmek içindir. Testament sultanların en önemli haklarından biridir. Bunun dışında onların geleneğine göre tahta en büyüğü geçiyor, diğer hepsine ise kıyıyor. Eğer ilk doğan ölürse, ilkinden sonra ikinci sırada doğanın tahtta hakkı vardır. Eğer en büyük oğul kendisine sunulan bölgeleri beceriksizce yönetiyor ise, babası onu bu suç yüzünden kararname ile hükümdarlıktan mahrum ediyor ve diğerine hükümdarlığı sunuyor.

yaprak 353 ters

Zekice yönetiyorsa, ilk doğan, babasının ölüm haberini alınca gizlice ve süratle Konstantinopolis’e gidiyor ve geceleyin küçük kapılardan bahçelerden saraya giriyor. Onu bekleyen müşavirler toparlanıp odalara götürüyorlar ve hükümdarlık için uğurluyorlar. Bu arada kendisi ise o anda gerek sarayda bulunan bütün kardeşlerini gerekse de farklı şehirlerde ve bölgelerde yöneticilik eden kardeşlerini öldürmek için emir veriyor. Kendini savunmaya kalkışırsa, derhal ona karşı askerî birlikleri gönderecek.

Dört oğlu olan İkinci Beyazıt’ın döneminde oğullarının hepsi iktidarı ele geçirmek istemişti, yenilmeye gönüllü değildiler. Babaları daha hayattayken aralarında kavga ediyorlardı, lakin Selim üç kardeşini yakalayıp canlarına kıymıştı, babasına ise içmesi için zehir göndermişti ve şiddet sonucu tahta geçmişti.

yaprak 354

Aynı şekilde Süleyman’ın üç oğlu babaları yaşarken birbirleriyle savaşıyordu. Kardeşlerden biri diğer ikisini öldürmüş ve korkup Acem şahına kaçmıştı; lakin o (Acem şahı

–  Ç.N.) onu  babasına  göndermeliydi  zira (oğlunu  –  Ç.N.) göndermemeye  devam  etmesi halinde  (Sultan  Süleyman  –  Ç.N.)  onu  (Şah’ı  –  Ç.N.)  harp  açmakla  tehdit  etmişti. Götürülünce onu derhal öldürtmüştü, İkinci Selim olarak adlandırılan ikinci oğlunun tahta geçmesi için.

Ondan sonra Sultan Murat tahta geçti, kardeş kanı istemeden, dokuz kardeşi vardı, düşünüp taşındıktan sonra (kardeşlerinin – Ç.N) saraydan kaçıp kurtulabilmeleri için idam emri vermeden onsekiz saat beklemişti.

Bu  nedenle  şehre  geldiğinin  duyurulmamasını  emretmişti,  zira  bunu  müftü  ve muallimi   ile   konuşmuş   ve   onlar   da   kendisine   Muhammed   yasasını   bozamayacağını bildirmişlerdi. Sultan Murat çok ağlayarak sağırlarını çağırdı. Bu sağırların başına ölen babasını gösterip, kardeşlerine karşı aynısını yapsınlar diye işaret ederek dokuz yastık vermiştir.

yaprak 354 ters

Kardeşler öldürüldükten sonra büyük divan tertipleniyor, ancak haftada dört kere toplanan değil, Konstantinopolis’te o an bulunan bütün paşaların ve bütün saray başlarının katıldığı özel divan. Yeni sultan ise herkesin toplandığı odanın sonundaki bir odacıkta oturup yukarıda kafes arkasından onlara bakarak kimin neler konuştuğunu dinliyor, kendisini de kimse görmüyor.

Divan tertiplendiğinde herkes dörder dörder sultana yaklaşmadan eğilmek üzere gidiyor. Hiç kimse bir şey demiyor, diz çöküp kaftanı öper öpmez diğer kapıdan çekiliyor.

Töreye göre sultan böyle tek başına kalıyor, onların hepsi ise divanın tertiplendiği odaya gidiyor, sofraya da bir başka odada oturuyorlar, daha önce oturdukları yerde değil. Ziyafette neşeyle yiyip içiyorlar. Lakin biraz bekliyorlar, sultan doyana ve atın üzerine binip böylece alenen artık hükümdar sıfatıyla gözükmek üzere şehre gidene kadar.

yaprak 355

Atalarının defnedildiği tapınağa gelince bir meşhur muallimin sözlerini dinliyor, o sözlerini tamamlayınca başarılı hükümdarlık sürmesi için yedi kere hayır duası veriyor. Ve bütün halk her hayır duasının ardından “âmin, âmin” diyor.

Sonra Muhammed’in en büyük elçisi müftü yerinden ayrılınca, yaşayan tek baba gibi hayır duasını veriyor. Halk daha çok “âmin, âmin” diye haykırıyor. Sonra da bütün halk “Allah ve Peygamberi Muhammed uzun ve başarılı bir hükümdarlık sürmesi için kralımızı uğurlasın” diye haykıracak.

Bundan sonra sultan tapınaktan ayrılıyor ve atına binip gelirken geçtiğinden farklı bir sokaktan sarayına dönüyor.

Seçildikten sonra beşinci gün yukarıda sözü geçen kürekli kayık veya tekneye büyük şerefle biniyor ve zeughausun yakınındaki Asseher, yani neşeli bahçe olarak adlandırılan bahçeye gidiyor. Ve orada ata binip aynı gün bir hayvan yakalayarak kendi eliyle öldürünce, düşmanları yenmek için onun gücünü üstlenmek üzere ava çıkıyor.

yaprak 355 ters

Avdan döndükten sonra zeughausa gidiyor. Orada onu kapitan-paşa, yani deniz ordusunun başı karşılıyor. Zeughaus için gerekenleri, deniz ordusunun halini bildiriyor, neler yapılması gerektiğini soruyor. Sultana etraftaki bütün komşularına korku salması için yardım ediyor.

Diğer beş gün boyunca büyük servetler dağıtıyor, kısmen şehirden geçerken ahaliye vererek. Yoksulların evlerine, kendi Pagan hukukçularına, bütün muallimlere sadaka gönderiyor. Dördüncü Murat tahta çıkma töreninde iki binden fazla karik dağıtmıştı, yani dört yüz binden fazla saf altın para.

yaprak 356

Diğer beş gün karıları ve kadın akrabaları onu ziyaret etmeye başlıyor, her birine değerli eşyalar, kaftanlar, gümüşler bağışlıyor. Onların kocalarına da aynı şekilde farklı bağışlar ve rütbeler veriyor, zira o günlerde kadınların kendileri ve kocaları ne rica ediyorlarsa reddetmeyecek.

21. BÖLÜM

Türk Dini Ve Muhammed Yasası Hakkında

Alkoran olarak adlandırılan bir kitapta tarif edilen bütün Muhammed yasası dört bölüme ayrılıyor. … öğreti onun en zeki olduğu düşünülen dört öğrencisi uyarınca ayrılıyor.

Onların o öğretilerini dört madgeb (mezhep – Ç.N) olarak adlandırıyorlar. Birincisi şafey  (Şafi  –  Ç.N),  ikincisi  kaneh  (Hanefi  –  Ç.N),  üçüncüsü  maleh  (Maliki  –  Ç.N), dördüncüsü kambal (Hanbeli – Ç.N) olarak adlandırılıyor. Bunlardan birincisi töreleri, ikincisi dua törenlerini, üçüncüsü salt evliliği, dördüncüsü ise medeni hukuku öğretiyor.

