Anatoliy T. Fomenko, Gleb V. Nosovskiy
UNUTULMUŞ YERUŞALEM
(Yeni Kronoloji’nin Işığında İstanbul)

A.İ. Lızlov’un “İskit Tarihi”nden alınmış Türk Sultanlarının Sarayının Tarifi” Ekiyle.oji.

BÖLÜM 4: BİZİM YAPILANDIRMAMIZ

8. MOĞOL DİLİ NEDİR?

8.1. Zamanımıza çok sayıda Moğol metni ulaşmış mıdır?

Moğol dili nedir? Bize, kocaman Moğol İmparatorluğu’nun, varlığını sürdürürken kendi “Moğol dilinde” neredeyse hiçbir yazılı eser bırakmamış olduğunun ortaya çıktığı söylenmektedir.  Kazan  Üniversitesi  profesörü  O.M.  Kovalevskiy,  XIX.  yüzyılın  sonunda şunu  yazmıştı:  “Eski  Moğol  grafiklerinin  zamanımıza  ulaşmış  olan  eserlerinden  yalnız, Cengiz Han döneminden kaldığı iddia edilen ve Bay Schmidt tarafından kısa süre önce çözülmüş olan TAŞIN ÜZERİNDEKİ YAZI ile Pers Çarları Argun ve Uldzeutu’nun Fransız Kralına yazdıkları,… yine Bay Schmidt tarafından, Sankt-Petersburg şehrinde 1824 yılında yayımlanmış broşürde açıklanmış olan mektuplar BİLİNMEKTEDİR...”

Avrupa’nın,  Moğol  harfleri  ile  Tatar  dilinde  yazılmış  olan  başka  şekilde vakayinameleri de vardır. Mesela, Farsça Bahtiyar Name romanının çevirisi bunların arasındadır. Bu yazılar UZUN ZAMAN BOYUNCA BELİRSİZ, isimsiz kalmışlardı. Nihayet bazı doğubilimciler bu yazılara Turk oriental ya da Ouighour (yani Uygur – yazarın yorumu) ismini koymaya karar vermişlerdi... Türkistan Uygurlarına dikkat edenler, onların Türk olduklarını zannedeceklerdir... Ama Eski Çağ zamanlarında Moğol kabilesi değiller miydi? [81], 1. bölüm, s.21-23.

Ne görüyoruz ki?

1) Devasa Moğol İmparatorluğu, güya kendisine ait yalnız birkaç tane ufak tefek yazı bırakmıştı. Bunların arasında taşın üzerindeki yazı,  birkaç tane mektup ve... bir roman vardır. Çok olmadığını direkt olarak söyleyelim. Ayrıca roman gerçekten Moğol dilinde değil Tatar dilinde yazılmıştır ki! Tarihçilere göre sadece romandaki harfler “Moğol” harfleridir.

2) Bütün bu fazla bilgi vermeyen metinlerin hepsinin Schmidt adlı aynı kişi tarafından çevrilip deşifre edilmiş olduğu ortaya çıkmıştı.

3) “Moğol fatihlerin”den zamanımıza “kalanların” nedense Türkler olduğu ortaya çıkmaktadır!  Bu  Türklerin  bir  zamanlar  kesinlikle  Moğol  olduklarını  yalnızca  çağdaş tarihçiler bilmektedir. Türklerin kendileri böyle düşünmemektedir.

 

8.2. Ünlü Han yarlıkları hangi dilde yazılmıştır?

Öte yandan, hepimiz Moğol Hanlarının bütün kararnamelerine yarlık şeklini verdiklerini “biliyoruz”. Üstelik vakayinamelere göre bu yarlıkların sayısı çok fazlaydı. Bize, işte bunların, Büyük Moğol yazısının gerçek eserleri olduğunu söyleyecekler. Fakat bugün onlar hakkında bildiklerimize bakalım. Rus topraklarındaki “Moğol boyunduruğu” döneminden RUSÇA yazılmış olan çok sayıda belge kaldığı düşünülmektedir. Aralarında prenslerin anlaşmaları, vasiyetnameleri vs. vardır.” Kalan “Moğol” metinlerinin sayısının, merkezî hükümetten çıktığı ve titizlikle saklanmış olması gerektiği için, daha az olmadığını düşünmek gerektir. Fakat gerçekte ne vardır ki? XIX. yüzyılda bulunmuş olan iki-üç yarlık vardır. Ayrıca bu yarlıklar devlet arşivlerinde değil, tarihçilerin belgelerinde bulunmuştur.

