ÖNSÖZ
Bu kitapta [1]-[14] kitaplarımızda matematiksel yöntemler temelinde belirlenen Yeni Kronoloji’ye dayanmaktayız. Yeni Kronoloji ve dünya tarihinin onun üzerine kurulan varsayımsal yapılandırması uyarınca, İstanbul şehri (nam-ı diğer Konstantinopolis) vakayinamelerde tasvir edilen, İncillerdeki Yeruşalem’le aynı olan Truva şehrine çok yakın bir yerde bulunmaktadır. 1185 senesinde İsa Mesih burada çarmıha gerilmiştir. İstanbul’a yakın olan ve bugün “Yoros Kalesi” olarak adlandırılan Yeruşalem-Truva şehri, bizim yapılandırmamıza göre eski Rum Krallığı’nın başkentiydi. Bu şehir, XIV. yüzyılda gerçekleşen ve imparatorluğun sınırlarının aniden genişlemesine yol açan Büyük Fetih’e kadar dünyaya hükmetmiştir. İmparatorluğun başkenti ise kuzeye, Vladimir-Suzdal Rusu’na geçmiştir. Buna rağmen, Yeruşalem uzun zaman boyunca kutsal şehir ve orijinal “ana Yeruşalem” anlamlarını yitirmemiştir. Ancak XVI-XVII. yüzyıllarda, Büyük İmparatorluğun yıkılışı sırasında unutulup tarihçiler tarafından kaybedilmiştir. Sonradan “bulunmuştur”, ancak bambaşka bir yerde, bkz. bölüm 3.
İstanbul, Orta Çağ Bizans İmparatorluğu’nun başkenti, daha sonra da Osmanlı devletinin başkenti olarak, tarihin Skaliger versiyonunda müstesna bir yer tutmaktadır. Yeni Kronoloji görüşü açısından İstanbul’un önemi daha da büyüktür.
Bu kitapta genellikle seçilmiş örneklerle yetinerek görüşümüzün etraflı gerekçelerini sunmayacağız. İlgilenen okuru bu konu üzerine etraflı anlatımın ve bütünlüklü kaynakçanın bulunduğu [1]-[14] kitaplarımıza yönlendireceğiz. Bu yapıtlarda TARİH BİLİMİNDE BU YANA KADAR KRONOLOJİNİN VE TARİHİN GENEL OLARAK KABUL EDİLEN (SKALİGER) VERSİYONUNUN GÜVENİLİR BİR GEREKÇELENDİRMESİNİN OLMADIĞI gösterilmiştir. Üstelik böyle bir gerekçelendirme –haklı olduğumuzdan emin olarak iddia ettiğimiz gibi– bulunmamaktadır, ÇÜNKÜ BU VERSİYON YANLIŞTIR. Bu nedenle Eski Çağ’ın tarihi –tarihçiler bunu istese de istemese de– yeniden yapılandırılıp yazılmalıdır.
Dünya tarihinin [1]-[14]’te sunduğumuz, Yeni Kronoloji’ye dayalı varsayımsal yapılandırması, bugün alışılagelmiş olan Skaliger-Petavius versiyonundan epeyce farklıdır [107], [106]. Tarihsel-kronolojik Skaliger versiyonunun ne olduğunu ve nasıl geliştiğini kısaca anlatmakta fayda var (konu ile ilgili detaylar için bkz. [1]-[14]). Skaliger versiyonunun oluşturulup kullanıma sokulduğu ortamın genel tablosunun, ancak Yeni Kronoloji üzerine en son araştırmalarımız sonucu kesin olarak açıklığa kavuştuğu söylenmelidir. Şimdi çok şey yerli yerine oturmaktadır.