Bu tüzükler ile ilgili olarak Müslümanlar kendileri arasında anlaşamıyorlar ve birileri diğerlerine o dört tüzüğü yanlış yorumladığını, yanlış inandığını, Muhammed’in Alkoran’ının doğru yorumlarından ayrıldığını kastederek kâfir diyorlar.

yaprak 356 ters

Türkler en çok Acemleri ve Sarazinleri (diğer Müslümanları mı? – Ç.N) sevmiyorlar, zira Acemler, Hall’ın (Ali’nin – Ç.N) öğretisinden yanadır. O Muhammed’in damadı idi, onun Alkoranı’nı yorumladı, mahkemeleri yönetti ve Muhammed’in bütün eylemlerinde ilk muaviniydi.  Türkler, Tatarlar ve Araplar Muhammed’in iki öğrencisinin öğretisinden yanalar, o (Muhammed – Ç.N) ölürken onlara yasayı sundu, zira o an Hall yanında değildi. Onlardan birine Abubaher (Ebu Bekir – Ç.N.), öbürüne Omer (Ömer – Ç.N.) diyorlar. Bunlar Hall’ın aklından  yana  değiller  ve  Muhammed’in  yasası  için  kendi  yorumlarını  yazmışlardır. Acemler, güya onları (Ebu Bekir ve Ömer – Ç.N) Muhammed’in yasasını o ölürken uydurmakla ve kendilerini bu yasaya âlim olarak kaydetmekle suçluyorlar.

Taraflar birbiriyle  anlaşamamasına  ve çeşitli  konularda birbirine sövüp  saymasına rağmen, Muhammed’in şu on vasiyetine sadık kalıyor:

1. Defalarca el yüz yıkama hakkında;

2. Namazın sayısı hakkında;

3. Ebeveynlere karşı saygı ve hürmet hakkında;

4. Evliliğin kurulması hakkında;

5. Sünnet hakkında;

6. Ölenlerin yakınlarına yardım hakkında;

7. Savaş hakkında; 8. Sadaka hakkında;

9. Tapınaklara saygı hakkında;

10. Bir tek Allah’a tapılması hakkında.

yaprak 357

Birinci vasiyetle ilgili olarak Muhammed, vasiyetnamesinde kimsenin gerek tapınakta gerekse evde elini yüzünü yıkamadan namaz kılmamasını emretmiştir. Alkoran’ı dört kısma bölen ve o tüzükleri yazan ilk dört öğrencisinden itibaren tespit edilen töreye ve âdete göre ilk olarak elin ve yüzün yıkanması emredilmiştir.

Biri  arındıktan  sonra,  ilkin  ellerini  bileğe  kadar  temiz  su  içine  üç  kere  batırıp damlaların üzerlerinden dökülmesi için yukarıya kaldırarak yıkamalıdır. Sonra dört kere suya tutup suyun dirseklere kadar akması için kaldırmalıdır. Ve sonra ıslak elleri ile dirsekleri ıslatmalıdır.

yaprak 357 ters

Sonra elleri beşinci kere suya batırıp bir eliyle öbürünü yıkamalıdır. Sonra elleriyle gözleri ovalamalı, ağza ve burna su çekmelidir. İki başparmağı suya batırıp kulakları ıslatmalı ve böylece dışından ve içinden yıkamalıdır. Sonra tekrar altıncı kere ıslatıp dizlere ve bütün ayak parmaklarına ve topuklara dokunmalıdır. Sonunda yedinci kere elleri ıslatıp kurumaları için onları aralarında ovalamalı, bunun ardından havlu ile kurulanmalıdır.

Bu el yüz yıkamayı kendi dillerinde avdes (abdest – Ç.N) olarak adlandırıyorlar. Biri arınıp evde yıkanmadıysa, o zaman camiye girmeden önce bedeninin edep yerlerini yıkamalıdır, sonra kapıdan girmelidir. Zaten bu yüzden havası sıcak olan doğu ülkelerinde bütün Müslümanlar geniş kollu kaftanlar giyerler ki, gerektiğinde her zaman kaftanı çıkarmadan kollarını dirseklere kadar yıkayabilsinler.

Aynı amaçla geniş çizmeler giyerler ki, kaftanı kaldırıp, yukarıda sözü edildiği gibi, dizlerini  ve  ayak  parmaklarını  ve  topuklarını  yıkayabilsinler.  Çuha  kaftanları  giyen  ve gerektiği  gibi  düğmeleyen  Türkler,  duadan  önceki  yıkamada  kaftan  çıkarmamak  için müftünün iznini alıp, olması gerektiği gibi eli yüzü yıkadığında dizlere ve dirseklere kaftanların içinden ıslak el ile dokunuyor.

yaprak 358

Eğer birinin bu şekilde yıkanmadan camiye girdiği ortaya çıkarsa onu bütün şehirden geçiriyorlar ve Muhammed’in birinci vasiyetini çiğneyen bir mücrim gibi kırbaç yiyor. Ama şimdi  onların  müftüsünün  hükmü  ile  bu  suç  gümüşle  cezalandırılıyor.  Ayrıca  eğer  biri gerektiği  gibi   yıkanmadan  camiye  dua  için  girmeye  bir  daha  kalkışırsa  kadırgalara gönderiliyor ve birine karşı mahkemede tanıklık ediyorsa bu kişinin ifadesi kabul edilmez hale geliyor.

Eğer biri üçüncü kere aynısını yaparsa açıkça bir kâfir ve Muhammed’in yasasının mücrimi olarak yakılıyor. Eğer biri bu suçu işleyip bu işlediği kabahatten pişman olarak Muhammed’in mezarını ziyarete gidiyorsa ve orada olduğuna dair bir tanıklık getiriyorsa, o zaman böylesinin salt o suçu değil, bütün diğer günahları bağışlanıyor.

yaprak 358 ters

Bu yıkanma mutlaka gereken bir şey olduğu için tapınaklarını su olmayan yerlerde kurmuyorlar. Bu yüzden tapınağın karşısında her zaman bir pınar ve üzerinde kurulan bir çeşme vardır ki, herkes camiye girmeden önce gereken şekilde yıkanabilsin. Ayrıca birisi karısıyla birlikte olduktan sonra edep yerlerini ve kendini tümüyle defalarca yıkamalıdır. Bu gereksinimi karşılamak için gerek genel hamamlar var gerekse de evde yıkanıyorlar.

Muhammed’in ikinci vasiyeti gaemas (namaz – Ç.N), yani dua törenidir. Gerektiği gibi yıkandıktan sonra paputsları (pabuç – Ç.N.) kapının önünde bırakıyor ve içeriye ya çıplak ayakla ya da çorapla giriyorlar. Girince üç kere usulca yere kadar eğiliyor ve durmak istedikleri yere kadar eğilerek geçiyorlar. Diz çöküp tekrar üç kere başlarını yere indiriyor ve toprağı öpüyorlar [keşke bizim katolikler, üzerinde dehşet verici kurbanların verildiği ve Tanrının kendisinin kutsal gizemler (ekmek ve şarap olarak – Ç.N.) karşılığında topluma aktarıldığı altar önünde bunu yapsalar].

yaprak 359

Sonra kalkıp ayakta dururken dua ediyorlar, başlarını göğe kaldırıp. Eğer dizlerinin üstünde kalmayı istiyorlarsa, gözleri yere doğru, başları da eğik oluyor. Herkes diğerlerini rahatsız etmemek üzere sessiz sedasız dua etmelidir.