Mesela, Toktamış’ın meşhur yarlığı, “bir zaman Krakov Kral arşivinde bulunan ve Polonya tarihçisi Naruşeviç’in eline geçen belgeler arasında” ancak 1834 yılında bulunmuştur [81], 1. bölüm, s.4-5. Belgeleri Devlet arşivinden evine götürmüş ve geri vermemiş mi? Mümkündür. Prens M.A. Obolenskiy bu yarlık konusunda şunu yazmıştır:

O (Toktamış’ın yarlığı – yazarın yorumu), Büyük Rus prenslerine yazılan Eski Çağ Han  yarlıklarının  hangi  dilde  ve  hangi  harfler  ile  yazılmış  olduğu  sorusunu  OLUMLU YÖNDE (!? – yazarın yorumu) çözer...

Bu,  şimdiye  kadar  bildiğimiz  kararnamelerin  İKİNCİSİdir.”  [81],  1.  bölüm,  s.28. Sonra da bu yarlığın, “Timur Kutluk Han’ın Bay Gammer tarafından zaten basılan 1397 yılına ait  yarlığına  hiç  benzemeyen,  karakterleri  alabildiğine  farklı  Moğol  harfleri  ile  yazılmış olduğu” ortaya çıkmıştır [81], 1. bölüm, s.28.

Sonuç  olarak:  Zamanımıza  yalnız  iki  tane  “Moğol”  yarlığı  ulaşmıştı.  Daha  geç döneme ait olan başka yarlıklar ise Kırım Hanlarına aittir. Onlar Rus, Tatar, İtalyan, Arap vb. dillerinde yazılmıştır. Üstelik iki “Moğol yarlığı” aynı zamana aittir.  Çünkü Toktamış ve Timur Kutluk Han aynı zamanda yaşamışlardı. Fakat yarlıklarının “birbirlerine hiç benzer olmayan dillerde ve birbirlerine hiç benzer olmayan harfler ile” yazılmış olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu tuhaf bir şeydir. Varsayımsal Moğol dilinin HARFLERİNİN on yıl içinde o kadar çok değişmesi mümkün değildir ki! Gerçek dillerin harfleri ve yazıları her şeye rağmen çok yavaş, yüzyıllar içinde değişmektedir.

Her iki Moğol yarlığı da Batı’da bulunmuştu. Rus arşivlerindeki Moğol yarlıkları nerededir? Bu soru, Toktamış’ın bahsetmiş olduğumuz yarlığı bulunduktan sonra Prens Obolenskiy’nin aklına gelmişti. “Toktamış’ın yarlığının bulunması, hem Altın Orda’nın başka han yarlıklarını bulmak için elimden geleni yapmamın hem de tarihçilerimizin ve doğubilimcilerimizin sorduğu, bu gerçek yarlıkların Dış İşleri Bakanlığı’nın Moskova’daki Ana Arşivi’nde bulunup bulunmadığı sorusunu ve onların ISTIRAP VERİCİ BİLİNMEZLİĞİNİ çözmemin sebebi olmuştu. Maalesef, bütün bu  araştırmaların sonucu, belki  de  daha  ilgi  çekici  olan...  BÜTÜN  DİĞER  gerçek  yarlıkların  herhalde  yangınlar sırasında yok olmuş olduğuna dair kesin inanç idi” diye yazmıştı [81], 1. bölüm, s.28.

Butün bunları özetlersek şöyle bir şey elde ederiz.

1) Resmi Rus arşivlerinde nedense Moğol yarlıklarının HİÇBİR İZİ yoktur.

2) Bizde değil, nedense Batı’da, nedense şüpheli hal ve şartlarda, arşivlerde değil tarihçilerin rastgele belgelerinde bulunmuş olan, bahsettiğimiz iki-üç yarlık farklı harflerle yazılmıştır (!). Bu, elimizde taklitlerin olduğunu düşündürmektedir. İşte harfler bu yüzden farklıdır. Sahtekârlar birbirleriyle anlaşamamışlardı.

Bu arada RUS dilinde de Toktamış’ın yarlığı vardır. “Ayrıca Tatar yarlığı, ona uyan Rus yarlığı ile her konuda özdeş değildir... Toktamış’ın yarlığının Rusça versiyonunun, Toktamış’ın yazıhanesinde hazırlanmış olduğu net olarak söylenebilir” [81], 1. bölüm, s.3-4.

