A.T. Fomenko
Sayılar Yalana Karşı

Geçmişin Matematiksel Araştırması. Skaliger Kronolojisinin Eleştirisi. Tarihlerin Oynaması ve Tarihin Kısaltılması. Yeni Kronoloji.

BÖLÜM 2:
ASTRONOMİK TARİHLEMELER

3. “ANTİKÇAĞ” TUTULMALARININ TARİHLERİNİN YUKARIYA KALDIRILMASI D’’ PARAMETRESİNİN DAVRANIŞINDAKİ MUAMMALARI YOK EDİYOR

Bu kitabın yazarı Antikçağ tutulmalarının yukarıda tarif edilen yöntemler sayesinde elde edilmiş olan yeni tarihlerine dayanarak D’’ parametresinin değerlerini tekrar hesapladı. Tutulma tarihlerinin “yukarıya doğru kaldırılması” birçok Antikçağ tutulmasının Orta Çağ tutulmalarıyla özdeşleşmesine yol açtı. Bu da Orta Çağ tutulmalarının niteleme listesinin değiştirilmesine ve genişletilmesine sebep oldu. Mesele şudur ki, tutulmaların daha önce bilinen Orta Çağ tariflerine o ana kadar “antik” sayılan açıklamalardan alınmış olan yeni veriler eklenmiştir. Buna rağmen, araştırmaların gösterdiği gibi, M.S. 500-1990 yılları arasındaki aralıkta D’’nin eski değerleri hemen hemen değişmez olmuştur. D’’nin yeni eğrisi res.2.10’da gösterilmiştir.

ELDE EDİLEN EĞRİ ÖNCEKİNDEN NİTELİKÇE ÇOK FARKLIDIR. M.S. 1000-1900 yılları arasındaki aralıkta D’’ parametresi, hemen hemen yatay olan, aynı sabit değerin yanında dalgalanan muttarit eğri boyunca değişmektedir. Demek ki, PARAMETRE HİÇBİR ANİ SIÇRAYIŞ YAPMAMIŞ VE DEĞERİ HER ZAMAN BUGÜNKÜ DEĞERİNE EŞİT OLMUŞTUR. Dolayısıyla, çekim gücü ile ilgili olmayan hiçbir esrarengiz kuramın uydurulması gerekmemektedir.

D’’ değerlerinin M.S. 1000-1900 yılları arasındaki dağılımı sola kaydırıldığında gözle görülür bir şekilde artıyor. Bu, iki olası yargıdan birinin doğru olmasına yol açıyor. Ya kronoloji uzmanları tarafından bugün bu yeni döneme ait olduğu kabul edilen, vakayinamelerde bulunan seyrek astronomik tarifler net değil, ya da bu vakayinamelerin kendileri de yanlış tarihlenmiş ve içlerinde tarif edilmiş olan olayların yeniden tarihlenmeye ihtiyaçları var. Bu arada son söylediklerimiz (ikinci yargı) daha olanaklıdır. Ancak elde kalan astronomik tarifler son derece bulanık olduğundan, pek çok çözüm ortaya çıktığı için tarihlemede  kullanılamaz.  Dolayısıyla,  XI.  yüzyıldan  önceki  döneme  ait  olan  olayların yeniden tarihlenmeleri başka temellere dayanarak ve başka yöntemleri kullanarak gerçekleştirilmelidir.

Sonra ise, M.S. 500 yılının solunda gözlem verilerinin olmadığı alan yer alıyor. Bu dönem ile ilgili herhangi bir bilgi bize ulaşmamıştır.

Elde  ettiğimiz  tablo  gözlem  verilerinin  zamanda  doğal  dağılımını  yansıtmaktadır. Tabii ki, IX-XI. yüzyıllardaki Orta Çağ gözlemlerinin doğruluğu başlarda pek yüksek olmamıştır.     Sonra  ise  gözlem  tekniği  iyileşip  geliştikçe  yükselmiştir.  Bu  da  D’’nin dağılımının giderek azalması şeklinde ortaya çıkmıştır.

 

4. ASTRONOMİ “ANTİK” HOROSKOPLARI ORTA ÇAĞ’A ATIYOR

4.1. Orta Çağ Astronomisi

Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn olmak üzere beş gezegen çıplak gözle görülür. Hareketlerinin görülen yörüngeleri Güneş’in yıllık hareketinin hattı olan ekliptiğin yanından geçer. “Gezegen” sözü Yunanca’da “dolaşan yıldız” demektir. Gezegenler yıldızlardan farklı olarak oldukça hızlı hareket ederler. Hareketlerinin “sabit yıldızlar alanındaki” ayırıcı özelliği son derece düzensizliklerle dolu olmasıdır. Bu da, gezegenlerin Dünya’dan izlenen yolunun, Dünya’nın hareket eden gezegenin içinden sabit gök alanına izdüşümü sonucunda olması şeklinde açıklanmaktadır. Gezegenler, Dünya’dan izlenirken Güneş’in ardından hareket etmektedir. Ancak her gezegen için farklı bir zaman diliminin ardından ters yönde hareket etmeye başlarlar. Buna “gezegenlerin ters hareketi” denir. Kaydedelim ki, Merkür ve Venüs Dünya’dan görülebilen hareketlerinde Güneş’ten uzaklaşmaz.  Başka gezegenler, Merkür ve Venüs’ten farklı olarak, Dünya’nın yörüngesinin dışında bulunduğu için Güneş’ten uzaklaşabilir.