Sadece iman (imam – Ç.N) veya papaz yüksek sesle serbestçe konuşabiliyor. İman yok ise, bir muhtar yüksek sesle konuşuyor, diğerleri ise arkasından kim nasıl isterse ister yüksek sesle, ister sessiz devam ediyor. Lakin iman varken hiçbiri sesli konuşamıyor.

Bu duaları herkes ya kendisi söylüyor ya da dinliyor, lakin iman konuşurken herkes her kısmın ardından yedi kere diz çöküp yere kadar eğilerek yeri öpmelidir. Sonra Muhammed’in onuruna bazı dualar ediyor, sonra da kendi Alkoran’larını övüyorlar.

Bütün bu dualar sırasında kimse kimse ile konuşmamalıdır, [biz Hristiyanlar için ne örnektir, zira tanrısal evleri yemekhane olarak kullanıyoruz ve içlerinde salt konuşmak istiyor değiliz, rehin işlemleri yapıyoruz, yarışlar tertipliyoruz, farklı toplantılar ve oturumlar yapıyoruz. Zaten bu yüzden Tanrı bize hayır bağışlamıyor, zira onun kutsal evine saygı ve hürmet göstermiyoruz, iyi hiçbir şey düşünemiyoruz, düşünsek de gerçekleştiremiyoruz] el işareti  yapmamalıdır,  hatta  hiç  öksürmemelidir,  tükürecekse  yere  değil,  zira  yere  olmaz, mendil içine yapmalıdır.

yaprak 359 ters

Konstantinopolis’teki durum şöyledir: Aya Sofya’da aynı anda birkaç bin kişi toplanıyor, buna rağmen ortalık öyle sessiz oluyor ki, içerde kimse yokmuş gibi görünüyor. Yalnızca iman konuşuyor ve insanlar ona karşılık veriyor. Ayrıca caminin içine hiçbir hayvan sokulmuyor, özellikle köpekler: Dualar sırasında böyledir, sanki etrafta kimse yoktur, lakin bu iş için hep nöbetçiler duruyor, tesadüfen bir köpek sokaktan girmesin diye bakıyorlar.

Hiçbir Türk böyle hayvanları yanında bulundurmuyor. Kiliseye giderken mahsusen köpeklere ziller takan, aynı şekilde zilli kuşları arkasından getiren bizimkiler gibi yapmıyorlar [okuyucu için: Almanlarda ve Polonlarda bu vardır, bizde, Ortodokslarda değil]. Tanrı göstermesin, Paganlar bizi böyle bir vakayla kıyamet gününde yargılamasınlar!

yaprak 360

Camide hiç dua edilmiyorken bile içinde iki üç insan varsa aralarında konuşmak yok. Dua ettikten sonra ayrılınca binlerce kişi bile olsa, kimse ne öksürür ne tükürür ne de hatta birbiriyle konuşur. Ancak kapıdan dışarı çıkınca orada birbirinin bayramını kutlar veya birbirini neşeyle selamlarlar.

Tapınakları veya camileri tümüyle badanalıdır ve içinde bezek desenlerinden başka hiçbir canlı görüntüsü yoktur. Güney yönünde, imanın durup dualara başladığı yerde, duvar içinde yuvarlak şekilli bir tonoz var. Bu Muhammed’in Mekke’de bulunan mezarının imgesidir.

yaprak 360 ters

O tonozun solunda yüksek bir yer var. İman insanlara Alkoran’ı okuduğunda ve dua ettiğinde ona basamaklardan çıkıyor. Özellikle Pazar günü yerine kutladıkları Cuma günlerinde. Caminin köşesinde yüksek bir yer yapılmıştır, onların şarkıcıları orada durup konuşan imana sesle karşılık veriyor ve Cuma günleri dualar başlamadan önce Alkoran’ın birkaç bölümünü okuyorlar.

Biri ibretleri dinlerken uyursa öyle rezil oluyor ki, böyle birini artık asla camiye sokmuyorlar, Muhammed’in mezarına kadar seyahat etse bile. Camiden çıkınca herkes eve ulaşmadan önce caminin  yanında oturan  yoksullara sadaka vermelidir. Bir  şey demeden,

neden dilediğini, sağlıklı olup olmadığını, neden çalışmadığını sormadan, itaatla vermelidir [Eğer bizim Katolikler bunu yapsaydı, bizler cennette çok olurduk!]. Lakin yardım isteyenlere yakınlara duyulan aşkla verirler. Dilenciler arasında sadakayla çok gümüş toparlayan ve dilenmekten vazgeçmeyenler de bulunmaktadır.

yaprak 361

Türk  kadın  cinsi  camilere  hiç  gelmiyor,  ancak  evlerde  dua  ediyor.  Camiye  ne Hristiyan ne Yahudi ne de bir başka dinden olanlar girebilir, yalnızca Müslümanlar. Biri görmek istiyorsa imandan müsaade ile yapılıyor, ancak dua sırasında değil. Biri keyfince, izinsiz olarak girdiğinde eğer o an Muhammed dinini kabul etmezse onu yaktırıyorlar.

Her Müslüman günde beş kere dua etmelidir; eğer müsait değilse o zaman yalnızca akşam ve sabah erkenden; eğer biri çok meşgulse de o zaman bir defa öğlen dua etmelidir. Eğer biri bir hafta boyunca camiye gelmemişse günahı çoktur, cezası büyüktür. İstisna, caminin olmadığı yerde bulunmasıdır. Ayrıca ayda bir oruç tutmalıdır. Bunun hakkında Alkoran’da sert bir talimatname vardır.

Muhammed’in üçüncü vasiyeti, gvaladn biah, yani ebeveynlere karşı saygı ve hürmet gösterilmesidir. Şayet fakirseler her türlü ihtiyaçları giderilmelidir veya eğer (biri – Ç.N.) Türkleşecekse ama ebeveynler Hristiyansa onların ihtiyacı olan her şey her yoldan sağlanmalıdır ve onları memnun etmelidir.

yaprak 361 ters

Elimeh olarak adlandırılan dördüncü vasiyet, evliliğin kurulması hakkındadır, bunu camilerde yapmalılar. O cemaatin imanı, kadzeinin   (kadı – Ç.N.) ve o şehrin yargıcının haberi ile defter-i kebir içine dâhil ediyor. Sonra eğer boşanmak istiyorlarsa (defteri-kebirden bu kaydı – Ç.N.) siliyorlar, lakin karısı başka bir adamla evleninceye kadar evlilik ilişkileri içinde yaşamaları mümkündür.