Orijinal Tarihsel Kaynaklar
Günümüzde ulaşılabilir –yani yayınlanmış olan, erişime açık kitap depolarında var olan vs.– orijinal tarihsel kaynakların ezici çoğunluğu Skaliger versiyonunu “doğrulamak” amacıyla onunla eş zamanlı olarak yaratılmıştır (veya sahteleri yapılmıştır). Bunların çoğu, çarpıtma ve kasıtlı denetlenip düzeltilme yoluyla gerçekten eski olan belgelerden faydalanarak yaratılmıştır. Bu işlemden sonra eski metinler, genel olarak, yok ediliyordu. Bütün bunlar XVII-XVIII. yüzyıllarda Eski Çağ ve Orta Çağ tarihi ve kronolojisi üzerine uluslararası Avrupa programı çerçevesinde olup bitiyordu. Buna kimin ve neden ihtiyacının olduğuna dair detaylar için bkz. [1]-[14]. Tarihin yeniden yapılandırılması programına hem Avrupalı ülkelerde hem de Romanov Rusya’sında kuvvetli bir devlet desteği sağlanmıştır. Daha sonra, XVIII-XIX. yüzyıllarda Skaliger versiyonu Asya ve Çin’de uygulama alanına sokulmuştur. Buna dayanarak “eski” Asya ve Çin kronolojileri yaratılmıştır.
Uygulama alanına sokulmakta olan Skaliger tarih versiyonuna destek sağlamak amacıyla “antik” Yunan ve Roma yazarlarının yapıtlarının, Orta Çağ vakayinamelerinin, anılarının vs. bugün yayımlanmakta olan hemen hemen bütün basımları XVII-XVIII. yüzyıllarda bilinçli olarak yaratılmıştı.
Gerçek kaynaklar neredeyse iki yüzyıl boyunca, XVII-XVIII. yüzyıllarda, titizlikle aranıp bulunduktan sonra yok ediliyordu (veya kullanımdan kaldırılıyordu). Bu faaliyete XIX. yüzyılda da devam edilmiştir. Bu faaliyet, rastlantı sonucu korunan gerçek eski metinlerin tuhaf, gülünç, ciddi araştırmaya layık olmayan bir şey olarak algılanmasına yol açmıştır. Bu metinleri, bayağı bir sahtekârlık ile veya en iyi ihtimalle, metnin yazarının kara cehaleti ile suçlamak çok kolay olmuştur.
Bu tarz metinler genel olarak yayınlanmamakta, tarih-akademi topluluğu tarafından incelenmemektedir. Ama günümüze kadar zaman zaman meydana çıkmaktadır. Bunların her biri, unutulmuş olan tablonun sadece küçük bir parçasını sunmaktadır, bu yüzden bilincimizde hiçbir şey değiştiremez. Kendiliğinden, genel tablodan bağımsız olarak basitçe anlaşılmaz haldedir. Ve ciddi tarihçilerden hiçbiri, bu tarz güya “gülünç olay”ların karşılaştırılıp incelenmesiyle uğraşmamaktadır.
Bugün de orijinal kaynaklar yayınlanırken bunların Skaliger versiyonuna uygunluğunu kontrol edecek sert bir sansürün –bilinçli veya bilinçsiz olarak– uygulanmakta olduğunu anlamak önemlidir. Sadece geçmişin alışılagelmiş tablosuna uyan orijinal kaynaklar “dikkate değer” olarak kabul edilmektedir. Günümüzde de SADECE XVII-XVIII. YÜZYILLAR ARASINDA KASITLI OLARAK DENETLENİP DÜZELTİLEN METİNLER KULLANIMA SOKULMAKTADIR. Bunun sonucunda, Eski Çağ ve Orta Çağ hakkında sadece Skaliger tarih okulunun bize sunduğu kaynaklar üzerine hüküm vermek zorundayız. Bunlar tam da yayın tezgâhının çoğalttığı kaynaklardır. Bu yüzden, yalnız bu tarz kaynakların var olduğu yönünde yanlış bir izlenim oluşmaktadır.
Tarih Ne Zamandan Beri Yanlıştır?