Toktamış’ın “Moğol yarlığı”nın, üzerinde artık bildiğimiz “boğa başı” filigranının var olduğu kâğıtta yazılmış olması mükemmeldir. Filigranı aynı olan kâğıdın üzerinde, ilk vakayinamenin,  çağdaş  tarihçilerin  en  eski  olduğunu  düşündükleri,  ama  yukarıda gösterdiğimiz gibi, büyük ihtimalle XVII-XVIII. yüzyıllarda Königsberg şehrinde yapılmış olan listelerinin yazılmış olduğunu hatırlatalım! Fakat o zaman Toktamış’ın “Moğol yarlığı” XVII-XVIII. yüzyıllarda aynı yazıhaneden çıkmıştır. Bu arada, bu yarlığın devlet arşivinde değil, Polonya tarihçisi Naruşeviç’in belgeleri arasında bulunmasının sebebi hemen anlaşılmış olmaktadır.

“Moğol yarlığı”nın sayfaları, ARAP RAKAMLARI ile numaralandırılmıştır. “İkinci sayfasının ters tarafında “iki” rakamı vardır. Bu herhalde 2. sayfa demektir” [81], 1. bölüm, s.10. Birinci sayfanın ters tarafında Latin dilinde, XVI. ya da XVII. yüzyıllara ait olan el yazısı ile yazılmış olan notlar vardır [81], 1. bölüm, s.10.

Bizim hipotezimiz şöyledir.  Bu “meşhur Moğol yarlığı” XVIII. yüzyılda yazılmıştır. Bunun Rus versiyonu ise belki biraz daha önce yazılmış olup “eski Moğol aslının” aslı olmuştur.

Bu son derece şüpheli iki “Moğol yarlığından” farklı olarak mesela Kırım Hanlarının zamanımıza ulaşan gerçek Tatar yarlıkları bambaşka görünmektedir. Örneğin Kırım Hanı Gazi Giray’ın, Boris Födoroviç Godunov’a 1588-1589 yıllarında yazdığı bir belgeyi araştıralım. Belgenin üzerinde resmî bir mühür var, ters tarafında ise resmî notlar yer almaktadır:  “7099  yılının  yaz  mevsiminde  geçirilmişti”  vs.  [81],  1.  bölüm,  s.10.  Belge standart, okunması kolay Arap Harfleri ile yazılmıştır. Kırım Hanlarının İtalyan dilinde yazılmış olan belgeleri de vardır. Mesela, Mengli-Giray’ın Polonya Kralı I. Zygmunt’a gönderdiği belge İtalyanca yazılmıştır.

Diğer  taraftan,  “Moğol  boyunduruğu”  döneminden  gerçekten  oldukça  çok  sayıda belge kalmıştı. Fakat bu belgeler RUS DİLİNDE yazılmıştı. Bunlar, Büyük Prenslerin ve Prenslerin belgeleri, dinî belgeler ve kilise evraklarıdır. Böylelikle “Moğol arşivi” var olmaktadır, ama yazıldığı dil Rus dilidir. Bu şaşırtıcı değildir. Hipotezimize göre “Moğol” İmparatorluğu = Büyük Rus İmparatorluğu’dur. Bu imparatorluğun halkının Rus dilinde yazması gayet doğaldır.

Sözü edilen belgelerin sadece XVII-XVIII. yüzyıllara ait olan kopyalarının günümüze ulaştığını kaydedelim. Ama bu kopyalara Romanov düzeltmesi yapılmıştır. Romanovlardan önceki döneme ait olan gerçek belgeler özenle aranıp bulunup Romanovların memurları tarafından yok edilmiştir. Bugün benzer belgeler neredeyse hiç kalmamıştır.

Miller’in versiyonunun koruyucuları, bize büyük ihtimalle şöyle bir cevap verecekler. Orda düştükten sonra bütün Moğol belgeleri yok edilmişti. Moğollar büyük bir hızla Türklere dönüşüp Moğol geçmişlerini unutmuşlardı. Öyleyse başka bir soru ortaya çıkmaktadır. O zaman “Moğol boyunduruğunun” alışılagelmiş tarifinden hangi kanıtlar kalmıştı? “Rus’un Moğollar tarafından fethedilmesi” konusundaki Romanov kuramı ciddi bir şeydir. Temelinde ciddi kanıtların olması gerekmektedir. Fakat böyle kanıtlar yoktur. Kuramın kendisi ise büyük ihtimalle  tarihçilerin  XVIII.  yüzyıla  ait  olan  çalışmalarında  ortaya  çıkmıştı.  Ondan  önce Moğol boyunduruğu hakkında hiçbir şey bilinmemekteydi. Bu kuramı açıklayan birkaç vakayiname  de  herhalde  en  erken  XVII-XVIII.  yüzyıllarda  yaratılmıştı,  ayrıntılar  için yukarıya bakınız. Bunun gibi ciddi bir kuramı temellendirmek için basit bir şekilde hep kâğıda çekilip önyargılı olarak düzeltilmiş olan edebi vakayinameler değil, mühürlü gerçek devlet belgeleri vs. gerekmektedir. Ayrıca, kararnamelerin belirgin taklit teşebbüsleri ile karşı karşıya kalıyoruz.