Eğer başkasına varmışsa, birinciyle görüşemiyor. Aynı şekilde birincisinden ayrılacaksa, bununla ilgili bir kayıt olmadan diğerine varırsa kadının cezası büyüktür. Lakin bütün Müslümanların istediği kadar, doyurabildiği kadar karıları olabilir, ayrıca aralarında satın alınan birçok esire de bulunuyor. Esire ondan gebe kalmışsa azat edilmeli ve durumuna göre servet verilmelidir. O zaman kadzea’nın kitaplarına dâhil ediliyor, karısı da uzun zaman geçmeden azat olarak yazılıyor.

yaprak 362

Beşinci vasiyet sünnet hakkındadır. Her erkek on üç yaşına ulaşırken sünnet ediliyor, İbrahim’in oğlu İshak’ın aynı yaşta sünnet edilmiş olduğunu ve bildirildiği gibi o yüzden öldüğünü anmak amacıyla. Eğer sünnet edilmemiş biri Muhammed yasasına ait bir kadınla birlikte olmuşsa, o kişi ölümüne kadar kadırgalara sürgün edilecek.

Müslümanların, oğullarını sünnet ederken şu töreleri vardır. Ondan bir hafta önce komşuları ve akrabalarıyla ziyafette yiyip içmeye başlıyorlar, sekizinci gün de dâhil. O gün oğul sünnet oluyor. Bu çocuğun ebeveynleri onun için sünnet babasını (kirve – Ç.N.) önceden buluyorlar.

Altıncı vasiyet negiheler kayrı, yani ölenlere karşı hayır yapmaktır. İlk önce ölmekte olan için Alkoran’ın bazı kısımlarını okuyarak dua etmektir. Sonra, öldüğünde, onu yıkamak, tırnaklarını kesmek, yeni kalın kaftanlar giydirmek ve kendi eliyle bedenine uydurmak veya bir  başkasına  yıkamasında  yardım  etmek,  onun  yanında  güzel  koku  dağıtmak,  burun deliklerini yeni pamuklu bezle kapatmak, elleri bağlamak, yüzünü pamuklu bezle kapatmak ve mezara götürmek veya (götürülürken – Ç.N.) yanında bulunmak, toprak dökmektir.

yaprak 362 ters

Kimseyi tabutun içinde defnetmiyorlar, “topraktan geldik toprağa gideceğiz” diye yazan Kutsal Kitap’a uymak için basbayağı toprak içinde defnediyorlar. Zenginler ise mermer lahitler içinde gömülüyor, vücudun altına ve üstüne kireçle karıştırılan toprağı döküyorlar. Ölenlere karşı yapılan bu hayır işleri bizim örnek almamıza layık bir şeydir vallahi!

Ve  böylece  güruh  halinde  cesedi  camiye  doğru  götürüyorlar  ve  onun  için  dua ediyorlar. Tapınağa kadar ulaşıp cesedi kapının önüne koyarak bir kısa dua okuyorlar. Sonra mezara götürüyorlar ve orada hukukçular onun yanında duruyorlar, onun için şarkı ve dua söylüyorlar. Tabutun arkasından giden akrabaları ise mezara toprak attıktan az sonra onlarınkilerle eve dönüp hasreti bırakarak sofraları kuruyorlar.

yaprak 363

Bu yemeklerde sadece mercimek ve iyice haşlanmış yumurtalar yeniyor. Bu âdet eski Yahudilerden  geliyor.  Yumurta  ve  mercimek  nasıl  yuvarlaksa  bu  dünyanın  da  o  kadar yuvarlak olduğunu, onun üzerinde insanın hayatını tamamlayıp, tavuğun yumurtadan doğduğu gibi ve sonradan birçok yaprak ve tohum verecek olan ölmüş mercimekten birçok mercimek filizinin bittiği gibi ve doğurganlığın hiç durmadığı gibi, bir başka hayata başlamak üzere ayrılmış olduğunu göstermek istiyorlar. Mutaden ölenin evinde üç gün boyunca sadaka, özellikle ekmek de dağıtılıyor, zenginler ise pişmemiş et veriyorlar.

Yedinci vasiyet heasi lardagus, yani her Müslümanın Muhammed’in yasasına karşı çıkanlar ile savaşa hazır olması gereğidir. Dinleri için biri ölürse şehit olduğu düşünülüyor. Eğer biri, bir Hristiyanı veya Yahudiyi Muhammed dinine dönüştürürse, dönüştürülen kişi mülkünün yarısını ona geçinim için vermelidir; eğer biri böyle bir dönekle kızını evlendirebilirse, bunu kendileri için büyük bir saadet gibi görüyorlar.

Birinin kızı yok ise, ama zenginse, cennette hayrını görmek için büyük bir servet ve bir esiresini veriyor. Konstantinopolis’te şu olaylar da çok: Zengin dul kadınlar esirlerine Muhammed dinini kabul ettirip onlarla evleniyorlar.

yaprak 363 ters

Sultanlar, birçok Hristiyanın onların … dinine dönüştürülebilmesi için, Muhammed dininin uyruklarının kızlarını gerçek Türklerle değil, Hristiyanlık yerine Türk dinini kabul edenlerle evlendirmelerini emrettiler; o olmuyorsa, Türk ile de evlendirmeleri mümkün. Bir başkasıyla oluyor (evlendiriyor - Ç.N) ise sert şekilde cezalandırılıyor. Bu emrin ciddiyetini göstermek için bizzat Sultan Süleyman bir Katoliği, bir Lüterciyi, bir Yahudiyi ve bir Yunanlıyı kendi … dinine dönüştürünce onlara aynı gün büyük bir çeyiz ve birçok bağışla dört kızını da vermiş. Lakin şimdi bu yapılmıyor ve bu döneklere (servet – Ç.N) vermez olmuşlardır artık, zira bununla birlikte birçok kötü Hristiyanın onlara dönüştüğünü kavramışlar. Yalnızca bir kaftan veya bir beygir ve biraz para verip bunun dışında da onun için bir yemek hazırlıyorlar.

yaprak 364

Hadaha (sadaka – Ç.N.) olarak adlandırılan sekizinci vasiyet,  herkesin farklı yollardan iyilik yapması içindir. Yani hastaları ziyaret etmesi, tutsakları borçlarını ödeyerek azat etmesi, fukaraya yardım etmesi, derde düşenlere destek sağlaması ve diğer farklı hayır işleri yapması içindir, yoksula karşı işlenen hayır işsiz gün geçmesin diye [Hristiyan olan bizim bugünlerde az hatırladığımız kutsal Hristiyan âdetidir zaten]. Bu durum özellikle yemek ve gıda için geçerlidir. Bir fakir diğeriyle karşılaşıp onun o gün hiç sadaka almadığını öğrenirse Muhammed’in vasiyetini böylece yerine getirmek üzere kendisi ona veriyor.

yaprak 364 ters

Messhu-tratı  olarak  adlandırılan  dokuzuncu  vasiyet,  camilere  veya  onların tapınaklarına   ve   orada   hizmet   gösteren   herkese  saygı   göstersinler,   [keşke  bizde  de Hristiyanlar böyle yapmayı buyursaydılar, Tanrının evine ve kilise hademelerine saygı gösterseydiler!], camilere giden yolları süpürsünler, tamir etsinler ve halletsinler, Muhammed’in mezarına ve ona kadar seyahat yapanlara hürmet göstersinler, herkes en azından  hayatta  bir  kere  mezarını  ziyaret  etmeye  çabalasın,  belli  zorluklar  yüzünden olmuyorsa kendi adına birini bu yolculuk için tutsun diye yaratılmıştır.