Tarihte net bir sınır vardır, o da XVII. yüzyılın ilk yarısıdır. Bu dönemden sonra neler olup bittiğini pek iyi biliyoruz. En azından olayların tarihleri hakkında bilgi sahibiyiz. Bu dönemden önce olup bitenleri ise çok az biliyoruz. Araştırmalarımız bu sınırın suni olarak oluştuğunu göstermektedir. Bilginin doğal olarak unutuluşunun sonucunda değil. Tarihin bugün genel olarak kabul edilen versiyonu yaratılırken XVII-XVIII. yüzyıllarda ortaya çıkmıştır. Bu da zaten, yanlış olmayan ve yanlış tarih arasındaki sınırdır.
Çağdaş Tarihçiler Nelerden İyi Anlıyorlar?
Skaliger okulunun –başka bir Eski Çağ ve Orta Çağ tarihi okulu bugün zaten yoktur– çağdaş tarihçileri genel olarak, YANLIŞ OLAN SKALİGER VERSİYONUNDAN BAŞKA HİÇBİR VERSİYON ÜZERİNE UZMAN DEĞİLLERDİR. Skaliger tarih versiyonunun ve gerçek tarihin aynı olduğu fikri, yanlışlıkla aksiyom olarak kabul edilmiştir. Şimdi anladığımız gibi, bu kökten yanlıştır. Bir başka deyişle, “Eski” Çağ ve Orta Çağ tarihini araştırdığını düşünen şimdiki tarihçiler, gerçekte günümüze Eski Çağ’dan ulaşan belgeler vasıtasıyla gerçek tarihi değil, XVII. yüzyılda yaşayan tarihçilerin ve redaktörlerin yarattığı SUNİ DÜNYAYI, MASAL HAYALETİNİ irdelemektedir. Bugün tarihçiler, “gerçek, eski orijinal kaynaklar” olarak kabul ettikleri, XVII-XVIII. yüzyıllar arasında çarpıtılmış ve denetlenip düzeltilmiş metinleri kullanmaktadır. Çağdaş tarihçiler bu suni dünyaya dalıp orada bütün profesyonel hayatını geçirmektedir. Yakın geçmişteki öncelleri olan Skaliger tarihçilerinin bu “sanal gerçeği” XVII-XVIII. yüzyıllarda UYDURDUĞUNUN farkına varmadan. Çağdaş tarihçilerin uzman olduğu kabul edilse bile, bunların sadece uydurulan bir masal dünyası üzerine uzman oldukları söylenebilir.
kaliger tarihinin suni dünyası pek bileşik, gelişmiş ve ilk bakışta çok sağlam ve genellikle “açık bir şekilde doğru” olan bir şey izlenimi bırakmaktadır. Ama öyle değildir. Nesnel tarihleme yöntemlerine dayalı, dışarıdan tarafsız bir bakış bu hayalet şatosunun gerçek dışı niteliklerini bulmaktadır. Daha ileri bir analiz Skaliger yapısının hızlı şekilde yıkılışına yol açmaktadır.
İlk Basılı Kitaplar
XV-XVI. yüzyıllara ait İLK BASILI KİTAPLAR hakkında şunlar bildirilmelidir. Üzerinde, XV-XVI. yüzyıllarda yayımlandığı yazılı olan kitapların, çoğunlukla XVII-XVIII. yüzyıllara ait ve yayımlandığı senenin geçmiş tarihli olarak yazıldığı sahte kitaplar olduğu anlaşılmaktadır. Güya XV-XVI. yüzyıllara ait bu tarz kitapların XVII-XVIII. yüzyıllarda kitlesel olarak yayımlanması, tarihin Skaliger versiyonunun “temellendirilme”si ile ilgili faaliyetin önemli bir kısmıydı. XV-XVI. yüzyıllara ait olan orijinal kitaplar ise, elyazması belgelerle beraber kovuşturulup yok edilmekteydi. Bu yüzden, XV-XVI. yüzyılın gerçek tarihini çıkarmak istediğimizde, basılmış kitaplar güvenirliği açısından elyazmalarından farklı değildir. Basılmış kitaplar arasında XVII-XVIII. yüzyıllara ait çok sayıda sahte yapıtın bulunduğu açıklığa kavuşmuştur.