 

8.3. Rus ve “Tatar” Harflerine Dair

Eski madeni Rus paralarının üzerinde tuhaf, bugünlerde alışılmamış harfler, ya da işaretler ile yapılan yazıların bulunduğu bilinmektedir. Genelde bunların “Tatar” yazıları olduğu düşünülmektedir. Rus Prenslerinin, güya kendilerini fatihlerine beğendirmek amacıyla madeni paraların üzerine Tatarca yazmaları gerekiyormuş. Üstelik araştırmacılar, bu “Tatar” yazılarını okuyamayınca onların anlamsız olduğunu kabul etmek zorunda kalmışlardı. Eski Rus mühürlerinde de durum aynıdır. Üzerinde tuhaf işaretlerle yazılmış ve okunamayan yazılara da sıkça rastlanmaktadır. Mesela, [83]’e ve orada gösterilen resimlere bakınız, s.149-150.

1929 yılında meşhur Rus dilbilimcisi M.N. Speranskiy, XVII. yüzyıla ait olan kitabın kapağının  yanındaki  yaprağın üzerinde bulduğu dokuz satırdan ibaret olan esrarengiz bir yazıyı yayımlanmıştı. Bilim adamı “yazının çözülmesinin hiç mümkün olmadığını” düşünmekteydi. Yazıda Kiril alfabesinden harfler vardı ama onların aralarında anlaşılmaz işaretler  de   yer  almaktaydı  [57].  “Esrarengiz   işaretlerin  diplomatik  Rus  belgelerinin şifresinde, XVII. yüzyılda Çar Aleksey Mihayloviç döneminde yapılmış olan Zvenigirod Çanı’nın üzerindeki (425 harfli) yazıda, XIV. yüzyıla ait olan Novgorod kriptogramında, Sırp kriptogramlarında yer aldıkları” ortaya çıkmıştı... Esrarengiz monogramların daha erken zamana ait olan madeni paraların üzerindeki Yunan yazıları ile paralel olarak birleştirilmeleri özel bir dikkat çekmektedir... Bunun gibi çok sayıda çizim, Priçernomorye bölgesindeki Eski Yunan sömürge şehirlerinin kalıntılarında bulunmuştur. Kazılar, o merkezlerde harflerden oluşan Yunan yazısı ve esrarengiz bir yazı olmak üzere iki yazı sisteminin paralel olarak yer aldığını göstermişti” [57]. Mesela, Zvenigorod Çanı’nın üzerindeki, res. 4.22’de gösterilmiş olan eski yazıya bakınız. Ayrıntılar için “Rus’un, İngiltere’nin ve Roma’nın Yeni Kronolojisi” adlı kitabımıza, [11] ya da [1]’e bakınız,  4. cilt, 13. bölüm.

Yani bunun “Tatar dili” ile hiçbir alakası olmadığı ortaya çıkmaktadır. Sadece Rus metinlerinde  değil,  eski  Yunan,  Sırp,  Kıbrıs  vs.  metinlerinde  bugün  iyi  bilinen  Kiril alfabesinin yanı sıra anlaşılmayan işaretlere de rastlanmaktaydı. Ayrıca böyle işaretlerin sayısı Kiril harflerinin sayısından genellikle çok daha yüksek idi. Mesela, XVII. yüzyıla ait olan kitabın üzerindeki sözü edilen yazının yüzde 77’si böyle işaretlerle yazılırken yalnız yüzde 23’ü Kiril alfabesi ile yazılmıştır. Eski madeni Rus paralarındaki ve mühürlerindeki oran da hemen hemen aynıdır.