Bu yüzden sürekli kervanlar, yani insan kalabalıkları, Konstantinopolis’ten Mekke şehrine gidiyor. Zira zengin adamlar kendi adlarına binlerce kişiyi Muhammed’in mezarına gönderiyorlar. Bütün Türk devletinden kervanlar mezarın başına aynı gün ulaşmak üzere iki yerde  birleşiyor,  Kahire’de  ve  Şam’da.  Kahire’den  çıkanlar  bir  ayda  oraya  ulaşıyorlar, Şam’dan çıkanlar ise yollarını iki ayda aşıyorlar, bu yüzden Mısır’dakilerden daha önce yola revan oluyorlar.

yaprak 365

Oraya Acem’den, Fas kralından ve diğer Müslüman memleketlerinden kervanlar geliyor,  Türk  sultanı  bu  iş  için  büyük  para  ayırıyor,  gezginlere  o  seyahat  için  senede milyondan daha çok saf altın para veriyor. Yolları ne pınarı, ne nehri ne de kuyuları olan çöllerden geçtiğinden, seyahatçiler için yol üstünde büyük servet karşılığında yerin içinde, oyulan   taştan   yapılan,   içine   dağlardan   akan   yağmur   suyunun   birikeceği   sarnıçların kurulmasını emretmişti.

Ve bu kervanlar Konstantinopolis’ten senede iki kere çıkıyor. Sultan onlara yardım etmek isteyerek, bunu zaten kendisinin yaptığı hayır işi olarak görüyor, her sefere on bin deve sağlıyor.   Bu   develerin   üzerine   sepetlerini   yüklüyor,   eğer   yürüyemiyorlarsa   kendileri biniyorlar; yorulanlar dördüncü gün dinlenebilir, zira aslında deveye binemezler, salt yaya yürümeleri gerekir, lakin yorulanlar olursa dördüncü gün devenin üzerine binip biraz dinlenebilir.

yaprak 365 ters

Ahadut (şahadet – Ç.N) olarak adlandırılan onuncu vasiyet itaatla Allah’a tapmaktır. Tek bir Allah’ın olduğunu, dünyada yetmiş bin peygamberin olduğunu, içlerinden Muhammed’in en büyük olduğunu, ondan sonra Musa’nın geldiğini, en sonda bizim Tanrımız İsa Mesih’in olduğunu itiraf etmektir. Musa’nın Allah ile konuştuğuna, İsa Mesih’in Bakire Ana’nın karnında yaşamaya başladığına ve Muhammed’in Allah’ın gerçek sefiri olduğuna inanıyorlar.

yaprak 366

Bunun dışında Osman’ın soyundan gelen her Türk sultanının Muhammed’in gerçek devamı olduğuna ve onun hem dünyevi işlerde hem de manevi yönlerde valisi olduğuna inanıyorlar ve bu yüzden herkes Allah’a onun adına başarılı olması için yalvarmalıdır. Ayrıca her konuda onun sözünü dinlemelidir. Ayrıca savaşlarda onun adına ölen herkesin şehit olarak doğrudan cennete gideceğine inanıyorlar.

22. BÖLÜM

Muhammed’in Mezarına Seyahat Hakkında

Söylediğim gibi her Müslüman asgari bir kere Muhammed’in mezarını ziyaret etmelidir. Kendisi gidemiyor ise kendi adına başka birini göndermelidir. Bu  yüzden çok sayıda Pagan her yerden oraya akın ediyor. Oraların kralları ise o seyahatçilere bir şekilde yardım etmeyi büyük hayır işi olarak görüyor.

Dolayısı  ile Türk  sultanı  o  seyahatçilere senede  iki  kere onar bin  deve  vermekle birlikte bütün o tenha yerlerde onlar için yemek hazırlattırıyor; lakin bedava değil, her durakta satın alınacak şeyler bulunması içindir. Sultan bu iş için Mısır’dan ve Şam’dan tüccarların yemekler getirip her şeyi seyahatçilerin evlerindeki gibi satmalarını sağlıyor.

yaprak 366 ters

Sultan bu tüccarlara üzerlerinde yemekler getirmeleri için çok sayıda at arabası veriyor ve evlerinden o kadar uzak bir seyahat yaptıkları için emeklerinin karşılığı olarak onlara birçok bağışta bulunuyor. Onların ise o seyahatçilerle birlikte kervanlarda ta Mekke’ye kadar gitmeleri lazım.

Oralara  ulaştıklarında  aynı  tüccarlar  yedi  gün  boyunca  onlara  yoldaki  fiyatın yarısından yemek veriyorlar [zira sultan onlarla böyle anlaşıyor]. Her seyahatçi onlara kurban için birer koyun vermelidir, onlar ise ise onu kesip sadaka olarak yerlilere veya Şam’dan gelen ya da Kahire’den gelen gezginlere dağıtıyor.

Altıncı  Murat  bu  seyahatçilerin  senelik  sayısını  öğrenmek  istemiş,  zaten  hep Mekke’ye  bunlardan  oluşan  iki  kervan  gönderiyordu.  O  zaman  altı  yüz  binden  fazla sayılmıştı, ayrıca o senede her şey pahalıydı, yol da Acem savaşı yüzünden korkulmayacak bir yer değildi, o zaman Murat kendisi de o yoldaydı.

yaprak 367

Gezginlerin uyduğu âdetler ise şunlardır: Öncelikle Muhammed’in tabutunun bulunduğu evi ziyaret ediyorlar, içinde salt Muhammed’in gümüşü vardır; Türkler bu evin İbrahim’in bir oğlunu, ama bizim Hristiyan Kutsal Kitabı’nın okuttuğu gibi İshak’ı değil, Hacer adındaki kölesinden doğan oğlu İsmail’i kurban etmek istemiş olduğu ev olduğunu anlatıyorlar.

Muhammed’in Mekke şehrinde doğduğunu ve yasasını öncelikle memleketi içinde yaymaya başladığını, o zaman meleklerin o evi Kudüs’ten alıp buraya yerleştirmiş olduğunu anlatıyorlar. O evi ziyaret eden gezginler sıkça kullandıkları ve fafeha (Fatiha – Ç.N) olarak adlandırdığı bir kısa duayı okuyarak bir kapıdan içeri giriyorlar, diğerinden çıkıyorlar. Ve böylece o evi günde üç kere ziyaret ederek orada üç gün dolaşıyorlar.

yaprak 367 ters

Her  gün  öğlenleri Mahomet’e  (yani  Muhammed’e, Rusça’da Mahomed ile Muhammed isimleri arasında fark bulunmamaktadır – G.N.) adanmış küçük camide uzun bir dua  ediyorlar.  Bu  uzun  duayı  Cuma  günleri  küçük  camiye  bitişik  olan  büyük  camide ediyorlar. O camide dört yer vardır, bunlarda önceki bölümde sözünü ettiğim dört Muhammed yasasına (mezheplere – Ç.N.) göre dua etmelidirler. Tapınağa giren herkes dua etmek istediği yere gidiyor.