Gezegenlerin karmaşık ve ilk bakışta düzensiz görülen hareketi gezegenler ile insanların kaderleri arasında bir karşılıklı bağımlılık olduğu yönünde fikirlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Objektif olarak, yılın mevsimleri ile gök cisimlerinin konumları arasındaki tartışma götürmez bağlantı bu düşüncelere yol açmıştır. Böylece, gezegenler, yıldızlar ve onların insanların kaderlerine etkisini konu alan astroloji ortaya çıkmıştır.

Özellikle astronomik tezler dâhil olmak üzere Orta Çağ edebiyatının büyük bir parçası Kepler dönemine ve hatta ondan sonraki zamana kadar astroloji metinleriyle doludur. Birbiriyle rekabet eden astroloji okullarının var olması astroloji uzmanlarının kullandığı çok çeşitli   simgeciliklerin   meydana   gelmesine   sebep   olmuştu.   Dolayısıyla   tek   standarda oturtulmuş olan astroloji işaretlerinden bahsetmek zordur. Ayrıca her okul kendi dil ve simge sistemini geliştirmişti. Buna rağmen, birazdan, birçok ülkede az çok aynı (tek) astroloji simgeciliğinin  şaşırtıcı  şekilde  kullanıldığını  göreceğiz.  Mesela  burç  takımyıldızlarına bakalım. Bu, astrolojinin oldukça geç, yani farklı ülkelerde yaşayan astrologların iletişim araçlarının sürekli bilgi alış verişini sağlayıp aşağı yukarı aynı “astroloji dilini” kullanacak kadar gelişmiş olduğu bir dönemde meydana gelmesinin işareti olabilir. Hem Avrupa’da hem de mesela Mısır’da.

Gezegenlerin çağdaş isimlerinin astrologlar tarafından getirildiğini hatırlamakta fayda var. İngilizce, Fransızca, Almanca dâhil olmak üzere bazı dillerde hafta günlerinin isimleri de astroloji kavramlarıyla doğrudan ilişkilidir [470].

Gezegenler gökte aşağı yukarı aynı yörüngeyi izlerler. Gezegenlerin ekliptik sathı boyunca hareketlerinin dairesine Zodyak denir. Zodyak 12 parçaya ya da takımyıldıza bölünmüştür [571]. Astroloji gezegenler ile her Zodyak takımyıldızı arasında özel bir bağlantının olduğunu varsaymıştı [470]. Bu konuda ayrıntılı bir kuram  geliştirilmişti. Bu arada her takımyıldıza ve her gezegene  “karakter” verilmişti. Örneğin Mars saldırgan, Jüpiter ilahi, Satürn öldürücü vs. idi. Orta Çağ astroloji uzmanlarının “Dört kitabı” denilen kitaplarında, “Mars kurutup yakar, rengi ateş rengi (kırmızı)” diye bildiriliyor [470]’ten alıntı. Gezegenlere renk de eklenirdi. Böylece Mars kırmızı, Satürn ise sarı vs. [470] sayılırdı. Gezegen ile takımyıldızı arasındaki uyum özellikle dikkat çekmekteydi. Mesela hunhar Mars’ın Arslan burcuna (takımyıldızına) girmesi çok tehlikeli sayılmaktaydı. “Ölüm Tanrısı” korkunç Satürn’ün Akrep takımyıldızına girmesi salgın ve vebanın işareti olarak değerlendirilmekteydi. Zaten genelde Satürn ve Akrep’in ölüm simgeleri olduğu kabul edilmekteydi [470].

Yukarıda  söylendiği  gibi,  Dünya  Güneş’in  etrafında  hareket  ederken  gezegenlerin sabit yıldızlar alanına izdüşümleri sıçrayış gibi görünmektedir. Gezegen, yıldızlar arasında batıdan doğuya hareket ederken bir anda hareketini yavaşlatıp durur. Sonra ise ters yönde harekete başlar, sonra durur ve nihayet batıdan doğuya hareketine yeniden başlar. Sonuçta Dünya yörüngesinin gezegenin içinden sabit yıldızlar alanına izdüşümü olan, uzatılmış ilmik ortaya çıkar. Tabii ki, bu sıçrayışlar çok önce fark edilip gezegenlerin gökten koşan atlarla karşılaştırılmasına yol açmıştı.