Okuyucumuzun, eski bir şifrenin veya kriptografinin söz konusu olduğunu düşünmesi mümkündür. Tarihçiler ve arkeologlar tam bu şekilde düşünmektedirler. Kiril alfabesine ait olmayan anlamadıkları işaretler güya Eski Çağ kriptografisidir [57]. Ama kriptografinin MADENİ PARALARIN üzerinde bulunması mümkün mü? Bu en azından tuhaf geliyor. Madeni paralar, kriptografiyi bilmeyen nüfus tarafından geniş ölçüde kullanılması için yapılmıştı. Bu “kriptografinin” okunmasının bazen hiç zor olmaması şaşırtıcıdır. Mesela, meşhur dilbilimci M.N. Speranskiy’nin “çözülmesinin hiç mümkün olmadığını” düşündüğü yazı, iki kez birbirinden bağımsız olarak çalışan MERAKLILAR tarafından çözülmüştür [57]. İki kez tam aynı sonuca varılmıştır. Bu da şaşırtıcı bir şey değildir. Bu yazıda gerçekten hiçbir şifre, hiçbir kriptografi yoktu ki. Sadece onu yazan biri, bizim bugün kullandığımız alfabeden biraz  FARKLI  OLAN  BİR  ALFABE  kullanmıştı.  Kitabın  üzerine  şöyle  mutat  bir  yazı yazmıştı: “Bu kitap stolnik (saray unvanı) Prens Mihail Petroviç Boryatinskov’un kitabıdır” [57]. Res.4.23’e bakınız.

Kiril alfabesinin Rus, Yunan, Sırp vs. yazıları için tek alfabe olarak o kadar eskiden oluşmadığını görüyoruz. Çünkü XVII. YÜZYILDA BİLE BAŞKA HARFLER DE KULLANILMAKTAYDI. Bunlar mühürlerin ve madeni paraların üzerinde, çanların üzerindeki yazılarda ve hatta kitapların üzerindeki yazılarda kullanılmıştı.

Demek ki, madeni Rus paralarının üzerindeki esrarengiz “Tatar” Altın Orda harflerinin yalnızca iyi bildiğimiz Rus harflerinin başka versiyonları olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu işaretlerin bazılarının değer cetveli [57]’de gösterilmiştir. Ayrıntılar için “İlave” kısmındaki “XVIII. yüzyılın sonuna kadar Rus’taki yazma biçimi” bölümüne bakınız.

8.4. Moğolların tarihinin yazılmış olduğu dönem

“Moğol-Tatar boyunduruğu” hakkındaki kuram ile ilgili birçok önyargı vardır. Bu nedenle okuyucumuza “Tatar-Moğolların” tarihinin çağdaş versiyonunun nasıl yaratıldığını kısaca anlatacağız.

Moğolların ve Moğol fethinin tarihi, bugün bildiğimiz şekliyle ancak ON SEKİZİNCİ YÜZYILDA ortaya çıkıp ON DOKUZUNCU – YİRMİNCİ YÜZYILLARDA oluşmuştu. “1826 yılında Rusya Bilimler Akademisi yüz tane altın onluk ödülü koyarak Rusya’nın ve Batı Avrupa’nın bilim adamlarına üç yıl boyunca Rusya’nın Moğollar tarafından fethinin sonuçları konulu bilimsel çalışmalarını sunmalarını önermişti. İstenen tarihte sunulmuş olan bu konudaki kompozisyon kusurlu bulunmuştu... Bilimler Akademisi ilk başarısızlıktan altı yıl sonra Doğu Avrupa’nın Moğollar tarafından fethi meselesinin araştırılmasına katılım önerisini  tekrar  öne  sürmüştü...  Ödev  şu  şekilde  formülleştirilmişti:  “Altın  Orda’nın tarihinin...  hem  Doğu  vakayinameleri  hem  de  Rus,  Polonya,  Macar  vs.  vakayinameleri bazında yazılması”... Yarışma sonucunda Bilimler Akademisi’ne 1835 yılında, Alman doğubilimci Hammer-Purgstall tarafından yazılan devasa çalışma sunulmuştu. Bilimler Akademisi komisyonu Hammer’a herhangi bir ödül vermeyi uygun görmemişti. İkinci “başarısızlıktan” sonra, Bilimler Akademisi yarışmayı tekrar açmamıştı... (1937 yılında B. Grekov’un ve A. Yakubovskiy’nin yazdıkları gibi) Altın Orda’nın DAHA OLUŞTURULMAMIŞ  historiyografisinin  araştırılması  ile  ilgili  başarısızlıklar  o  kadar öğretici olmuştu ki, bu başarısızlıklar başlı başına yararlı bir konu haline gelmişti.  (Rus doğubilimcilerinden) Hiç kimse ALTIN ORDA KONUSUNDA GENEL BİR ÇALIŞMA YAZMAMIŞTIR. Şimdiye kadar ne bilimsel araştırma planında ne de sade bilimsel planda böyle bir araştırma yazılmıştır” [36], s.3-5.

