Anatoliy T. Fomenko, Gleb V. Nosovskiy
UNUTULMUŞ YERUŞALEM
(Yeni Kronoloji’nin Işığında İstanbul)

A.İ. Lızlov’un “İskit Tarihi”nden alınmış Türk Sultanlarının Sarayının Tarifi” Ekiyle.oji.

BÖLÜM 1: İSTANBUL

11. Sultan Fatih II. Mehmet’in Camii-Kilisesi

Bugün İstanbul’da Fatih Camii olarak adlandırılan cami, İstanbul’un diğer büyük camileri gibi, aşağı yukarı Aya Sofya örneğiyle yapılmış olan devasa bir yapıdır, res.1.55. Ama herhalde ziyaretçilerin hepsi, bu caminin, bugün altar tarafında ona bitişik olan küçük bir kiliseciğe eklenmiş olduğuna dikkat etmiyorlar, res.1.56. Kilisecik, pek Rus biçiminde yaratılmıştır,  minaresiz,  küçük,  kapıcalıklı,  Rus  tapınaklarının  özelliği  olan  45  derecelik açıyla eğilen ve örmenin üzerinden öne çıkan tuğlalardan oluşturulan tarak bezeği ile. Hayli toprağa girmiştir ve eskilikten dağılmaktadır, bu yüzden dağılmaması için demir çemberler ile sıkıştırılıp bağlanmıştır. Bugün onu sağlamlaştırmaya çabalıyorlar, res.1.57. Kiliseciğin duvarında bir levha var, üzerinde bu binanın restorasyonu devam eden ESKİ FATİH CAMİİ olduğu   yazılmaktadır.   Onu   gördüğümüz   1996   senesinde,   yanına   Doğu   biçimli   yeni alçıtaşından  bir  kafes  dayanmıştı.  Pencerelerinde  bulunan  eski  demir  kafeslerin  yerine geçirilecekmiş. Eski kafeslerin RUS KİLİSELERİNDE GÖRMEYE ALIŞTIĞIMIZ PENCERE KAFESLERİNDEN HİÇ FARKI YOKTU. Yenileri ise Doğu biçimleri ile çok farklıydı.   Daha   sonra,   herhalde,   Doğu   kafeslerinin   burada   “her   zaman”   bulunduğu söylenecek. Bu eski küçük Fatih Camii’nin İstanbul’un diğer camilerine hiç benzememesi şaşırtıcıdır. Şimdi anladığımız gibi, ÇOK DAHA GEÇ olanlara. Fatih Camii’nin yeni versiyonu dâhil.

Bu arada, 1996 senesinde İstanbul’u ziyaret ettiğimizde Türklerin bize sözlü olarak bildirdiğine göre, bütün sultanlar arasında HAN olarak adlandırılan TEK SULTAN FATİH II. MEHMET idi. Onların sözlerine göre, onun tam unvanı, Fatih Sultan Mehmet Han’dır. Maalesef, çağdaş tarihçilerin araştırmalarında buna dair atıf bulamadık. Bu tanıklığın doğru olup olmadığını yoklamak enteresan olurdu. Bu gerçekten böyle ise, II. Mehmet’in belirtilen unvanı bizim yapılandırmamıza aynen uymaktadır. Buna göre, o gerçekten bir HAN idi.

12. III. Tuthmosis’in Dikilitaşı

Kronoloji araştırmalarımızda zaten, II. Mehmet ile [6] tahminen özdeşleştirdiğimiz meşhur Mısır fatih firavunu III. Tuthmosis’in dikilitaşının Afrika’daki Mısır’da değil, Türk İstanbulu’nda bulunduğu bilinmektedir, res.1.58.