Slav-Kilise Dili, Yunanca Ve Latince Dilleri
XVI. yüzyıldaki Batı Avrupa’da kraldan (imparatordan) veya onun yakınlarından çıkan birçok gerçek belgenin Slav kilise dilinde yazılmış olduğu görülmektedir. Batı Avrupa’da XV-XVII. yüzyıllarda yayımlanan birçok kitap SLAVCA İDİ, bkz. [1], cilt 6, [2]. Mamafih, Slavca kitapların XVI. yüzyılın Batı Avrupası’nda her yerde yayımlandığı uzmanlarca bilinmektedir. Bizim yapılandırmamız uyarınca, Batı Avrupa’da o devirde uluslararası iletişim dili, büyük ihtimalle, Slav-kilise diliydi.
Batı Avrupa’da SLAV DİLİNDEN uluslararası iletişim dili olarak LATİNCE DİLİNE geçiş ancak XIV-XVI. yüzyıllardaki Büyük İmparatorluğun çöküşünden sonra, XVI. yüzyılın sonu–XVII. yüzyılda olup bitmiştir. Ayrıntılar için bkz. [1]-[14]. Olasılıkla, gelişmiş “antik” biçimdeki Latince dili, yalnız XVI-XVII. yüzyıllarda ortaya çıkmıştır. Bundan ötürü bütün “antik” Latince metinler, en iyi ihtimalle, “antik” bir dil olarak tayin edilen Latince’ye XVI- XVII. yüzyıllar arası devirde yapılan çevirilerdir. Bu çevirilere Skaliger kronoloji denetlenip düzeltilmesi hemen uygulanmıştır.
Aynısı “eski” Yunanca hakkında da söylenebilir. O da, “eski” Yunan edebiyatı ile birlikte, XVI-XVII. yüzyıllar arasındaki devirde yaratılmıştır. Eski Yunan metinleri bu dile çevrildikten sonra denetlenip düzeltilmiştir. Ancak bundan sonra bu metinler alıştığımız “antik Yunan orijinal kaynakları” halini almıştır. Gerçek eski Yunan dili ise, olasılıkla, “orta Yunanca” denilen Bizans diliydi. Bu dilin, ÇAĞDAŞ YUNANCA’YA ÇOK YAKIN OLAN “eski” Yunanca’dan farklı olarak, çağdaş Yunanca’ya benzememesi boşuna değildir. Böylelikle, “antik Yunan” edebiyatı, eski metinlerin XVI-XVII. yüzyıllarda epeyce denetlenip düzeltilmiş, yeni uydurulan “antik” dile çevirileridir.
Büyük Orta Çağ İmparatorluğu’nun XVIII. Yüzyılın Başlangıcındaki Çöküşü
Bizim yapılandırmamız uyarınca, tarihin Skaliger versiyonunun yaratılması, dünyanın XVI. yüzyılın sonu–XVII. yüzyılın başındaki büyük siyasi yeniden düzenlenmesinin sonucudur. Bizim medeniyetimizi kuran ve o zamana kadar hemen hemen bütün dünyayı içine alan Büyük İmparatorluğun çöküşünün ardından yeni, bağımsız, epeyce daha küçük devletler oluşmaya başlamıştır. İmparatorluğun eski yöneticileri, yönettiği yerlerde bağımsız hükümdarlar olmuştur. Önceleri, onları bağımsızlığın ve iktidarın kaybolması tehlikesi ile karşı karşıya bırakabilecek eski düzenin döneceğinden çok korkmuşlardır. Bu nedenle tarihi geçmişte kökenlerinin güya baştan beri bağımsız hükümdarlardan geldiği yanılsamasını yaratmak için ellerinden geleni yapmışlardır. Emirleri üzerine kurulmuş yeni, tarihsel Skaliger-Petavius versiyonunun ana amacı, XIV-XVI. yüzyıllara ait yakın geçmişin tarihini gereken doğrultuda çarpıtmaktı. BU TARİH KASITLI OLARAK ÇARPITILMIŞTIR.
Daha erken devirler ise, Skaliger versiyonundaki hayalet içeriği çoğu halde kasıtlı olmayan kronolojik hataların sonucudur.
