BÖLÜM 4: BİZİM YAPILANDIRMAMIZ
3. TATAR-MOĞOL FETHİ VE ORTODOKS KİLİSESİ
Önsözde söylemiş olduğumuz gibi, tarihçiler şunu bildirmektedirler: “Batu Han’ın karargâhında Orda’nın kuruluşunun ilk günlerinde ORTODOKS Kilisesi kurulmuştu. Orda civarında askeri yerleşim yerlerinin ortaya çıkması ile her yerde tapınakların kurulması, din adamlarının çağrılması ve kilise hiyerarşisinin düzenlenmesine başlanmıştı.” Metropolit Kirill, Novgorod şehrinden Kiyev’e yaşamaya gelmişti... Rus prenslerinin Büyük, Orta ve Küçük prens; Ulus (yani Urus, Rus prensi mi – yazarın yorumu), Özgül Prensi, Orda, Tatar Prensi, İnsan ve Yol Prensi gibi unvanları vardı... Moğol hükümdarları Metropolite geniş bir muafiyet sağlamışlardı. Onun iktidarı prens iktidarına kıyasla daha büyüktü. Bir prensin iktidarı prensliğinin mülkiyetindeki toprağın üzerindeki egemenliği ile sınırlanırken metropolitin iktidarı kırsal bölgelere, farklı göçebe ulusların (ulus – Moğol İmparatorluğu’nun bir parçası) tam mülkiyetindeki topraklara yerleştirilmiş halk dâhil olmak üzere tüm Rus prensliklerine yayılmıştı [32], 1. cilt, s.37.
Bizim yorumumuz. Skaliger-Miller tarihinin bizi inandırdığına göre iflah olmaz payen olan fatihlerin-Moğolların bu davranışları garip olmaktan da öteydi. Rus Kilisesi’nin davranış şekli daha da gariptir. Güvenilir tarihten Rus Kilisesi’nin halkı sürekli YABANCI fatihlerle mücadeleye çağırdığını biliyoruz.
“Yabancı Moğol fatihlerine” karşı davranışları tek istisnadır. Üstelik ele geçirilmesinin İLK GÜNLERİNDEN İTİBAREN Rus Kilisesi, yabancı Moğol payenlerine doğrudan destek veriyordu. Metropolit Kirill’in fethedilmiş olan Kiev’e, Batu Han’a, Moğolların ele bile geçirmedikleri Novgorod şehrinden gelmesi şaşırtıcıdır! Tabii ki, buna karşılık olarak Rus Kilisesi’nin satılmış olduğunu söyleyebilirler. Ayrıca hem kilise hem prensler hem de tüm Rus halkı dâhil olmak üzere her şeyin satılıp boyun eğildiğinin söylenmesi de mümkündür.
Zaten bugün XVIII. yüzyılda yaşayan tarihçilerin ve onların takipçilerinin ana fikri bundan ibarettir. Bütün bunlar bize son derece garip gelmektedir.
Biz Rus tarihine başka bir bakış önermekteyiz. “Moğol” sözünü çevirip onu “büyük” olarak okumak yeter. Bu durumda bütün bu tuhaflıklar hemen ortadan kalkıyor ve normal bir devletin yaşamını görüyoruz. Büyük bir devletin yaşamını.
Herhalde “Moğolların” uzak Çin sınırlarından çıkmış oldukları hipotezi oldukça geç ortaya çıkmıştı. Mesela, Orta Çağ döneminde yaşayan Macar ressamının fatihleri-Moğolları nasıl tasvir ettiğine bakalım. Res.4.12’de eski Macar vakayinamesinden alınmış olan bir minyatür gösterilmiştir. Tutsakları Orda’ya götüren “Moğolları” görüyoruz. Bu arada minyatürde tasvir edilmiş olan “moğolların” Rus yüzleri ve sıradan Rus giyimleri vardır. Ele geçirdikleri tutsaklar Batı Avrupalılar olarak gösterilmiştir.
Ancak “Moğol-Tatar boyunduruğu” kuramı yaratıldıktan sonra “Moğol” fatihlerini “Çin tarzında” tasvir etmeye başlamışlardı. Bunun örneğini, res.4.2’de gösterilen XVII. yüzyıla ait resimde görebiliriz.