XIX. yüzyılda yaşayan ünlü Alman ejiptologu Heinrich Brugsch şunu bildirmektedir: “III. Tuthmosis’in dikilitaşlarından en büyüğü CONSTANTİNOPOLİS’TE bulunmaktadır. Ustaca oyulan yazılı işaretler pembemsi granitten yapılan bu muazzam yekparenin dört yanını kaplamaktadır... Bu yazıda... tarihî kıymet içeren sözler şunlardır: “Kral III. Tuthmosis ordusunun başında muzaffer fatih olarak Nakharini memleketinin muazzam çevresini gezdi. Sınırını dünyanın boynuzunda (sonunda) ve Nakharini’nin suyunun arka topraklarında koydu”” [23], s.376.

Büyük olasılıkla, bu “eski” Mısır dikilitaşı, II. Mehmet=III. Tuthmosis’in emri ile Çar- Grad’ı=Truva’yı 1453 senesinde fethettikten sonra diktirilmiştir. Bunun dışında XV. yüzyılda HİEROGLİFLERin hâlâ hatırlanıp kullanımda kaldığı görülmektedir.

Ama bizim yapılandırmamız uyarınca, III. Tuthmosis=II. Mehmet XV. yüzyılda yalnızca Bizans İmparatorluğu’nu değil, bütün Güney ve Güney-Batı Avrupa’yı da fethetmiştir. Bu nedenle, bizim için III. Tuthmosis’in bir dikilitaşının daha bu yana kadar İTALYAN ROMASI’NDA bulunmasında çarpıcı bir şey yoktur. H. Brugsch şunu bildirmektedir: “Dikilitaşlardan biri Romalılar tarafından Roma’ya geçirilip bugün Lateran olarak adlandırılan meydana konulmuştur. Üzerinde de III. TUTHMOSİS’İN ismi yazılıdır. Bu arada yazılar onun hakkında şunu bildirmektedir:

“Kral, büyük dikilitaşların US’ta dikilmesinin ilk başlangıcı olarak ona (Amon’a) adanmış bu büyük dikilitaşın APE yöresindeki tapınağın giriş avlusuna dikilmesini emir buyurdu”. Bir başka yerde şu sözler geçmektedir: “Kral bu büyük dikilitaşı Us şehrinin ana girişinin önüne, Ape tapınağının üst girişine diktirmeyi emretti”” [23], s.376-377.

Alıntıdan Brugsch’un parantezlerde kaydettiği açıklayıcı düşüncelerini kaldırdık. Brugsch, yazıdaki isimlerin Afrika Mısırı’ndaki konumunu bulmaya çabalamaktadır. Açık söyleyelim, bu pek olmuyor. APE’nin yerine KARNAK’ı sunmaktadır. Herhalde, daha iyisi var olmadığından. US’un yerine TEB’in okunmasını önermektedir. Yine daha iyisini bulamamış. Ama Brugsch’un yapabileceği bir şey yok, çünkü ejiptologlar dikilitaşın MISIR’DAN getirilmiş olduğuna emindir. Dolayısıyla, onlara göre, onun üzerinde SALT MISIR yörelerinin isimleri geçebilir.

Ama ne de olsa dikilitaş İtalya’da bulunmaktadır! Ve şimdi anladığımız gibi, II. Mehmet = III. Tuthmosis’in emri ile XV. yüzyılda Avrupa’nın fethi şerefine diktirilmiştir. Bu yüzden, büyük ihtimalle, onun üzerine Afrika değil, Avrupa isimleri oyulmuştur.

Ama III. Tuhtmosis’in = II. Mehmet’in İstanbul’da bulunan dikilitaşına dönelim. Bu yana  kadar  Aya  Sofya  Bazilikası’na  yakın  Hipodrom’da  bulunmaktadır.  Bu  dikilitaşın Mısır’da üretilmiş olup sonradan Bizans imparatoru Theodosius’un emri üzerine Çar-Grad’a getirilmiş olduğu sanılmakadır.