Geçmişin sahte, yapıntılı tarihinin XVII. yüzyıla ait küresel yaratılma programının boyutlarını ancak şimdi anlamaya başlıyoruz. Farklı ülkelerde tarih sahtekârlığı ile ilgili faaliyetin koordine edilmiş olmasına şaşırmamalıdır. Bizim varsayımsal yapılandırmamız uyarınca, XVI. yüzyılın sonuna kadar hemen hemen bütün Avrupalı ve Asyalı ülkeler bir bütün imparatorluğun içindeydi. Dolayısıyla bütün hükümdarlar aynı imparatorluk memur çevresinden geliyordu. İmparatorluğun eski eyaletleri arasındaki bağlar, onun çöküşünden sonraki ilk zamanlar boyunca çok daha kuvvetliydi.
Yapılandırmamızın bütünlüklü anlatımı için bkz. [1]-[14].
Milattan Sonra Olarak Düşünülen Çağ İle Mesih’in Doğumuyla Başlayan Çağ Birbirinden Farklıdır
Yeni Kronoloji’de eski olayların tarihlerinden bahsederken alışılagelmiş “Milat” kronoloji sistemini kullanmaktayız. Bu sistemi, bildiğimiz hiçbir tarihî olay ile ilişkili olmayan bir skala olarak, sadece KOLAYLIK SAĞLAMAK AMACIYLA algılamaktayız. “Milat”ın yerleştirilmiş olduğu iki bin senelik Eski Çağ’dan günümüze, herhalde, hiçbir yazılı bilgi ulaşmamıştır. Ayrıca, kabul edilen çağı, genellikle yapıldığı gibi “Milat’tan Sonra” olarak adlandırmak tamamen yanlıştır. İsa Mesih’in doğumu, bizim yapılandırmamız uyarınca, yaklaşık bin sene sonra, “M.S.” XII. yüzyılda gerçekleşmiştir. Bu olay insanoğlunun tarihindeki en önemli olaylardan biridir. Bkz. [10].
Psikolojik Düşünceler
1) Çağdaş insanın görüşü açısından “Eski Çağ” kelimesi, genel olarak, diyelim ki MİLAT’TAN SONRAKİ BEŞİNCİ YÜZYILDAN ÖNCE veya hatta MİLAT’TAN ÖNCE olup biten olayları çağrıştırıyor. “Derin geçmiş” ise diyelim ki MİLAT’TAN ÖNCE ONUNCU YÜZYILDAN ÖNCESİDİR. “Çok derin geçmiş” ise, MİLAT’TAN ÖNCE İKİNCİ BİN SENENİN ÖTESİNDEDİR. Böyle bir zaman ölçeğine dayanan bu alışkanlık tam da yeni, daha KISA kronolojinin algılanmasının önündeki ciddi psikolojik engellerden biridir. Ancak “Eski Çağ” kelimesinin bu alışılagelmiş psikolojik içeriği kendiliğinden oluşmamıştır, üstelik çok uzak zamanlarda da değil. Olasılıkla, bu durum, epey uzatılmış Skaliger zaman skalasının bilincimize –son 300 sene boyunca– sokulmasının sonucudur. Muhtemelen, “çok uzun yazılı tarih” fikrinin kendisi, insanın soy hatırasına ve soyağacına karşı duyduğu doğal saygının hazır zeminine yerleşmiştir. Kendi atalarının uzak geçmişine biraz daha derin göz atmaya çabalayan insanın duygularını anlamak mümkündür. Geçmişini ne kadar uzak görürse, kendi öz kişiliğini kabul etme düzeyi de o kadar yüksek olur.