N.M. Karamzin, “Tatar egemenliğinin... sonuçlarından biri... din adamlarımızın yükselmesi, rahiplerin ve kilise malikanelerinin çoğalması idi” diye yazmaktadır. Orda ve prens vergilerinden muaf tutulmuş olan kilise malikâneleri refah ve saadet içinde yaşamaktaydı. [53], 5. cilt, 4. bölüm, s.208; [52], 5. cilt, 4. bölüm, s.223. Ayrıca “şimdiki Rus manastırlarının küçük bir bölümü Tatar döneminden önce ya da sonra kurulmuştu. GERİYE KALAN BÜTÜN MANASTIRLAR İSE O ZAMANLARIN ESERLERİDİR” [53], 5. cilt, 4. bölüm; [52], 5. cilt, 4. bölüm, s.224.
Yani gördüğümüz gibi, hemen hemen TÜM RUS MANASTIRLARI TATAR- MOĞOLLAR DÖNEMİNDE KURULMUŞTU. Bunun sebebi de anlaşılmaktadır. Birçok Kazak Orda’daki askerliği bırakıp manastıra gitmişti. Kazaklar arasında XVII. yüzyılda da âdet böyle idi [32].
Hipotezimize göre, Kazaklar Orda’nın askerleri oldukları için Orda döneminde çok sayıda manastırın kurulması devlet açısından bile çok doğaldır. Emekli askerlere hak ettikleri tatilin verilmesi gerekiyordu. Bunun için o dönemdeki manastırlar son derece zengindi ve vergilerden muaftı [53], 5. cilt, sütun 208-209; ya da [52], 5. cilt, 4. bölüm, sütun 223. Hatta gümrüksüz ticaret yapma hakları vardı. Ayrıntılar için aynı yere bakınız.
4. KAZAKLAR VE ORDA
4.1. Kazaklar Rus-Orda’nın daimi ordusudur.
Hipotemizi bir kez daha tekrarlayalım: Kazaklar Orda’nın, büyük = “Moğol” devletinin silahlı kuvvetleri idi. Tam da bundan dolayı, yukarıda gösterdiğimiz gibi, Kazaklar XVIII. yüzyıldan itibaren olduğu gibi ülkenin sınır bölgelerinde bulunmakla kalmayıp bütün ülkeye yayılmışlardı. Devlet düzeni değiştirildikten sonra İmparatorluğun sınırındaki Kazak
bölgeleri orijinal askerî yaşam biçimlerini büyük oranda korumuşlardı. Dolayısıyla XIX-XX. yüzyıllardaki Kazak yerleşim yerlerinin Rus İmparatorluğu’nun sınırlarını çizdiğini görüyoruz. Ülkenin içindeki Kazaklara gelince, XVIII. yüzyıla doğru ya askerî Kazak yaşam tarzını kaybetmiş ya da sınırlara yerleştirilip sınırdaki Kazak yerleşim yerleri ile kaynaşmışlardı. Bu süreci herhalde, Büyük Karışıklık dönemindeki iç savaş ve Kazak ordusuna dayanan Orda hanedanının Moskova iktidarı için mücadeleyi kaybetmiş olduğu Razin ile Pugaçov savaşları dâhil olmak üzere XVII-XVIII. yüzyıllardaki savaşlar başlatmıştı. Her şeye rağmen eski Orda hanedanının iktidar iddiasında olan temsilcileri herhalde belirli bir zaman boyunca Kazak ordularında kalmaya devam etmişlerdi.
Razin ile Pugaçov savaşları, Rusya’daki Orda’nın iktidarının düzeltilmesine (restorasyonuna) yönelik teşebbüsler idi. Ayrıntılar için “Rus’un Yeni Kronolojisi” ve “Rus’un, İngiltere’nin ve Roma’nın Yeni Kronolojisi” kitaplarımıza bakınız [5], [11] ya da [1]’de, 4. cilt, 12. bölüm. Zamanımıza ulaşan belgelere göre Stepan Timofeeviç Razin sıradan bir Kazak değil çok soylu bir adam idi. Resmi belgelerde onun baba ismine “viç”in eklenmesi (yani “Timofeeviç”), kendisinin o zamanlarda en üst düzeydeki soylulara mensup olduğu anlamına geliyordu. Astrahan ve Kazan ÇARI olduğunu doğrulayan yabancı kanıtlar da günümüze ulaşmıştır [24], s.329. Res.4.3, res.4.4 ve res.4.5’te Razin’in eski tasvirlerinden birini gösteriyoruz. Burada 1671 yılına ait olan Alman gravürü söz konusudur. Razin’in başında çalma vardır! Res.4.4’e bakınız. Ayrıca bu, ressamın hatası değildir. Üstelik yalnızca “Sıradan Kazakların” âdeti de değildir. Çalma, Büyük Rus prenslerinin ve soyluların başlarında da tasvir edilmekteydi. Res.4.6, res.4.7 ve res.4.8’de yabancı elçilerin Rus alanında kabulünü tasvir eden, Orta Çağ dönemine ait olan iki gravür gösteriyoruz. Bu gravürlerde Büyük Prens ve yakınları büyük çalmalar ya da sarıklar takıyorlar. Tıpkı Türk sultanları ve yakınları gibi. Mesela, res.4.9’a bakınız.