Ve böylece o yerlerde dua ettikten sonra o memleketin kadınlarıyla görüşme imkânını tasarlıyorlar, zira orada kendisinin ardından bir meyve bırakmayı kutsal iş olarak görüyorlar. Ayrıca biri karısıyla gelmişse ve karısı orada gebe kalırsa kendileri için yüce bir hayır olarak düşünüyorlar.

yaprak 368

Ve böylece üç gün geçirdikten sonra Medinef lü Ab olarak adlandırılan (Medine – Ç.N) şehre ayrılıyorlar. O şehirde Peygamber Muhammed’in cesedi bir yapının içinde yatıyor, o yapının ne kapıları ne de pencereleri var, tek bir kalın taş duvar, içinden demir levhalarla kaplanmış ve bildirildiği gibi yüz arşın derine kazılmış ki, Acemler çalmasınlar. Zira birkaç kez onlar duvarı kazmıştır ve bu yüzden orada Türklerin müthiş muhafızları gece gündüz nöbet tutuyor.

O yapıyı gezerek dua ettikten sonra şehrin dışındaki belirli bir tarlaya çıkıp yukarıda yazdığım gibi koyunları Allah’a kurban olarak birer birer kesiyorlar. Etini ya fukaraya ya da seyahatçilere dağıtıyorlar.

Gün ağarmadan ulaşmak üzere sabahleyin erkenden güneş doğmadan üç saat önce atlara binip bir dağa gidiyorlar. Birinin atı yoksa, yaya değil, atla gelerek oranın âdetini yerine getirmek için diğerinin arkasına biniyor [birini arkasına alan herkes bunu yüce marifet olarak kabul ediyor, zira bir yoldaşı öğretileri dinlemek için getirerek kutsal eylem yapmış sayılıyor, çünkü orada yaya dolaşılmaz].

yaprak 368 ters

O dağ üzerinde dört yer vardır, biri diğerinden uzaktır. Onlardan her birinde tören havası  içinde  duaları  okuyan  iman  duruyor.  Bu  seyahatçiler  ise  atlara  binerek  onların törelerine göre şiir biçiminde sesli karşılık veriyor.

Ve bu dua dört saat civarında sürüyor. Tanrının bizim ilk atalarımız Âdem’i ve Havva’yı Cennet’ten kovup sanki o dağa göndermiş olduğunu ve kendilerinin orada günahı için tövbe ederek mağfiret için yalvardığını söylüyorlar. Bu yüzden aynı yerde dua ettikleri için günahlarının affedileceğine inanıyorlar.

Bunun için o gün akşama kadar hiçbir şey yemeden oruç tutuyorlar. Kamplarına döndüklerinde et yiyorlar, zira Türkler balık yemiyorlar, ancak yiyecek başka hiçbir şey olmadığı takdirde.

Bu kervanlar yola çıktığında sultan, zalim Araplardan kötülük görmemeleri için yanlarında çok sayıda muhafızı, birkaç bin kadar gönderiyor. Bütün bu ordunun, bu kervanın başında  bir  albay  vardır,  bir  albay  Kahire’den  çıkanın  başında,  diğeri  Şam’dan  çıkanın başında.

yaprak 369

Bu gezginler sürekli dua ederek büyük bir hüzün içinde yola devam ediyorlar [biz öyle değiliz, çok seyrek, söz vermişsek dua etmeye gidiyoruz] veya âdetlerine göre sırayla şarkı söylüyorlar. Kervanın başı ise yolcuların yolda kaybolmamalarına ve aynı ülkeden gelen yolcuların birlikte gitmelerine bakıyor. Kiralık askerlerin develeri onlardan almamalarına ve yolcuları kırmamalarına da bakıyorlar. Ve böylece o yerde dualarını ettikten sonra evlerinin yolunu tutuyorlar.

23. BÖLÜM

Büyük Müslüman Bayramları Kutlamaları Hakkında

Türkler iki büyük bayram kutluyor, birincisi orve-bayran (Ramazan Bayramı – Ç.N), yani büyük oruçlu gün, ikincisi ise mebah-bayran (Kurban Bayramı - Ç.N), büyük kurbanlı gün, o gün en fakir insanların bile bir hayvan, bir koyun veya bir başka hayvan kurban edip etini diğer fukaralara dağıtması lazım. Zenginler ise istediği kadar hayvan kurban ediyor.

Bu bayramların ikisi de üçer gün devam ediyor. Birincisi Ağustos ayında, bizim hasat vaktinde oluyor. İkincisi ise ondan yetmiş gün sonra. Bunun dışında bir bayram var, ona da yarım bayram veya ölenler için sadaka günü diyorlar.

yaprak 369 ters

Bu bayram Konstantinopolis’ten daha çok Suriye’de, Mezopotamya’da ve Mısır’da kutlanıyor. Zira bu memleketlerde o gün genellikle tüccarlar satışlar için değerlendirme yapıyorlar ve o senede kazanılanın yüzde onunu ölenler adına sadaka olarak dağıtıyorlar.

yaprak 370

Bir hafta boyunca şunları yapmadan orve-bayran için oruç tutmaya başlamayacaklar: O zamanda Konstantinopolis’te bulunan her paşa yakınlarıyla birlikte bir meşhur tarlaya,

Heftara nehri kıyısındaki bir hayli neşeli yere çıkıyor, her biri çadırlarını kurdurtuyor. Ve orada at yarışlarıyla, kargı yarışmalarıyla ve cirit yarışmalarıyla ile eğleniyorlar. Bunun yanı sıra ava çıkıyorlar, zira orada çok çeşitli hayvanlar yaşıyor.

Ve böylece kendi aralarında ziyafette yiyip içiyorlar. Aynısını da Aziz Yorgi - kendi dilinde ona Hedireleles diyorlar - gününde eyliyorlar. Zira büyük kalabalık halinde tekrar o tarlaya gelip herkes asker işlerinde kendisini gösteriyor, kim neyi yapmayı biliyorsa onu yapıyor: Yayla veya tüfekle hedefi vurmak veya at üzerindeyken yüzüğü isabet ettirmek ve ciriti belirli bir yere isabet ettirmek. Bütün paşalar geliyor, biri gelemiyorsa evinden hizmetçilerini en iyi şekilde giydirip gönderiyor.

Sahi azizler olarak kabul edilen üç aziz arasında Aziz Yorgi de vardır. İlk sırada Aziz Myralı Nikola’yı, ardından Aziz Büyük Antonius’u, sonra da Aziz Yorgi’yi sayıyorlar. Bu üçü için yaratılmış dualar ve saygıyı göstermek için bayramlar da vardır. Bizim azizlerimiz farklı ülkelerde vardır, onlara tapıyorlar, bayramları da kutluyorlar. Sultanın kendisi ise iki bayramdan başka bir şey kutlamıyor.

yaprak 370 ters

Birinci bayran kutlanmadan önce, bir ay boyunca oruç tutuyorlar. Gündüz hiç yiyip içmiyorlar, ancak akşam gökyüzünde yıldızları gördükten sonra. Ve güneş doğmadan üç saat önce kalkıp camilere dua etmek için gidiyorlar ve orada öğle saat bire kadar bile kalıyorlar. İkinci kez de öğlen geliyorlar ve iki saat dua ediyorlar. Üçüncü akşam salt yarım saat dua ediyorlar ve yıldızı görür görmez et yemeye gidiyorlar. Zira önce yazdığım gibi Türkler ve diğer Müslümanlar balık yemiyor.

Yemek yedikten sonra takriben saat bir ile saat iki arasında camilere ayrılıp bir saat dua ediyorlar. Eve dönüp tekrar yemek yiyorlar, sonra uyuyorlar. Gün ağarmadan bir veya iki saat önce üçüncü kez yemek yiyorlar, lakin bu kez et değil, tatlılar ve farklı sebzeler.