Dikilitaş  boydan  boya  Mısır  hiyeroglifleri  ile  kaplıdır.  Dikilitaş  dikkatle incelendiğinde, ALT KISMININ bir satır hiyeroglifin tam ortasından KESİLMİŞ olduğu fark edilebilir, res.1.59. Dikilitaşı kesenin kim olduğunu, ne zaman ve neden bunu yaptığını bilmiyoruz. Ama dikilitaşın yanlarından birindeki yarı kesilmiş yazıda bir sıra düzeninde olan tepe, merdiven ve yumurtanın betimlenmiş olduğu fark edilmeden geçilemez. Ama bunlar, iyi bilinen Hristiyan sembolleridir! Yani, Golgota ve merdiven göğe yükselişin, Paskalya yumurtası  ise  dirilişin  sembolüdür. Bugün  dikilitaş,  köşelerine konan  açıkça  çağdaş  dört büyük metalik küpün üzerinde oturmaktadır. Bunlar dikilitaşı tutan ve tabana dayanan dört “ayak” gibi görünmektedir.

Bu arada, bu dikilitaşı gösteren XVI. yüzyıla ait eski Osmanlı minyatürü korunmuştur. Bu minyatürün üzerindeki dikilitaşın tabanı bambaşkadır. Üzerinde hiç yazı ve desen yoktur, yeşil malakit ile kaplıdır [1], cilt 5, bölüm 20:8. Bu arada, Urallar’dan getirilen malakit ile mi acaba? Bugün ise bu dikilitaş İmparator Theodosius devrine hamledilen çok “antik” bir tabanda oturmaktadır. Ama eski minyatüre göre, dikilitaş için “antik” taban zaten XVI. YÜZYILDAN SONRA üretilmiştir.

Bu “çok eski” dikilitaşın yaşının güya aşağı yukarı üç buçuk bin sene olduğuna bizi temin ediyorlar [41]. Yani onun Milat’tan güya bir buçuk bin sene önce üretilmiş olduğuna. Bu yüzden mi üzerindeki açıkça HRİSTİYAN olan yazıyı kaldırmak üzere dikilitaşın altı akıllıca kesilmişti, acaba? Hem de en alttaki, en göz önündeki, en çok göze çarpan kısmında bulunanı.

Bizim yapılandırmamız açısından, Hristiyan sembollerinin “eski” Mısır dikilitaşının üzerinde bulunması gayet doğaldır. Çünkü eski Mısır tarihi, Mısır Zodyaklarının 2000-2003 seneleri arasında elde ettiğimiz kesin astronomik tarihlenmeleri gereğince,  X-XVI. yüzyıllar arası devirde yaşanmıştır. Yani, artık Hristiyanlık döneminde.  “Mısır’ın Yeni Kronolojisi” kitabımıza bakınız [9].

13. Yanık Konstantin Sütunu

Bugün bile çağdaş veya Orta Çağ anıtları ile ilgili, onları “meşhur imparatorların antik yapıtları”na dönüştüren güzel efsanelerin nasıl oluştuğuna örnek olarak Yanık Konstantin Sütunu denilen anıtı anlatalım. Bugün İstanbul’da iki Konstantin sütununun bulunduğunu açıklayalım. Onlardan biri, Hipodrom’da bulunmakta ve VII. Konstantin Porfirogennetos’a hamledilmektedir [90], s.48. Ötekisi ise, Hipodrom’dan uzaktır ve I. Constantinos’a hamledilmektedir [90], s.82. Bkz. res.1.60. Büyük Konstantin Sütunu’na (Çemberlitaş Sütunu – Ç.N.) bugün YANIK SÜTUN denilmektedir. Bir taş sütunun nasıl yanabildiği ise belli değildir. Taştan yapılan pek biçimsiz bir yapı üzerinde duran bir granit direktir. Direğin içinde kuvvetli demir kenetler gözükmektedir. Direğin kendisi birçok demir çember ile sarılmıştır. Çağdaş rehber kitapları, saygıyla sütunun büyük “eski” geçmişini anmaktadır [90], s.82. Olasılıkla, önünden Roma lejyonları, senatörleri ve “Antik Çağ”ın büyük adamları geçmekteydi... Ana hatlarıyla sütun “çok eski”dir, güya M.S. IV. yüzyıla aittir. Ancak, neyin şerefine konulmuş olduğu hakkında rehber kitapları açıklama yapmamaktadır.