Res.4.10 ve 4.11’de tasvir edilen, XVII. yüzyıla ait olan gravürde gösterilen bütün Rus insanlarının başında ÇALMA vardır. Bu, “bugünlerde nadir bulunan “Evren’in, Dünya’nın farklı şemalarını içeren tarifi” başlıklı Fransız yayınından” alınmış olan bir resimdir [25]. Moskova’nın eski planını görüyoruz, aşağıda ise Moskovalılar tarif edilmiştir. Resimde altı Moskovalı var, hepsi de çalma takmaktadır.
Ayrıca res.4.12 ve 4.13’te ÇALMALI RUS İNSANLARININ tasvirlerine bakınız.
Herhalde Rus-Orda’da çalma takma geleneği vardı. Çalma oradan Doğu’ya, Türkiye’ye ve başka ülkelere geçmiştir. Fakat sonra çalmayı unuttuk. Ya da Romanovların reformlarından sonra unutturuldu. Başka ülkelerde ise çalma unutulmamıştır ve bugünlerde bile takılmaktadır. Çalma kelimesinin Rus ÇELO kelimesinden çıktığına dikkat etmeye değer. ÇELO ALIN demektir.
XVII. ve XVIII. yüzyıllardaki savaş başarısızlıklarından sonra, Orda’nın geriye kalan askerleri, yani rahatsızlık vermeleri mümkün olduğu için istenmeyen Kazaklar kısmen imparatorluğun merkezinden sınırlarına gönderilmişlerdi. Herhalde, orduya “rekrut” çağırılması uygulamasının hayata geçirildiği ve ordunun başka bir şemaya göre düzenlendiği Büyük Petro’nun ordu reformunun da amacı aynıydı.
Kostomarov’un “Bogdan Hmelnitskiy” kitabına bakalım [60]. Kazakların yalnız Tatarlarla birlikte savaştığı göze çarpmaktadır. Bütün askerî harekâtları sırasında Kazaklar ile Tatarların ordularının karma olduğu, bunların DEVAMLI OLARAK MÜTTEFİK OLDUĞU vurgulanmaktadır. Ayrıca POLONYA ordularında bile Kazaklar ve Tatarlar vardı. XVII. yüzyılda bütün Ukrayna’nın Tatarlarla dolup taşmakta olduğu izlenimi ortaya çıkmaktadır. Burada, hipotezimize göre başka yerlerde, mesela Rusya’nın güneyinde yaşayan, yine Kazak olan Zaporojyelilere yardım etmeye gelen Kazaklara Tatarlar denilmektedir.
Mamafih, Kostomarov’un dikkate sunduğu XVII. yüzyıla ait olan anlaşmaların metinlerinde TATARLAR KELİMESİ YOKTUR. Ancak ORDA kelimesine sıklıkla rastlanmaktadır. Demek ki, Rus “Moğol-Tatar” Ordasının Kazak ordusu şeklindeki kalıntıları, Rusya’nın topraklarında XVII. yüzyılda da aktif bir şekilde hareket etmektedir. Örneğin, Kostomarov’un alıntıladığı Bela Tserkva Barış Antlaşması’nı = Polonyalılar ile Kazaklar arasındaki antlaşmayı inceleyelim [60], s.545-548. Metinde birkaç kez Orda’nın sözü edilmiş, ancak “Tatarlar” kelimesi bir kere bile kullanılmamıştır. Tabii ki, tarihçiler Orda kelimesini görünce hemen Tatarlar’dan bahsetmeye başlamaktadırlar. Ama herhalde Orda yalnızca ordu, RAT (Tür. ordu) anlamına geldiği için burada Kazaklar söz konusudur.