Yeni Kronoloji Eski Çağ’ın bir başka psikolojik algılama tablosunu daha belirtiyor. Artık “Eski Çağ” kelimesi XV-XVII. yüzyıllar, yani bizden 500 sene önce olup biten olaylar ile ilişkilendirilmelidir. “Derin Eski Çağ” deyimi artık XIII-XIV. yüzyıllara hamledilmelidir. “Çok derin Eski Çağ” ifadesi ise XI-XII. yüzyıllardır. X-XI. YÜZYILLARDAN ÖNCE YAZILI BELGELERİN SÜKÛT DÖNEMİ BAŞLIYOR. Olasılıkla, o döneme ait hiçbir yazılı tanıklık –kâğıt, parşömen, papirüs veya taş üzerinde– GÜNÜMÜZE ULAŞMAMIŞTIR. Böylelikle, “Eski Çağ”, “derin Eski Çağ”, “çok derin Eski Çağ” ifadeleri kelime dağarcığımızda kalıyor, ancak yeni bir içerikle doluyor. Bu devirler önemli oranda bize yaklaşıyor ve tarihsel kronolojinin zaman ölçeği epeyce azalıyor. Geçmişe, yazılı kaynaklara dayanarak, dün düşündüğümüz kadar uzak göz atamayışımıza katlanmak lazım. Ama dün gördüklerimiz bugün de görülmektedir. Ancak daha yakında.
2) Tarihin ve kronolojinin analizi şaşırtıcı bir keyfiyeti açıklığa kavuşturmuştur. Uyguladığımız matematiksel yöntemler temelinde Skaliger kronolojisinin, dolayısıyla “Eski Çağ”ın ve Orta Çağ’ın Skaliger tarihinin temelden yanlış olduğu gösterilmiştir. Ayrıca, XVI. yüzyılın sonuna kadar uzanan tarihimizin XVII-XVIII. yüzyıllar arası devirde kasıtlı şekilde çarpıtılmış olduğu görülmektedir. Tarihe yönelik XVII-XVIII. yüzyıllardaki sahtekârlığa, geçmişi doğru anlatan belgelerin bulunup yok edilmesi refakat etmiştir. İlk olarak, yeni tamamlanan XV-XVI. yüzyıllar ile ilgili anılar titizlikle yok edilmiştir. Bu faaliyet azalmayan bir şiddetle iki yüzyıl boyunca devam etmiştir. Bu süre, gerçek geçmişi bize anlatacak bütün BÜYÜK metinleri yok etmek için yeterlidir. Bu nedenle, XVI. yüzyıla ait olayları gören birinin yazdığı ve gerçekte neler olup bittiğini anlatan bir ayrıntılı vakayinamenin elimize geçeceğini ümit edemeyiz. Bizim için “ufak tefek şeyler”, doğrunun rastlantı sonucu temizlenip kaldırılmamış, korunan kalıntıları büyük önem taşır olmuştur. Bu tarz ufak tefek şeylerin çok olduğu görülmektedir. Bunların toplamı doğrunun kurulmasını mümkün kılmaktadır. Skaliger tarihinin araştırılması, elbette, kendisi için inanılabilir açıklamalar uyduran, mazeretini düşünen suçluyu açığa çıkaran sorgu yargıcının çalışması ile kıyaslanabilir. Bunun için, olayların gerçek tablosunun evvela izlerini yok eden birinin dikkatinden kaçan UFAK TEFEK ŞEYLERİN DE bulunması gerek. Ne de olsa sahte tarih yaratılırken bütün ufak tefek şeyleri göz önünde bulundurmak güçtür. Ve tecrübeli sorgu yargıcı onları “kazmaya” çalışıyor. Delillere bakıp, gitgide olayın bütün keyfiyetini açıklığa kavuşturuyor.
İstanbul hakkındaki en enteresan orijinal kaynaklardan birini Ek olarak sunmaktayız. Yazarı XVII. yüzyılda yaşayan bu kaynak, Polonyalı papaz Simeon Starovsky’nin “Türk Sezarı’nın Sarayının Tarifi”nin (yani Türk sultanının sarayının tarifi) Eski Rusça’dan çevirisidir. Starovsky’nin eseri ilk kez 1649 senesinde, Krakov’daki imparatorluk basımevinde sansürcünün aşağıdaki önsözüyle donatılıp Lehçe basılmıştır. Çevirinin Eski Rusçası’nı kısmen güncelleyerek A.İ. Lızlov’un oluşturduğu metin olarak sunuyoruz:
Kutsal Kitap ve tüzüklerin her ikisinin öğretmeni, basımevine getirilen kitapları denetleyen ben Ksendz Yakov Ustensky; ksendz ve kantor Simeon Starovsky hazretlerinin İtalyan öyküleri ve kitapları vasıtasıyla hazırladığı “Türk Sezarı’nın Sarayı” ismini taşıyan kitabını inceledim ve tasdik edilen meşhur öyküler ile tarihçelere uyduğu için basımına izin veriyorum” [65], s.279.