Gezegenlerin Zodyak takımyıldızlarına yerleştirilmesine burç denir. Mesela Mars’ın Başak’a yerleştirilmesi, Satürn’ün Balık’a yerleştirilmesi gibi. Burçlar hesaplanabilir. Gezegenin herhangi bir takımyıldızında bulunması meselesi yayının uzunluğunun yaklaşık 30 derece olduğu alana düşmesi meselesidir. Bu arada, birçok hesaplama için boylama göre artı- eksi 5 derecelik doğruluk yeterlidir. Bunun yanı sıra gezegenlerin enlemlerinin belirlenmesi gerekmez. Ekliptikten sapmaları takımyıldızına denk düşmesi açısından pek fazla değildir. Dolayısıyla burçları içeren eski yazılı kaynaklar genelde gezegenlerin sadece Zodyak konumunu, yani boylama göre konumunu göstermektedir.

Burçlar şu şekilde hesaplanmaktadır. Bir anda, mesela bugün, gezegenlerin takımyıldızlarına göre konumunu saptayıp gezegenlerin Güneş etrafındaki dolanma süresinin sayısal değerlerini bildiğimiz takdirde, bu sürelerin kat bütünlerini ileriye ya da geriye doğru kaydırarak, gezegenlerin geçmişteki ya da gelecekteki Zodyak konumunu öğrenebiliriz. Günümüzde, Zodyak burçlarının yardımıyla gezegenlerin konumunu belirleyen ve çeşitli doğrulukları içermekte olan cetveller oluşturulmuştur. Aralarında mesela P. Neugebauer, S. Newcomb, U. Le Verrier, N.A. Morozov’un vb. cetvelleri vardır. Bkz. [1293]. Bu cetveller gezegenlerin Zodyak konumunun, filan yılın filan tarihinde nasıl olduğu sorusuna cevap vermektedir.  N.A.  Morozov  ve  M.A.  Vilyev  aynı  zamanda  gezegenlerin  ele  alınan konumunun  hangi  yıllarda  meydana  geldiğini  gösteren  ters  cetvelleri  de  oluşturmuşlardı [544], 4.cilt. Yakın zamanda, burçların hesaplanması için doğruluk dereceleri farklı olan iyi bilgisayar programları ortaya çıktı. Onlardan bazılarını kullandık.

Bugün hem astronom hem de astroloji uzmanı olan birinin düşünme tarzını hayal meyal anlarız. Sadece astronomların değil Orta Çağ döneminde yaşamış olan birçok bilim adamının çevresindeki astroloji rengi, dünya görüşlerine egemen olurdu. Orta Çağ astronomi kitapları gerçek gök olaylarını tarif ettiği halde, astrolojik simgelerle doludur. Bütün bu kitaplar hem yazarları hem de okurları için bir şifre değil gök gözlemine ait olan alışılmış yazma şekliydi. Mesela bazen insanlara adanmış olan heykellerde yazılan ölüm tarihleri ya da yıldönümü tarihleri burç şeklinde kaydedilmişti. Yani, verili anda gezegenlerin Zodyak’taki konumu resim şeklinde tasvir edilmişti.

Bu  ideoloji  bizim  için  artık  büyük  derecede  kaybolmuş  olan  bir  ideolojidir. Dolayısıyla bugün böyle kitapları anlamak için onların simge dilini öğrenmek zorundayız. Orta Çağ astronomi ideolojisinin özeti mesela [849]’da sunulmuştur. Dinler tarihçisi Troels Lund Batı Avrupa’daki Orta Çağ’a ait olan bilimsel dünya görüşünü parlak bir şekilde tarif etmişti. O dönemde astroloji evren konusundaki temel bilim olarak, önde gelen yerlerden birini alıyordu. Mesela aşağıda gezegenler konusunda yazdıklarını sunuyoruz: “O kadar garip hareketler sadece bir şekilde yorumlanabilir. Bunlar bağımsız bir hayatın kanıtı ve serbest iradenin bildirileridir... Bütün bunların üstünde, üzerinde “hayvanlara benzeyen yıldızların olduğu” şeffaf olmayan gök tonozu var. Bu, dine dönüştürülmüş olan astronomiden başka bir şey değildi... İşte böylelikle herkesin dikkatini yüzyıllar boyunca (XVIII. yüzyıla kadar – A.F.) kendi üzerine çekmiş bulunan ve insan bilgisinin tacı sayılan bilim ve sanat meydana gelmişti” [849], s.24-26. [849]  kitabında  Troels  Lund’a  göre  astronomik  nitelik  taşıyan  Kutsal  Kitap’tan parçalar sunulmuştur. Bu konuya birazdan döneceğiz.

Bilimsel astrolojinin parlak devri kaçınılmaz bir biçimde, insanların, devletlerin, kralların  kaderleri  hakkında  gezegenlerin   yörüngelerine  göre,  “yıldızlara  göre”  haber verilmesi konusundaki bilim olan ve uygulamalı astroloji denilen bir dalın ortaya çıkmasına yol  açmıştır.  Orta  Çağ  döneminde  Batı  Avrupa’daki  astroloji  devletin  desteğine dayanmaktaydı [849]. Roma Kilisesi de başta takvim amaçları olmak üzere çeşitli amaçlar için kullanmak maksadıyla, içinde astrolojinin katkısının bulunduğu astronomiye büyük bir önem vermişti [849].