Kostomarov’un kitabını okuduktan sonra bütün Tatarlar’ın Rusça’yı mükemmel bir şekilde bildikleri ya da tersine bütün Ukraynalıların, Rusların ve Polonyalıların akıcı bir şekilde Tatarca konuştukları izleniminin ortaya çıktığını kaydedelim. Herhangi bir tercümandan BİR KERE bile bahsedilmemiştir.
Bize “Tarih kaynakları nasıl Ruslara Tatar diyebilirler? Tatarlar, bu adı hâlâ taşıyan bir milletin ismidir ki. Ruslara, Kazaklara XVII. yüzyıla kadar Tatarlar denildiyse bugün bu ismin bambaşka bir milletin adı olmasının sebebi nedir? “Tatarlar” kelimesi ne zaman ve nasıl anlamını değiştirmiştir?” diye itiraz edilebilir.
“Asilzade (Rus. Dvoryanin) Grigoriy Mikulin’in ve memur (Rus. Podyachiy) İvan Zinovyev’in oluşturdukları”, İngiltere’ye elçi olarak gönderilen (13 Mayıs 1600–14 Haziran 1601 tarihleri arasında orada bulunan) diplomatların günümüze ulaşan listesi bu soruya cevap vermeye yardım etmektedir. Bu liste, Prens M.A. Obolenskiy tarafından yayımlanmıştır [81]. Bu liste, Çar Boris’in 1600-1601 yılları arasında İngiltere’ye diplomatik misyon ile gönderdiği diplomatlar hakkındaki ayrıntılı raporu sunmaktadır. Bu arada içinde Rus elçisi Grigoriy Mikulin’in İskoçya’nın İngiltere elçisi ile şöyle bir konuşması yer almaktadır:
“Elçi (yani İskoçya’nın İngiltere elçisi – yazarın yorumu) Grigoriy’e “Büyük Hükümdarınızın Tatarlarla ilişkileri şu an nasıldır?” diye sormuştu.” Hem Grigoriy hem de İvan elçiye “Hangi Tatarlardan bahsediyorsun? Bizim Büyük Hükümdarımıza, Majeste Çarımıza birçok Müslüman Kralı ve Müslüman Krallarının birçok Oğlu, Tatarlardan ise, Kazan ve Astrahan ve Sibirya krallıklarından, KOZAK ve Kolmatsk Ordalarından insanlar, ayrıca başka birçok Ordadan insanlar, Zavoljyeli ve Kazıyev Uluslu Nagaylar dâhil olmak üzere birçok insan direkt olarak hizmet etmektedirler” diye söylemişlerdi [81], IV. bölüm, s.31.
Rus elçisinin, XVII. yüzyılın başında bir yabancının sorduğu Moskova’nın Tatarlarla ilişkisi hakkındaki soruyu bile anlayamadığını görüyoruz. İskoçyalının, Tatarlar kelimesiyle Moskova Devleti’ne yabancı olan bir milleti kastettiği bellidir. Yani Tatarlar kelimesini alışmış olduğumuz, bugünkü anlamında kullanmaktadır.
Rus elçisi ise Tatarlar dediğinde bambaşka bir şeyi kastetmektedir. Cevabından, yabancı milletlere değil, yalnız Rus çarının uyruklarına Tatarlar dediği besbellidir. Üstelik belli bir milliyete değil, Moskova Devleti’nin içinde yer alan birkaç millete ya da topluluğa böyle diyor. Ayrıca farklı Tatarların isimlerini saydığında KAZAKLARIN ADINI da net olarak söylüyor. Kazak ordularına ise ORDA diyor.
Tam tersine, Rus elçisi çağdaş tarihçilerin “Tatar Devleti” dedikleri Kırım Devleti’nden bahsettiğinde “Tatarlar” kelimesini bir kez bile kullanmamıştı. Ona göre Tatarlar sadece Rus uyruklulardır. Mesela, bir İskoçyalıya Kırım Savaşı’nı anlatırken “Tüm Rus’un mutlak hükümdarı olan Bizim Büyük Hükümdarımız, Çarımız ve Büyük Prensimiz Boris Fyödoroviç, Tanrı’nın atıfetini isteyip (Kırım kralının – yazarın yorumu) karşısına Çar orduları, Rus, Tatar savaşçıları ve başka devletlerin çok sayıda askeri ile sefere çıkmıştı” diye söylemişti [81], IV. bölüm, s.32.