Kırk sene sonra, 1688 senesinde Starovsky’nin eseri, Moskovalı asilzade stolnik (saray görevlisi – Ç.N.) Andrey İvanoviç Lızlov tarafından Rusça’ya çevrilmiştir [65], s.342. Lızlov bu eseri Kazan Krallığı’na ve Osmanlı İmparatorluğu’na adanmış “Skifskaya istoriya” (İskit tarihi) adlı kitabına dâhil etmiştir.
Lızlov’un kitabı vaktiyle iyi bilinmekteydi. Ancak, yazarı hayattayken basılmadığı ve uzun zaman boyunca elyazması biçiminde kullanımda kaldığı düşünülmektedir. Günümüzde Lızlov’un 32 elyazması YAPITI bilinmektedir [65], s.345. “Skifskaya istoriya”’nın yazıldıktan ancak 100 sene sonra ilk kez yayımlandığı düşünülmektedir. Bu yayın, St. Petersburg’dan N.İ. Novikov’un 1776 senesindeki baskısıdır [65], s.351. İlk baskı tam değildi. Lızlov’un kitabı tümüyle, yine N.İ. Novikov tarafından Moskova’da 1787 senesinde basılmıştır [65], s.351. “Skifskaya istoriya”nın ilk yayınlarının ikisinin de “Pugaçov” 1774 senesinde bozguna uğratıldıktan kısa zaman sonra gün yüzüne çıkmış olması kayda değerdir. Yani Moskova Tartariası bozguna uğratıldıktan sonra [11]. Bu yüzden, kitabın orijinal, gerçek metninin biraz farklı olması pek olasıdır. Olasılıkla bu kitap, Romanovların eski Rus Ordası’nın kalıntılarını kesin olarak yendiği bir ortamda denetlenip düzeltilmeye maruz kalmıştır. Ama A.İ. Lızlov’un kitabı bu haliyle de son derece enteresandır.“Skifskaya istoriya”nın üçüncü ve son baskısı “Nauka” Yayınevi tarafından 1990 senesinde yapılmıştır [65]. Ancak bu yayının baskısı o kadar azdı ki, tezgâhlarda neredeyse görülmemiştir.
İKİNCİ BASKI İÇİN ÖNSÖZ
“Yeni Kronoloji’nin Işığında İstanbul” kitabının bu baskısı önemli oranda genişletilmiş ve yenilenmiş bir yayındır. Bu kitaba son zamanlarda elde ettiğimiz sonuçlar dâhil edilmiştir. Ayrıca, “Tarihçilerin Kaybettiği Ve Bizim Bulduğumuz Yeruşalem” başlıklı yeni bir bölüm eklenmiştir.
Bu baskıda 2004 senesinde hesapladığımız, İsa Mesih’in M.S. 1152 senesi olarak saptanan doğum tarihi göz önünde bulundurulmaktadır (konu ile ilgili ayrıntılar için 2004 senesinde yayımlanan “Slavların Çarı” kitabımıza bakınız). Yeni tarihten kaynaklanan değişiklikler genel olarak bu kitabın içeriğine yansımamıştır ve esas itibariyle, Yeni Kronoloji uyarınca, Mesih’in doğduğu asrın konuşulduğu az sayıdaki yerde, XI rakamının yerine XII rakamının geçirilmesiyle yetinilmiştir.
A.T. Fomenko
G.V. Nosovskiy
2006, Haziran, Moskova,
Lomonosov Moskova Devlet Üniversitesi