“Astroloji o dönemin en önemli bilimi, bütün başka bilimlerin temeli olmuştu” [849], s.166.

“Günümüzde XVI. yüzyıldaki astrolojiye nesnel olarak bakarsak... ilk hissedeceğimiz şey yıldızların etkisine duyulan inancın o dönemde ne kadar büyük rol oynadığı konusundaki hayret olur. Ona sadece cahil yığınlar inanmıyordu, ileri gelen insanlar da onu örnek alıyorlardı... Astroloji konusunda XV. ve XVI. yüzyıllarda ortaya çıkan çok sayıda esere dikkat etmek yeter. Sadece iki ana Kopenhag kütüphanesinde bulunmakta olan eserler gayet hacimli bir yığın gibi görünüyor... Bu çalışmaları hiç bilinmeyen insanlar değil, dönemlerinin seçkin insanları yazmıştı. Mesela XVI. yüzyılın İskandinavyası’nda, seçkin doğa bilimleri araştırmacısı… Schleswig Holstein Genel Valisi olan Heinrich Rantzau’yu yaygınlaştıran Tycho Brage ile aynı sıraya konulabilecek tek isim bile yoktu [849], s.169.

Tycho Brage ile ilgili şu söylenir: “Tüm bilimsel çalışmaları belli bir dereceye kadar onun (yani astrolojinin - A.F.) geliştirilmesine dairdi” [849], s.169.

Almanya ele alınırken aynısı Melanchthon ve Kepler hakkında söylenebilir. Astroloji Fransa, İngiltere ve İtalya’daki Avrupa hükümdarlarının saraylarında başarıyla gelişmekteydi. Bilindiği gibi, II. Rudolf, Louise de Savoie, Catherine de Medici, XII. Karl, IV. Henry ve başka Batı Avrupa hükümdarları astrolojiyi çok aktif bir biçimde desteklemekteydi [849], s.170-171.

Melanchthon Kutsal Kitap’ın astrolojinin ilahi kaynaklarını doğrudan işaret ettiğini iddia etmekteydi [849], s.175. Orta Çağ döneminde, Kutsal Kitap’ın kehanete benzer parçaları dâhil olmak üzere birçok fragmanlarının astronomiye bağlı olup ŞİFRELENMİŞ BURÇLARI İÇERDİĞİNİN tartışmasız olduğu kabul edilmekteydi [849], s.180.

Düşünülüyor ki, astronominin etkisi Kopernik, Newton ve Laplace tarafından baltalanmıştı. Dolayısıyla birçok eski metnin astronomi simgeciliği, esrarengiz niteliklerini ve önemini kaybedince solmuş ve çok geçmeden  unutulmuştu. Bugün pek çok açıdan  çoğu çağdaş okur tarafından anlaşılmaz. Saatin ve başka aletlerin icadı yıldızlı göğün günlük gözleminin değerini düşürmüştü. Bu, astroloji ideolojisinin temellerini yıkmıştı. “İnsanların dolaysız gök izlenimleri hiçbir dönemde o kadar kıt değildi (burada XIX-XX. yüzyıllar kastediliyor - A.F.). Londra, Paris ya da Kopenhag'ta vs. yüz insandan birinin bugün dolunay mı yoksa yeniay mı olduğunu ya da Büyükayı’nın şimdiki durumunun ne olduğunu bildiği bile şüphelidir. Gece göğünün ışığının yalnızca dekoratif bir anlamı kalmıştı” [849], s.212-213.

Batı Avrupa ülkelerinin tersine Eski Rusya’da Ortodoks Kilisesi’nin astrolojiye kesinlikle olumsuz bakmış olduğu düşünülmektedir. “1559 yılında, Kremlin Sarayı’nda, Korkunç İvan’ın kendisine hediye olarak getirilmiş olan, hareket eden gök gezegenlerinin tasvirleriyle süslenmiş çapraşık saati Danimarka elçilerine geri vermesi tipik bir olay olarak meydana gelmişti. Elçilere “Hediye, Tanrıya inanan ve gezegenler ve işaretleri (gök işaretleri) umurunda bile olmayan Hristiyan çarı için uygun değil,” diye söylenmişti.” [775], s.125-126.

Aynı zamanda astronomi Eski Rusya’da da Paskalya hesaplama yöntemleri için kullanılmaktaydı. Bunu “Dünya’nın Yedi Harikası” kitabımızda, 2. bölümde anlatıyoruz. Ayrıca orada, Ortodoks Kilisesi’nin astrolojiye karşı XVI. yüzyıldan itibaren ortaya çıkmış ve zamanımıza kadar süregelen olumsuz tutumunu anlatan olguları da sunuyoruz.