L.N. Gumilyöv, “Cengiz Han’ın devletinin kuruluşu ve yıkılışı meselesi birçok tarihçiye heyecan verdiği için hâlâ araştırılmaktadır” diye yazmıştı [40], s.293.

Bugün Moğolların tarihi konusunda güya XIII. yüzyıla ait olan iki orijinal eser bilinmektedir. Bunlardan biri, “Moğolların Gizli Tarihi”dir. Fakat meşhur uzmanlar V.V. Bartold ve G.E. Grumm-Grjimaylo’ya göre bu kaynağın doğruluğu şüphelidir” [40], s.294.

İkinci kaynak, Altın Kitap’tır. Arap tarihçisi Reşidüddin Hamedani’nin külliyatına dayanmaktadır. Ancak XIX. yüzyılın ortasında bu eseri Rus diline ilk kez çeviren İ. Beryözin şunu bildirmektedir: “Elimde Sankt-Petersburg Bilimler Akademisi’ne ait olan “Moğolların Tarihi” listesi,  Sankt-Petersburg Devlet  Kütüphanesi’ne  ait  olan liste  ve bizim  eski  Fars eyaleti elçimize ait olan... listenin belli parçaları vardı. Bu listelerden en iyisi Devlet Kütüphanesi’ne ait olandır; maalesef, BURADAKİ ÖZEL İSİMLER HER ZAMAN NOKTALARLA İŞARETLENMEMİŞTİR (yani bu isimlerde, Arapça bir metinde noktalarla işaretlenmiş olan sesli harfler yoktur – yazarın yorumu) VE HATTA BAZEN HİÇ EKLENMEMİŞTİR.” [78], s.XII-XIII.

Sonra da İ. Beryözin’in itiraf ettiği gibi, bu olayların güya geçtiği yerler ve zamanlar konusundaki bilgisine dayanarak KENDİSİ ÖZEL İSİMLERİ KOYMAK ZORUNDA KALMIŞTI [78], s.XV.

Daha sonraki dönemin tarihinde, yani Altın Orda Hanlığı’nın tarihinde de birçok karanlık nokta vardır.

XIX. yüzyılda yaşayan, Moğolları araştıran meşhur bilim adamı V.V. Grigoryev, “Altın-Orda Hanlığı’nın tarihi, kaynaklar ile en az derecede aydınlatılmış olan tarihlerden biridir. En önemli yazılı eserleri yok edilmekle kalmayıp... Hanlığın varlığının izlerinin çoğu yeryüzünden kaldırılmıştır.” diye yazmıştı. Bir zamanlar dört başı mamur olan kalabalık ŞEHİRLERİ harap halde bulunmaktadır... Orda’nın başkenti olan meşhur Saray’in HANGİ HARABELERE AİT OLDUĞUNU BİLE BİLMİYORUZ” [37], s. 3.

V.V. Grigoryev sözlerine devam ederek, “Saray’ın kuruluş dönemini belirleyen en güvenilir belgeleri bizim vakayinamelerimizin temin etmesini beklemek gerekirdi,.. fakat BU DURUMDA VAKAYİNAMELERİMİZ UMUTLARIMIZI EN KÖTÜ ŞEKİLDE BOŞA ÇIKARMIŞLARDI. Onlar, Prenslerin Orda’ya ya da Saray’a seferlerinden bahsederken ORDA’NIN BULUNDUĞU YERİ TESPİT ETMEMEKTEDİR... Bu durumda ORDA’NIN BULUNDUĞU YERİ TESPİT ETMEDEN “Orda’ya gidin”, ya da “Orda’dan gelin” gibi çok basit ifadeler kullanmaktadır.” diye devam ediyor [37], s.30-31.