1996 senesinde bu kitabın yazarlarından biri olan G.V. Nosovskiy sütunun yanında durup onu videoya çekti. Bu sırada yaşlı bir Türk onunla sohbete başladı ve önceleri bu granit direğin yüksek İTFAİYE KULESİnin mihveri olduğunu anlattı. Direğin etrafında helezoni merdiven kıvrılıyordu. Bu merdivenin izi direği saran ve üzerlerine merdivenin bağlandığı demir kenetler biçiminde günümüze kadar kalmıştır.

Sütunun vaktiyle İTFAİYE KULESİ olarak hizmet gördüğünü onun YANIK ismi açık etmektedir. “Yanık”, olasılıkla, “itfaiye” kelimesinin hafif çarpıtılmış versiyonudur.

Konstantin sütununun tabanı olarak basitçe çimento ile birbirine bağlanan bir biçimsiz taş yığınının neden kullanıldığı açık hale geliyor. Çünkü tabanı itfaiye kulesinin dış kaplaması ile tümüyle kaplıydı. Ancak sonradan, itfaiye kulesi gereksiz hale geldikten sonra kaplama çıkarılmıştır. Direğin, meğerse basit bir direk değil, aslında büyük “antik” Konstantin’in sütunu olduğunu birdenbire “hatırladılar”. Şu halde ona turistler götürülebilir, rehber kitaplarına görülesi yer olarak dâhil edilebilir.

Elbette, başka türlü olmuş olabilir. İstanbul’da yüzyıllar boyunca alemin saygısını gören meşhur Konstantin sütunu durmaktaydı. Neden sonra ondan itfaiye kulesi yapılmıştır. Daha  sonra  da  itfaiye  kulesinin  kaplaması  kırılıp  merkezi  direğinin  efsanevi  Konstantin sütunu olduğu nedense hatırlanmıştır. Ama bunun herhangi gerçek bir delilini elde etmek iyi olurdu. Sütun tam olarak neye dayanarak “Antik Çağ” anıtı sayılmaktadır? Hem de Büyük Konstantin devrine ait bir anıt? Biz buna dair delilleri bulmayı başaramadık.

14. Muhteşem Süleyman Ve Kutsal Kitap Süleymanı, Aşk Ozanları

Kral Süleyman’a hamledilen edebi eserlerin Kutsal Kitap’a dâhil edilmiş olduğu iyi bilinmektedir. Bunlar “Ezgiler Ezgisi” ve “Bilgelik Kitabı”dır. Ezgiler Ezgisi bir şiir kitabıdır ve pek açık deyimleri kullanarak aşktan bahsetmektedir. İşin enteresan yanı şudur ki, Muhteşem Süleyman’a da benzer şiirsel aşk eserleri hamledilmektedir. Tarihçiler şunu bildirmektedir: “Muhibbi (yani, “sevgili dost” anlamına gelen) takma adı altında Farsça ve Osmanlıca AŞK ŞİİRLERİ yazan Muhteşem Süleyman, “Ben AŞK SULTANIYIM” diye açıklamıştır. Saray hattatının ustaca yeniden yazdığı şiirler çoğunlukla ıslak mürekkebe dokülen altın taneler ile bezenmekteydi. Sanatların koruyucusu olan Süleyman KENDİ YAZI ÜSLUBU  İLE  GURUR  DUYMAKTAYDI.  Yazdığı  şiirlerin  koleksiyonu,  neredeyse 400 sene boyunca Osmanlı sultanlarının konağı olan ve 1924 senesinden itibaren müze olarak görev yapan Topkapı Sarayı Müzesi’nde sergilenmektedir” [108], s.566.

Res.1.61’de Süleyman’ın yarattığı şiirin yazıldığı yaprağın bir parçasını sunmaktayız. Fotoğrafta Kutsal Kitap kralı Süleyman’ın günümüze ulaşan edebi eserlerinden birinin bulunuyor olması olanak dışı değildir.