 

4.2. Nesnel Astronomi Tarihleme Yöntemi

Söylediğimiz gibi, metinlerde tarif edilen olayların astronomi tarihlenmesi için eski belgelerdeki burçları kullanmak fikri daha XVI. yüzyılda ortaya çıkmıştır. O zamandan beri, zaman zaman astronomi ve kronoloji uzmanları tarafından kullanılmaktadır. Bir belgede burç tarif ediliyorsa teorik hesaplama tablolarını kullanarak astronomik nitelikleri eski belgenin tariflerine uygun olan elverişli bir burç seçilebilir. İşte bu durumda, bir tarihi ya da birkaç astronomik çözüm varsa birkaç tarihi elde edersiniz. Birkaç tarih, tarif bulanık ya da eksikse elde edilir. Ancak, bu kolay görünen fikrin uygulanması, sebepleri astronomi değil daha önce saptanmış Skaliger kronolojisi olan büyük zorluklarla karşı karşıyadır.

N.A. Morozov XVII-XIX. yüzyıllarda yaşayan astronomların Skaliger kronolojisinin baskısı altında kalarak, inandıkları tarihi astronomik hesaplamalarının sonuçlarıyla uyumlu hale getirmek için sık sık farklı çarpıtmalara başvurmak zorunda kaldıklarını bulmuştur [544]. Mesele şudur ki, XVII-XVIII. yüzyıllarda yaşayan astronomlar Skaliger kronolojisinin artık biçimlendirilmiş olduğu dönemde yaşamışlardır. Dolayısıyla ana tarihsel krallıklar, savaşlar, kişiler vb. tarihçiler tarafından zaman ekseni boyunca genel olarak zaten dağıtılmış durumdadır.   Bu   yüzden   astronomlar,   içinde   burç   var   olan   eski   metnin   astronomik tarihlemesine başladığında, tarihsel kronolojiden yaklaşık tarihini “bilmişti”. Yani astronomların rolü “astronomi yöntemiyle”   tarihin küçük hatalarının düzeltilmesiyle sınırlıydı. Astronomlar herhangi bir sebepten dolayı “gerekli” dönemde doğru astronomik çözümü bulmadıysa, tarihsel kronolojiden değil eski belgenin kesinliğinden şüpheye düşmeyi tercih ediyordu. Böyle durumlarda astronomlar şu şekilde düşünüyordu: “Galiba vakanüvis Satürn’ün Balık’ta olduğunu gösterip bir şeyler karıştırmış. Tarif ettiğimiz olayların bize gereken M.Ö V. yüzyıla düşmesi için Satürn’ün Başak’ta olması gerekiyor.” Astronomlar Balık’ın  yerine  Başak’ı  koyarak  belgenin  M.Ö.  V.  yüzyıla  ait  olduğunu  sanmakta  olan Skaliger tarihçilerinin fikirlerini doğruluyordu.

N.A.  Morozov  eski  belgelerin  astronomik  ifadelerinden  değil  tarihçiler  tarafından kabul edilmiş olan kronolojiden şüphe etmişti. İşte onun yararlığı buradadır. Astronomik çözümlerin araştırma aralığının Orta Çağ dönemine kadar tüm tarihî dönem boyunca genişletilmesini teklif etmişti. Ancak N.A. Morozov bile sona kadar sürekli olmamış ve genellikle hesaplamalarında M.S. VI. yüzyıldan yukarıya ilerlememeyi tercih etmişti.

Astronomik yöntemin, özenli bir şekilde kullanıldığı zaman, Skaliger’inkinden çok daha geç tarihleri açıkladığı ortaya çıkmıştı. Ayrıca bazen yeni tarihlerin geç Orta Çağ dönemine ait olduğu ortaya çıkıyordu! Üstelik N.A. Morozov’un astronomik sonuçları kesin (son) sayılmaz ki. Sadece “antik” dünyanın kronolojisinin doğru olmadığından emin olan N.A. Morozov M.S. 300-500 yıllarından başlayıp sonraki dönemi de kapsayan Orta Çağ kronolojisine boşuna güvenmişti. Dolayısıyla, kesin astronomik çözümü ararken genelde tüm olası zaman aralığını araştırmamıştı. Morozov çözümlerin M.Ö. 2000 yılı ile M.S. 600 yılı arasındaki dönemde aranmasıyla yetinip geç Orta Çağ dönemine kadar nadiren ilerlemişti.

N.A. Morozov XIV. yüzyıldan XVIII. yüzyıla kadar süren dönemi genellikle hiç araştırmamıştı. “Antik” tutulmalar ve burçların, mesela M.S. XIII. yüzyıla ya da hatta M.S. XVII. yüzyıla kadar çıkamadığını düşünmüştü. Dolayısıyla, astronomik çözümleri bulmaya çalıştığı sırada zaman ekseninden yukarıya doğru geçerken genellikle ilk uygun çözümü bulup durmuştu.