Burada, Rusların ve Tatarların Rus çarının uyrukları olduğu yine vurgulanmaktadır. Ayrıca Rus çarının ordularında başka devletlerin uyruklarının da bulunduğu bildirilmekte fakat bunların arasında Tatarların ismi geçmemektedir. Çar elçisinin fikirlerine göre Kırımlılar Tatar değildir.
Demek ki, TATARLAR kelimesinin çağdaş kullanımının büyük ihtimalle Batı Avrupa geleneğine kadar uzandığını görüyoruz. Rusya’da XVII. yüzyıla kadar Kazakların, Kalmukların, bu kelimelerin çağdaş anlamında Volga Tatarlarının vs. askeri komünlerine Tatarlar denilmekteydi. Bütün bu komünler Rus topraklarında yer almaktaydı. Fakat Batı Avrupa’da XVII. yüzyılda yanlışlıkla yalnız Müslümanlara Tatarlar denilmekteydi. İşte İskoçyalının, Çar Boris’in Rus elçisinin anlamadığı “Büyük Hükümdarınızın Tatarlarla ilişkileri şu an nasıldır?” sorusu buradan ortaya çıkmıştı. Sonradan ise, Romanovlar iktidara geldikten sonra Rusya’da da Tatarlar kelimesi bu Batı Avrupa anlamında kullanılmaya başlamıştı. Herhalde bu, ilk defa Romanovlar iktidardayken Rus tarihinin genel çarpıtılması çerçevesinde bilinçli olarak yapılmıştı. XIX. yüzyılda yaşayan Alman tarihçileri “Kazakların hem kökenlerinin hem de isimlerinin Tatar asılları vardır... Çerkas Kazakları o kadar meşhurdular ki, daha sonra KAZAKLARA hep ÇERKEZ denilirdi.” diye yazmışlardı [50], 5. cilt, s.543.
4.2. Moskova Hükümdarlarının “ordu ile” değil “Tatarlarla” savaşa çıkmalarının sebebi. Polonya-Litvanya Tatarları.
Orta Çağ zamanlarında yaşayan Batı Avrupalılar Rusya’yı anlattıklarında zaman zaman şu şekilde yazmışlardı: “Bir Moskova Hükümdarı TATARLARLA BİRLİKTE bir sefere çıkmıştı.”
Örnek olarak S. Herberstein’ın XVI. yüzyıla ait olan kitabından alıntı yapalım: “1527 yılında onlar (yani Moskovalılar – yazarın yorumu) TATARLARLA birlikte (?) (mit den Tartaren angezogen) sefere çıkmışlardı. Bunun sonucunda Litvanya’da meşhur Kanev Savaşı (?) (bey Carionen) ortaya çıkmıştı” [29], s.78. Yukarıdaki metinde yer alan soru işaretleri, bütün bunlardan elbette pek hoşlanmayan çağdaş yorumcular tarafından konulmuştu.
Buna benzer başka bir örnek verelim. Orta Çağ dönemindeki Braunschweig’de 1725 yılında yayımlanmış olan Alman kronoloji tablosunda (Deutsche Chronologische Tabellen. Braunschweig, Berleget von Friedrich Wilhelm Mener, 1725) Korkunç İvan ile ilgili şöyle sözler yer almaktadır: "Iohannes Basilowiz, Erzersiel MİT DENEN TARTARN, und brachte an sein Reich Casan und Astracan" (Kron. Tablosu, 1533 yılı, s.159). Yani, “İvan Vasilyeviç, kendi TATARLARI İLE BİRLİKTE Kazan’ı ve Astrachan’ı çarlığının içine almıştır.”
Moskova Hükümdarlarının, kendi ordusu ile değil esrarengiz Tatarlarla savaşa çıkmak şeklindeki bu garip âdeti çağdaş yorumcuları mahcup etmektedir.
Biz buna şunu diyeceğiz: KAZAK ORDUSU, yani KAZAK ORDASI, Moskova Çarlarının RATI (Rus. orda) OLAN TATARLAR idi. O zaman her şey yerli yerine oturur.