Bütün o ay boyunca camilerin hepsi serbest girişe açıktır. Camilerin içinde yanan birçok çırağ vardır, ayrıca fevkalade güzel, düzenli bir şekilde bezenen ve insanın gözünü alan kuleler (minareler – Ç.N.) de bütün gece boyunca yanan çırağ ile doludur.

yaprak 371

O orucun son haftası ise bütün geceler boyunca camilerde oturuyorlar [biz Hristiyanlar ise bütün gün şöyle dursun, sabah duası için dahi kalkmak istemiyoruz], büyük hüzün içinde kendi yasalarını göz önünde bulundurarak dualar ediyorlar. Üstelik son üç gece sultan kendisini kimse tanımasın diye giyinerek görülmeden yakınlarıyla birçok tapınağı geziyor ve böylece öğretileri dinliyor ve ölen akrabaları adına sadaka dağıtıyor.

En büyük gecenin sabahı gelip çattığında herkes gün doğmadan önce gittiği camilere dualar için gelmiş olmalıdır. Bu camilerin başları okumaya başlayacak, o zaman da insanlar onların ardından. Ve sonra en sonunda onların imanı bir uzun dua okuyacak, o zaman bütün ahali sultan için ve bütün Muhammed inancını itiraf edenler için dua ederek sessizce duruyor.

O zaman bütün ahali yüksek sesle “âmin, âmin” diye haykıracak. Sonra tekrar Allah’ın Muhammed’in inancını kabul etmek istemeyenlere kıymasını dilerek ikinci duaya başlayacak, herkes tekrar âmin ile cevap veriyor.

yaprak 371 ters

Sultanın bizzat ziyaret ettiği Aya Sofya’da birçok tören yapılıyor. Önce o caminin en yüce imanının yukarıda sözü geçen duayı okuması gerekir, onun ardından onların bütün din adamlarının başı olan müftü bunu yapmalıdır. Onların ikisi de sultan için hayır duası ediyor.

Bunlar bittiğinde bütün ahali yüksek sesle sultana hayır duasını veriyor. Sultan ise bütün o vakit boyunca diz çöküp onun adına kılınan dualar semada kabul edilsin diye dua ederek onu bu yüce tahta çıkarmayı buyuran Allah’ın merhametine layık olmadığını söylüyor. Yanında duran herkes duysun diye bunu yüksek sesle söylüyor.

Bunu  en  çok  Soliman  (Süleyman  –  Ç.N.)  ve  Amurat  (Murat  –  Ç.N.)  genellikle heyecan yüzünden büyük gözyaşlarıyla yaparlardı.

yaprak 372

Ahali Allah’a dualar bitince bütün arkadaşlarının bayramını büyük neşe ile kutlayarak evlerine dönüyor. Sultan ise sarayına dönüp sultan odası olarak adlandırılan odadaki tahta oturuyor. Karşısına bütün paşalar ve sarayının başları birer birer çıkıyor, diz çöküp itaatla eğiliyor ve hiçbir şey demeden kaftanının eteğini öpüyor.

O ise her birinin kafasının tepesine dokunuyor. Ve sonra başını kaldırtıyor, lakin hiç birine dokunmadan salt töre uyguluyor ve lütfunu gösteriyor. Ve sonra her biri yaklaşan bir diğerine yer vermek üzere yana çekiliyor. Ve bu memurlar yüz kişi ve daha fazla bile oluyor.

Sonra sultan kendi odalarına gidiyor, orada kendisine önce müftü geliyor, onun (müftünün – Ç.N.) karşısında kalkıyor, tahtından üç arşın kadar ilerliyor ve (müftünün – Ç.N.) elini öpüyor. O (müftü – Ç.N.) ise ellerini onun (sultanın – Ç.N.) kafasına koyup şu hayır duasını söylüyor: “Muhammed sana hayır versin dilerim!” Ve o vakit sultan ona içinde üç bin saf altın para olan bir kese veriyor. (Müftü – Ç.N.) onun (sultanın – Ç.N.) odalarından ayrıldıktan sonra muhasip, bursia olarak adlandırılan ve sultan emriyle onun (müftünün – Ç.N.) bedenine göre yaptırılan iki değerli altın kaftanı kendisine sunuyor.

yaprak 372 ters

Sonra sultana odzia olarak adlandırılan muallimi giriyor, sultan onun karşısında da kalkıyor. O ise güya sultanın elini öpmeyi ister gibi, fakat sultan kendi elini ona dokundurup çekiyor ve o vakit sultan, müftüye verdiği kesenin yarısı olan saf altın para keseyi kendisine veriyor.

Bunun ardından sultan, kadın odalarına çekiliyor, bayramı kutluyor, fakat salt sultan olanları kutluyor. Bunlar ise bir odada toparlanıp kendisini bekliyorlar. Girince hepsi büyük bayramı kutlayarak yerlere kadar eğiliyor. Hiçbirine cevap vermiyor, onlara yalnızca neşeyle gülen yüzünü gösteriyor ve sonra arkasından gümüş tabaka üzerinde bir örnek yaptırılmış değerli eşyaları getiren Araba dönüp kendi eliyle birer süs ve sonradan hizmetçilerine dağıtsınlar diye birer saf altın para kesesi dağıtıyor. Bu âdet bayranların ikisinde de uygulanıyor.

yaprak 373

Türklerin Konstantinopolis’te şu âdetinin var olduğunu görmek güç değildir: Uzun zaman yağmur olmayınca tarlaların yağmura ihtiyacı olduğunda pahalılık ve açlık olmasın diye, bütün halk Galata’nın arkasındaki bir tarlanın ortasında bulunan dağa çıkıyor ve orada Muhammed yasasının başmuallimi, sultanın emri ile üç saat kadar durmadan devam eden bir vaaz veriyor, dört ana yöne bakarak insanlar düzelsinler, günah işlemeyi kessinler, gâurlara (kâfirlere – Ç.N.) [yani Hristiyanlara, onlara dinsiz diyorlar] karşı savaşa çıkacağına söz vererek abahatlerinin kefaretini ödesinler diye ibret veriyor.

O vakit okuduğu yerde diz çöküyor, halka da bunu yaptırıyor ve büyük elem içinde dua ediyor, Allah’a günahlarını affetsin, merhamet gösterip semadan yağmur göndersin diye yüksek sesle yalvararak. Öğretiden sonra ayakta durarak sultan için Allah ona hayır versin diye uzun bir dua okuyor. Sonunda (ahali – Ç.N.) “âmin” deyip tapınaklarına gitmek üzere ayrılıyorlar.

yaprak 373 ters

Ölüm saçan vebalar sırasında mutaden aynısını eyliyorlar. Diğer vakalarda Paganlar şunu da yapıyorlar: Bir salgın patlak veriyorsa ahali bulabildiği kadar köpek arıyor ve öldürüyor, üstelik her tüccar [bunu Konstantinopolis’te değil, diğer şehirlerde yapıyorlar] dükkânının önünde öldürülen köpeği asmalıdır. Bazen bunu zenginler de yapıyorlar ve Allah bu köpeğin ruhuyla yetinip ona karşı öfkesini yönlendirsin ve kendilerini sağ salim bıraksın diye kapılarının karşısında öldürülen köpekleri asıyorlar. Zira diyorlar ki, Allah işte bu kadar çok can istemiş, ancak bunlar salt Türkler olmasın diye içlerine mümkün olduğu kadarıyla köpek canlarını da karıştırıyor.

yaprak 374

Şu da bilinmelidir ki, kediler öldürülmemek bir yana, saygı görüyor. Muhammed’in güya kedileri sevip koruduğunu, onlarla hayli  oyalandığını  söylüyorlar. Bu  yüzden zaten salgın dönemlerinde köpekleri öldürüp kedilere daha da çok yediriyorlar. Arabistan’ın bazı şehirlerinde, Şam’da, Yeroşalem’de, Mısır’da [bu zaten, kedileri diğer tanrılar arasında kabul eden eski Mısırlıların izidir] kedi dolu büyük kafesler bulunduruyorlar, kendi adlarına kedileri ve kedilere bakanları beslesinler diye hayır işi olarak bu iş için ölüm sonrasında çok para ayrıyorlar.