Bu yüzden, Morozov’un astronomik sonuçlarını anlatırken bunları ön sonuçlar olarak değerlendirmekteyiz.  Yarım  bıraktığı  hesaplamalarına  devam  edilirse,  açıkladığımız  gibi, daha geç, bu arada çok daha doğru astronomik çözümlerin bulunması başarılabilir.

 

4.3. Birçok Astronomik “Eski Çağ” Gözleminin Teorik Bakımdan Geç Orta Çağ Döneminde Yaşayan Astronomlar Tarafından Hesaplandıktan Sonra Güya “Gerçek Gözlemler” Olarak Güya “Eski” Vakayinamelere Yazılmış Olması Mümkündür

“Doğru Skaliger tarihi” yazılırken XVI-XVII. yüzyıllarda yaşayan kronoloji uzmanlarının astronomlara sürekli şu ya da bu hesaplamaları yapmaları ricasında bulunduklarını unutmak olmaz. Astrolojinin ciddi bilime etkisinden zaten bahsetmiştik. Herhalde XV-XVII. yüzyıllardaki astrolojik okullarda aşağıdaki “bilimsel” problemler, astronomi ve astroloji yöntemlerini kullanabilme alıştırmaları olarak çözülmekteydi. Mesela, Orta Çağ kronoloji uzmanlarının yanlış fikirlerine göre, güya M.S. VI. yüzyılda yaşayan I. Justinianos tahta çıkarken gezegenlerin konumunu hesaplamak gerekiyordu.

Ya da Orta Çağ kronoloji uzmanları tarafından yanlışlıkla M.S. III-VI. yüzyıllara atılmış olan Roma İmparatorluğu dönemindeki Ay tutulmalarının tam olarak ne zaman ortaya çıktığını hesaplamak gerekiyordu.

Ya da Paskalya’nın güya M.S. IV. yüzyıl olan yanlış tarihinin “teorik olarak” biraz daha erken, yani XVI-XVII. yüzyıllarda hesaplanmış olan Ekümenik Konsey’in olduğu yılın hangi gününe denk düştüğünü hesaplamak gerekiyordu.

İşte, bunlar gibi “astronomik hesaplamalar” daha sonra eski vakayinamelerin düzeltilmiş olan nihai versiyonlarına  yazılmıştı. Bütün bunlar muhtemelen XVI-XVII. ve hatta XVIII. yüzyıllarda meydana gelmişti. Bu çok büyük bir çalışmaydı. Orta Çağ tarihçileri tarafından yapılmış olan kronoloji doğru olsaydı bu çalışma faydalı olurdu. Ancak bu kronolojinin yanlış olduğu ortaya çıkmıştı. Dolayısıyla, Orta Çağ astronomları gezegenlerin (güya I. Justinianos’un yaşadığı) M.S. VI. yüzyıldaki konumunu hesaplayıp sonra da vakayinameye “I. Justinianos’un tahta çıktığı günde gezegenler bu ve şu takımyıldızlarında bulunuyordu”  gibi  sözleri  yazarak  tarihçilerin  yanlışlıklarını  daha  da  ağırlaştırmışlardı. Sonuçta vakayinamelere yanlış kronolojik ve astronomik bir “iskelet” verilmişti. Bu iskelet muhtemelen,   sadece   denetlenip   düzeltilmiş   olan   vakayinamelerde   güya   gerçek   “eski astronomik gözlemler” olarak gösterilen sonraki Orta Çağ hesaplamalarının sonucuydu.

Sonra ise kısmen yanlış olan, kısmen tahrif edilmiş olan bu belgeler katılaştıktan sonra otoritenin tozu ile kaplanıp bu şekilde bize ulaşmıştır. Çağdaşlarımız, tarihçiler, astronomlar Eski Çağ vakayinamelerini okuyor ve orada “astronomik belgeleri” memnuniyetle buluyorlar. Bunlar  çağdaş  astronomiye  dayanarak  güya  “gözlemlenmiş  olan”,  gerçekte  ise  teorik bakımdan XVI-XVIII. yüzyıllarda hesaplanmış olan tutulmaları ve burçları tarihlemektedir. Sonra ise elde ettikleri sonuçların Skaliger kronolojisiyle bazen de uyuştuğunu memnunlukla anlamışlardı.   Bununla   güya   Skaliger   tarihini   desteklemekteler.   BİR   KISIR   DÖNGÜ ORTAYA ÇIKIYOR.

Tabii ki, bazen modern astronomiye aykırılıklar meydana geliyor. Bu aykırılıkların, XVI-XVIII. yüzyılların (geçmişe yönelik) astronomik hesaplama yöntemleri bugünkü yöntemlerden  bariz  bir  şekilde  daha  kötü  olduğu  ve  yetkin  olmadığı  için  oluşması mümkündür. Çağdaş astronomi tarihçileri böyle bir aykırılığı ortaya çıkarıp “Eski Çağ gözlemcisi”ni   hoşgörü   ile   düzeltiyor.   Sonuçta   Skaliger   kronolojisinin   doğru   olduğu yönündeki daha büyük bir yanılsama ortaya çıkmaktadır.