“Polonya-Litvanya Tatarları (ALTIN ORDA’NIN MİRASÇILARI)” adlı ilgi çekici kitaba dikkat çekelim [38]. Kitapta, Tatarların Polonya ve Litvanya’nın yaşamına sadece XVI. yüzyılda değil XVII-XIX. yüzyıllarda da katılmaları hakkında ilginç malzemeler derlenmişti. “XIX. yüzyılın başında seçkin tarihçilerden biri olan Tadeusz Czacki’nin (Pol.) arşivlerde, metninin içinde Polonya-Litvanya Tatarlarının Jagiellon Hanedanının üyelerine “Beyaz Hanlar” dedikleri bir dilekçe bulması” enteresandır [38], s.17. Metnin bu bölümü şöyle devam etmektedir: “XIX. yüzyılın ortasına kadar Polonya-Litvanya topraklarındaki Tatar nüfusu üç kategoriye ayrılmaktaydı... Orda sultanlarının ve mirzalarının torunları ayrıcalıklı birinci grubu oluşturmuştu. Lehistan-Litvanya Birliğinde Sultan unvanı yalnız iki Tatar soyuna aitti: Ostrınskiy soyu ve Punskiy soyu. Soyun en büyüklerine, iktidarın başında kalmış olan hanların torunları olarak devamlı olarak çareviç (çar oğlu) denilmişti. Kalan Tatar soyları Orda Mirzalarından çıkmışlardı. Prens unvanı onlara aitti. Assançukoviçler, Bargınskiyler, Yuşinskiyler, Kadışeviçler, Korıtskiyler, Smolskiyler, Şirinskiyler, Taraşviskiyler, Ulanlar ve Zaviysckiyler... prens Tatar soylarının başına geçmişti. BUNLAR, İKTİDARIN BAŞINDA OLAN SZLACHTA’NIN HAKLARINA SAHİPTİ” [38], s.19.
Polonya-Litvanya Tatarlarının hangi dilde konuştukları sorusu ortaya çıkmaktadır? Anlaşılmaktadır ki, “Tatarlar Hristiyanlar arasında rahat yaşamaktaydılar. YA RUSÇA YA DA LEHÇE KONUŞMAKTAYDILAR ve yerli halk gibi giyinmekteydiler. Hristiyanlarla sıkça evlenmekteydiler.” [38], s.28. Alıntıya devam edelim: “Üstlerinde altın, kalay hilallerin olduğu camiler Lehistan-Litvanya Birliği’nin Doğu bölgelerinin hayatında sıradan bir şey idi... ONLARDAN BAZILARI, GÖRÜNÜŞLERİ İLE KÖY KOSTYOLLARI YA DA ORTODOKS KİLİSELERİNİ HATIRLATMAKTAYDI.” [38], s.61. “Camilerin heraldik Tatar bayrakları ile süslenmesi, ilginç ve çoktan unutulmuş olan geleneklerden biridir... Tatarların, günümüze elyazması kitaplar ve şemailler şeklinde ulaşan yazısı, din bilimlerinin kaynağı idi. KİTAPLAR ARAP HARFLERİ İLE YAZILMIŞTI AMA METİNLERİN DİLİ LEHÇE, YA DA BELARUSÇA İDİ.” [38], s.72. “Romanov hanedanı devrildikten sonra Petrograd’da “Polonya, Litvanya, Beyaz Rusya ve Ukrayna Tatarları komitesi” ortaya çıkmıştı.”” [38], s.87.
[38]’den almış olduğumuz birkaç eski resmi gösterelim. Res.4.14’te XVIII. yüzyıldaki Polonya Tatar ordusunun askerleri tasvir edilmiştir. Res.4.15’te XVIII. yüzyılın sonundaki Stabislaw August döneminin Tatar ordusunun askerleri gösterilmiştir. Res.4.16’da Napolyon dönemindeki Polonya ordusunun bir Tatar askerinin başlığı tasvir edilmiştir. Üstünde hilal ve yıldız olan bu başlıkları “NAPOLYON’UN MUHAFIZ BİRLİĞİNİN TATAR BÖLÜĞÜNDEKİ askerler (! – yazarın yorumu)” takarlardı [38], s.45. Res.4.17’de Litvanya Tatarlarının arma-damgaları gösterilmiştir.
Res.4.18’de, XVI-XVII. yüzyıllardaki POLONYA-LİTVANYA Leliwa ARMASI gösterilmiştir. Üzerinde iki yıldızlı hilali görüyoruz. Biri, büyük olan aşağıda; ikincisi, küçük olan ise yukarıdadır. Bu arma Michlon Litvin’in “Tatarların, Litvanyalıların ve Moskovalıların Töreleri Hakkında” başlıklı kitabının önsözünde sunulmuştur [64].