 

9. Gog ve Magog, Prens Roş, Prens Meşek ve Tuval. Rus-Orda ve Moskova Rusu Kutsal Kitap’ın sayfalarında

Kutsal Kitap’ta Hezekiel Kitabı’nda, üzerindeki tartışmaların hâlâ devam ettiği meşhur sözler yer almaktadır. Aşağıda sinot çevirisini sunmaktayız: “İnsanoğlu, yüzünü MAGOG ÜLKESİNDEN ROŞ’UN, MEŞEK’İN, TUVAL’IN ÖNDERİ GOG’A çevir... ‘Egemen RAB şöyle diyor: Ey ROŞ’UN, MEŞEK’İN, TUVAL’IN ÖNDERİ  GOG,  sana  karşıyım...  GOG  İSRAİL  ÜLKESİNE  SALDIRACAK”  (Hezekiel, 38:2-3, 38:18 ve devamı).

Roş’un ismi Yaratılış kitabında da geçmektedir (Yaratılış 46:21). Ayrıca burada ARD şeklinde Orda’nın ismi de geçmektedir. GOG ve MAGOG’TAN Kutsal Kitap’taki Vahiy bahsetmektedir (20:7).

Orta Çağ döneminde yaşayan bazı kronoloji uzmanlarının fikirlerine göre Gog ve Magog Gotlar ve Moğollar’dır. Mesela, XIII. yüzyılda Macarlar, Gog ve Magog’un Tatar olduklarını düşünmekteydi [66], s.174. N.M. Karamzin’in bildirdiğine göre bazı tarihçiler Gog ve Magog isimlerinin Hazarlara ait olduğunu düşünüyorlardı [52], 1. Cilt, 90. not. Yani Kazaklara... [11]’e bakınız. Diğer taraftan, Orta Çağ döneminde yaşayan Bizanslılar, Hezekiel kitabının bu yerinde RUSLARIN söz konusu olduğundan emin olarak “Prens Roş” değil, direkt “Prens Ros” yazmışlardı. Mesela, Lev Diakon meşhur “Tarih”inde Büyük Prens Svyatoslav Kiyevskiy’nin Bizans’a güya X. yüzyılın sonundaki seferini tarif ederken Ruslar konusunda şunu yazmaktadır: “Birçok insan, bu halkın düşüncesiz, cesur, saldırgan ve güçlü olduğunu, bütün komşu kabilere saldırdığını iddia etmektedir; İlahi Hezekiel kitabı da bundan aşağıdaki sözlerle bahsetmektedir: “Sana karşı Ros’un prensi olan Gog ve MAGOG’U kışkırtıyorum.” [63], с.79.  Lev Diakon’un burada Roş değil Ros dediğini belirtelim.

Şimdi meşhur Ostrog Kutsal Kitabı’nda da yer alan aynı metne bakınca, res.4.24 ve res.4.25, orada KNYAZYA ROSSKA (RUS PRENSİ) ifadesinin net olarak söylendiğini görüyoruz.

Bizim fikrimiz çok basittir:

1) ROŞ ya da ROS (RAŞ ya da RAS) kelimeleriyle RUS kelimesi kastedilmektedir. Bu arada, Batı Avrupa versiyonuna göre mesela İngiliz dilinde Rusya kelimesi, Russia olarak yazılıp hâlâ Raşa şeklinde, yani aynı Roş gibi okunmaktadır.

2) GOG ve MAGOG (üstelik MGOG, GUG, MGUG) isimleriyle yine “Moğolistan” – Magog, yani Büyük İmparatorluğu oluşturmuş olan Ruslar ve Tatarlar kastedilmektedir.

3) MEŞEK (MŞK ya da MSH) kelimesiyle Orta Çağ döneminde yaşayan yazarların iddia ettikleri gibi ismi MOSKOVA’YA verilmiş olan efsanevi MOSOH kastedilmektedir. Orta Çağ döneminde yaşayan birçok yazar bu şekilde düşünmekteydiler.

4) FUVAL (Tür. TUVAL, TBL ya da TVL) kelimesiyle Batı Sibirya’daki, Ural’ın arkasındaki TOBOL kastedilmektedir. Mesele şudur ki, F harfinin, yani fita=teta’nın hem T hem de F olarak okunması mümkündür. Ayrıca Yunan vita=beta harfinin çift okunması sebebiyle V sesi B sesine, B sesi ise V sesine sıklıkla dönüşmektedir. Tobol ve İrtış hâlâ Kazakların merkezlerinden biridir. Mamafih, Tobol kelimesinin Rus sinod çevirisi olan Fuval kelimesi ile özdeşleştirilmesi için (Fuval Rus sinodal çevirisi mi?), fita harfinin çeşitli seslendirilme olanaklarının açıklanmasına gerek yoktur.