Çağdaş   astronomik   hesaplamaların   sonuçları   Skaliger   kronolojisine   kökünden aykırıysa ne yapmalı? Bu durumda çağdaş tarihçiler “Eski Çağ gözlemcilerinin cahilliklerinden” bahsetmeye başlıyorlar.

Sonuçlarımız gösteriyor ki, ORTA ÇAĞ KRONOLOJİSİNE ANCAK XVII. YÜZYILDAN İTİBAREN GÜVENİLEBİLİR. Yazılı kaynaklarda tarif edilen tutulma ve burçların kesin bağımsız tarihlenmesine yönelik daha büyük bir çalışma yapılması gerekiyor. Hesaplarımızın gösterdiği gibi, kesin astronomik çözümler XI ila XVIII. yüzyıllar arasındaki aralıkta bulunmaktadır. Bkz. “Eski Çağ’da Yaşayanların Gök Takvimi”.

 

4.4.  “Eski  Çağ’da  Yaşayanların”  Hangi  “Gözlemleri”  Geç  Orta  Çağ  Teorik Hesaplamalarının Sonucu Olabilirdi?

Şöyle bir görünüm ortadadır: Önce Skaliger-Petavius okuluna ait olan kronoloji uzmanları Eski Çağ ve Orta Çağ tarihinin yanlış kronolojisini ortaya çıkarıp XI-XVII. yüzyılların gerçek tarihini suni olarak geçmişe doğru uzatmışlardı.

Sonra ise XVI-XVIII. yüzyıllarda bu krokiye “bilimsel görünüş” kazandıracak hesaplama çalışması başlamıştı. Bu amaçla da astronomik hesaplamalar yapılmıştı. Bütün bunların adını koymamız gerekirse, tarihin kasıtlı olarak tahrifatı deriz.

# “Eski takvimler kuramları” oluşturulmuştu. XVI-XVIII. yüzyıllarda yaşayan kronoloji uzmanları, insanların güya çok eski zamanlarda ve güya yüz hatta binyıllar arasında kullandığı Eski Çağ takvim sistemlerini yeniden kurmaya başlamışlardı! Teorik olarak takvimlerin “başlangıç noktaları” hesaplanmış, dünya kuruluşu, tufan gibi olayların tarihleri hesap edilmişti. Hesaplamaların sonuçları “kronoloji açısından düzen kurmak” için “Eski Çağ” vakayinamelerinin içine utanmadan yazılmıştı. Gerçekte ise sadece Skaliger-Petavius okulunun yanlışlıkları ya da bariz sahtekârlıkları kökleştirilmiştir. Orta Çağ’a ait olan gerçek olaylara bu olayları uzak geçmişe atan yanlış tarihler verilmişti. Bugün ise tarihçiler birçok kronoloji uzmanının ancak XVI-XVII. yüzyıllarda “takvim gözlemlerini” hesapladığının farkında olmadan, teorik olarak hesaplanmış olan bu “Eski Çağ” tarihlerini alıp bunların Skaliger tarihini doğruladığını düşünüyorlar. Kısır döngü ortadadır. “Dünyanın Yedi Harikası’na”, 2.bölüme bakınız.

# Bazı burçların geçmişe doğru hesaplanabilmesi mümkündü. Geç Orta Çağ döneminde, gezegenlerin konumunun yaklaşık olarak hesaplanabilmesi artık mümkündü. Bundan sonra vakayinameler içlerine “Roma’nın kuruluşundan itibaren VIII. yüzyılda Jül Sezar’ın öldürüldüğü gün gezegenler burada ya da şuradaydı.” gibi cümlelerin yazıldığı özel düzeltmelere uğrardı. Üstelik gezegenlerin konumu tam M.Ö. I. yüzyıl için hesaplanmıştı, çünkü   XVI-XVII.   yüzyılda   yaşamış   olan   astronomlar   Skaliger-Petavius’a   yanlışlıkla güvenerek Sezar’ın M.Ö. I. yüzyılda yaşadığını zannediyorlardı. Bugünlerde tarihçiler bunun gibi “astronomik gözlemleri” gerçek sayıp onları Skaliger kronolojisinin doğruluğunun kanıtı olarak sunmayı tercih ediyorlar. Kısır döngü ortadadır.