İkinci Selim zamanında ahali içinde büyük bir telaş vardı, zira sultan kedihaneye kendi parasıyla ve paşaların gelirleriyle bakılmasını buyurmuş, ahaliden bu iş için mahsusan tespit edilen sadakanın alınmamasına karar verilmiş. Ahalinin telaşı üzerine, sultan Cuma günleri ve iki bayranda ahaliden kedilerin beslenmesine yönelik sadaka alınması emri çıkarmıştır. Diğer günlerde ise sultanın ve paşaların sağladığı gelirle doyurulacaklar.

yaprak 374 ters

Konstantinopolis’te gerçekte kediler için mahsusan kurulan haneler yoktur,  zira bu hayvanlara karşı merhamet göstermenin veya aslına bakarsanız kendi … Pagan törelerini korumanın başka bir âdeti vardır. Bunlar şehrin birçok yerinde bulunuyor, ayrıca Sultan Bayazıt Camii’nin yanındaki pazarda öyle çok insan var ki, çeşit çeşit hayvanların bağırsağını kömürde pişiriyor, dua sonrasında ayrılan Türkler bu bağırsağı yarı pişirilmiş haliyle satın alıp aynı yerde kedilere veriyor, o yerde hayli çok sayıda kedi toplanıyor.

Aynı  şekilde salgın  yokken  köpekleri  de besliyorlar, bunu  merhamet  ve hayır  işi olarak kabul ediyorlar. Mutaden de kuşları satın alıyorlar, bunlar kafesler içinde satılıyor ve azat ediyorlar, bunu yaparak kendilerini Muhammed’e benzetiyorlar, zira havada uçması gerekirken bağlananları serbest bırakıyorlar [Keşke Tatarların Rus’tan kaçırdığı binlerce insanımızı da onlardan aynı şekilde satın alıp serbest bıraksaydılar].

yaprak 375

Şunu da hayır işi olarak kabul ediyorlar: Hayvanına fazla yük asan ve hayvanını vuran bir arabacı görürlerse, onu ya zindana atıyorlar ya da kendi yükünü kendisine taşıtıyorlar, hayvanını düşünsün diye. Eğer bu merhametsiz adam o hayvan vasıtasıyla aynı zamanda da çalışıyorsa yargıcın karşısına getiriliyor, (yargıç – Ç.N) onu bağlatıp cellata onun burnunun deliklerini kestiriyor; ve bacaklarının ikisini de beygirin kuyruğuna bağlatıp şehir dışına çıkartıyor, o arada cellat ona dayak atıyor.

Konstantinopolis’te yangın çıkarsa, bunun haberi alınır alınmaz yeniçerilerin birinci yüzbaşısı olan yançarad (yeniçeri başı – Ç.N) bütün adamlarıyla o yangını söndürmeye derhal koşmalıdır.  Lakin  bunlar  yangını  söndürmek  yerine  fukaranın  evlerini  yağmalıyorlar  ve ateşten daha çok hasar yaratıyorlar.

Dördüncü Amurat’ın (Murat’ın – Ç.N.) hükümdarlığında dahi bütün Konstantinopolis güya üç saat içinde neredeyse yanacaktı, hem de en muazzam binalarıyla birlikte yanacaktı az kalsın, zira şiddetli bir rüzgâr başladı ve sultan kendi saraylılarını göndermeseydi [onların on bin kadar baltası vardır, ateşin yangın mahalline ulaşıp devam etmemesi için bütün binanın etrafını kesmişti], sultan sarayı da hasar görecekti.

yaprak 375 ters

Bu yüzden sultan kendi halkının zayiatı karşısında acıyarak sarayının bütün kapılarını açtırmıştı, isteyen herkes serbestçe girsin diye. Orada üç gün boyunca yemekler dağıtılmış ve sultan kendi eliyle herkese birer saf altın para vermişti.

Üç gün sonra yangın yerini gezerek tüccarlara ne kadar zayiat olduğunu sormuştu. Onlar ise ona kayıpların dört milyon saf altın paradan daha çok olduğunu söylemiştir. Bunu işitince hayli üzülmüştü ve bina yapmak isteyen herkese vergi ödemeden, korunan ormanlarda ağaç kesme hakkı bağışlamıştı.

Aynı şekilde tüccarlara üç sene boyunca vergi ödemeden denize açılma hakkı bağışlamıştı, yangını yaşayan hiç kimse borçları yüzünden mahkemeye götürülmesin diye. Ayrıca birçok tuğla dağıtılmıştı, bir bey başına binlerce tuğla düşmüştü. Ve bir ay boyunca herkes sultana sadaka için serbestçe girebilmişti, onu da (sadakayı – Ç.N) gözden çıkararak, saymadan hayli çok dağıtıyordu.

yaprak 376

Ayrıca denizde giden bütün gemilerin deniz yoluyla inşaat malzemeleri sağlama, insanları Galata’dan ücret almadan taşıma tarzında ahalinin ihtiyaçlarını gidermesi emri çıkarmıştı. Ve onun bu marifetli ve merhametli özeni sayesinde şehir üç sene içinde öncekinden daha güzel bir şekilde yeniden kurulmuştur.

Herkes bütün bunlardan sultanın zenginliğini, imkânlarını ve kudretini anlayıp bunun önemini azımsamadan algılayabilir. Tanrıya yalvarmalıdır ki, onun yükselen gururunu silsin, (sultanın – Ç.N.) ağır yükü altında ıstırap çeken Hristiyan milletlerine özgürlük vermesi için hayırlı irade versin.

yaprak 376 ters

Yanında yaşayan bizim şerefli Slav milletine kutsal haç adına faaliyet göstermek ve onun (Tanrının – Ç.N) hayır rızasıyla hayırlı, başarılı zaferler edinmek için yetecek bilgelik ve cesaret ihsan etsin ve bütün Hristiyanlar arasında ahenk sağlasın: Olsun olsun!

Slav Leh dilinden Slav Rus diline Andrey Lızlov tarafından çevirilmiştir. Dünya’nın Yaradılışının 7195. senesi Kasım ayında.

“İskit Tarihi”nin yayını için, bu eserin Devlet Tarih Müzesi’nde (d. 460) saklanan en eski elyazması versiyonu seçilmiştir.

Kareli parantez içinde Lızlov’un yaptığı çevirinin diğer elyazması seçeneklerinden alınan parçalar sunulmaktadır.