# Bazı Ay tutulmalarının geçmişe doğru hesaplanabilmesi mümkündü. Hesaplamaları çok daha zor olan Güneş tutulmalarından farklı olarak Ay tutulmaları çok basit bir şekilde hesaplanmaktadır. Bunu XVI-XVII. yüzyıllar döneminde artık başarıyla yapıyorlardı. Astronomlar Güneş tutulmalarının geçmişe doğru hesaplanmasını da XVIII. yüzyıl bir tarafa, XVII. yüzyılda öğrenmişti. “Hesaplanmış olan” Güneş ve Ay tutulmaları “astronomik gözlemler”   olarak   Skaliger-Petavius   yanlış   kronolojisinin   sayfalarına   yaklaşık   olarak aşağıdaki şekilde yazılabiliyordu: “Şu ya da bu imparatorun öldüğü gün tutulma ortaya çıkmıştı.” Süreç herhalde şu şekilde işliyordu: Astronom mesela II. yüzyılın başlangıcında şu ya da bu tutulmanın ortaya çıktığını hesaplayıp “Petavius’un ders kitabını” alarak, hesapladığı tutulmanın hangi imparatorun yönetimi dönemine düştüğüne bakıyordu. Mesela, Skaliger kronolojisine göre o yılda bir hükümdarın öldüğü ortaya çıkmış olabilirdi. O zaman, düzeltilmekte olan eski versiyona, büyük bir ihtimalle, “Öldüğü zaman ay kapanmış (ya da güneş kapanmış)” gibi sözler yazıyordu. Çağdaş astronom Robert Newton ünlü “Klaudyos Batlamyus’un   Cinayeti”   kitabında,   sonradan   geçmişteki   bir   tarihi   alarak   “Eski   Çağ gözlemleri” olduğu ilan edilmiş Orta Çağ hesaplamalarının örneklerini vermişti [614].

# Bazı kuyruklu yıldızların ortaya çıkışının geçmiş zamana doğru hesaplanması mümkün olabilirdi.   Kuyruklu yıldızların güvenilir ve saptanmış olan ortaya çıkışlarına dayanarak Tycho Brage ve Kepler’den başlayarak, yeniden ortaya çıkma sürelerinin yaklaşık hesaplamaları artık bilinmekteydi. Mesela Halley Kuyruklu yıldızı için. Sonra ise, bulunmuş olan süre geriye doğru uzatılarak kuyruklu yıldızların geçmişteki ortaya çıkışlarının varsayımsal tarihleri elde ediliyordu. Daha sonra, “Petavius’un ders kitabını” alıp bu “hesaplanmış olan kuyruklu yıldızların” hangi imparatorların yönetim dönemlerine denk düştüğüne bakıp, düzeltilmekte olan vakayinamelere “şu ya da bu imparator yönetimde bulunurken, şu ya da bu yılda gökte kuyruklu yıldız ortaya çıkmıştı” gibi sözler yazıyorlardı.

Bugün ise bizi, Eski Çağ astronomlarının “Halley Kuyruklu Yıldızı”nın gökteki bu “ortaya çıkışlarını” gerçekten gözlemlediklerine, üstelik bu gözlemlerin güya Skaliger- Petavius’un ders kitabını doğruladığına inandırmaya çalışıyorlar. Halley Kuyruklu Yıldızı dâhil olmak üzere kuyruklu yıldız tarihlemeleri hakkındaki ayrıntılar için “İmparatorluk” kitabımızın 5. bölümüne bakınız.

XIX-XX. yüzyıllarda bazen meslekten astronomlar bile, orijinal gözlem malzemesi ile çalıştıklarını düşündükleri için, bu sahte “Eski Çağ gözlemlerine” göre, Halley Kuyruklu Yıldızı’nın yörüngesini daha kesin ve açık olarak belirleyecek kuramları ihtiyatsızca oluşturmaya başlamışlardı. Ancak böyle “restorasyonlarda”, hareket denklemindeki bazı değerlerin deneysel gözlemlerden alınması gerektiği için kuyruklu yıldızın yörüngesi konusundaki matematiksel kuramın kendisi bile çarpıtılmış olur. Gözlemler yanlış ya da düpedüz sahteyse, sabit değerler gerçekte olması gerektiği gibi olmaz.

Böylece bunun gibi, daha sonra kurnaz şekilde “gerçek astronomik gözlemler” olarak satılan geç Orta Çağ kronoloji hesaplamalarının bilim tarihi için ne kadar ciddi sonuçlar doğurduğu görülebilir.

Burada sunulmuş olan düşünceler ilk önce yazılı kaynaklar için kullanılmaktadır. Kalem ucunu alıp vakayinamenin bir sayfasına “Eski Çağ gözlemini” yazmak hiç zor değildi ki.

Bunun gibi şüpheler burada aşırı derecede dikkatli olmak gerektiği halde, güvenilir arkeolojik buluntular ya da anıtsal Eski Çağ mimarlığı konusunda daha az aktif şekilde uyanıyor. Ancak herhalde burcun, eski tapınağın tavanında ya da eski mezarda, tabutun üzerinde alçak kabartma şeklinde tasvir edilmesi, elimizde Skaliger-Petavius kronojisine dayanan daha sonraki hesaplamanın sonucunun değil, gerçek astronomik Orta Çağ gözleminin sonucunun olduğunu düşünmemize yol açar.