Fuval kelimesinin, İngiliz Kutsal Kitabı’ndaki çevirisine bakalım. Şaşkınlıkla TUBAL kelimesini,  yani  düpedüz  TOBOL  kelimesini  görüyoruz!  Hezekiel’den  alınmış  olan  tüm parçanın İngilizce çevirisi şöyledir: "Gog, the land of Magog, the chief prince of Meshech and Tubal" (Ezekiel 38:2)

Bu  parça  "O  Gog,  the  chief  prince  of  Meshech  and  Tubal"  sözleri  ile  devam etmektedir (Ezekiel, 38:3). Gog’a; Magog’un, Meşek’in ve Tuval’ın toprağındaki “ana prens” denilmişti. CHIEF PRINCE ifadesinin Rusçaya tam çevirisi BÜYÜK PRENSTİR!

Aşağıdaki ilginç ayrıntıya dikkat etmeden geçemeyiz. Gördüğümüz gibi, Kutsal Kitap’ın, XIX. yüzyıla ait olan, tespit edilmiş kanunlara uyan Anglikan çevirisinde (London: British and Foreign Bible Society, Instituted in London, in the Year 1804; appointed to be read in the Churches; printed by Eyre. Spottiswoode)  nedense ROŞ ismi atlanmıştı! Bizim Rus sinot çevirimiz ile karşılaştırınız.

Ne  oluyor  ki?  Herhalde  İngilizce’de  Ross  olarak  görülen  ROŞ  kelimesi,  Kutsal Kitap’ın politik açıdan eğitimli olan çevirmeninin kulağını tırmalamıştı. Çevirmenin, burada kimin  söz  konusu  olduğunu  anladığı  şüphesizdir.  Bunu  anladıktan sonra ise  korkmuştur. Kutsal Kitap’ın tespit edilmiş kanunlara uyan çevirisinden “Rusların” tehlikeli ismini hemen kaldırmayı tercih etmesi şaşırtıcı değildir. XIX. yüzyılda yaşayan dini bütün İngilizler, “Eski Çağ” Kutsal Kitabı’nın, güya İsa Mesih’in doğumundan çok önce yaşayan hangi Ruslardan bahsettiği hakkında gereksiz sorular sormasınlar diye!

Mamafih, çevirmenin ROŞ ismine karşı övgüye değer bir uyanıklık gösterirken, herhalde tarafından bilinmeyen ama daha az tehlikeli olmayan TOBOL – Tubal kelimesini boş  yere  atladığını  belirtelim.  Bu  da  şaşırtıcı  değildir.  İngiltere’de  XIX.  yüzyılda  Rus Sibiryası konusundaki bilgilere sahip olan çevirmen sayısı çok değildi. Bu bilgilere sahip olsalardı herhalde onları metinden hemen kaldırırlardı.

Kutsal Kitap’ta tarif edilmiş olan Tubal’ın T-BAL, yani belirsiz T tanımlığı artı BAL ya da BELIY (Tür. beyaz), VAVİLon (Tür. Babil) olması da mümkündür. Bunun BELIY (Tür. beyaz) Rus (Beyaz Rusya) anlamına gelmesi mümkün idi. Buradan büyük ihtimalle Baltık bölgesinin ismi çıkmıştır.

Yukarıda alıntı yaptığımız Diakon’un kitabındaki Roş kelimesi yerine düpedüz Ros kelimesinin yer aldığı sözler özellikle çağdaş yorumcuları çok sinirlendirmektedir. Onlar şu şekilde yazmaktadır. Kutsal Kitap’taki Roş kelimesi, Yunanca çevirinin HATASIDIR. AMA BİZANSLILAR, bu kelimeyle sabit olarak hep bir MİLLETİN İSMİNİ KASTEDİP beşinci yüzyıldan itibaren onu çeşitli Barbar kabilelerinin isimlerine koymaktaydılar... IX. yüzyılda tarih sahnesinde Roslar ortaya çıkınca Bizanslıların eskatoloji bilinçleri onları Kutsal Kitap’ta tarif edilmiş olan “Roş” ile birleştirmişti... Hezekiel’deki sözler ilk defa Ruslara karşı Novıy Vasiliy’nin yaşam öyküsünde söylenmişti: “Ros ve Og ve Mog denilen Barbar milleti buraya gelip bize vahşice saldıracak. (Vasiliy’nin yaşam öyküsü, 88-89). Bu metinde, Lev Diakon’un tarifinde olduğu gibi Kutsal Kitap metni çarpıtılmıştır... Böylece RUSYA kelimesi (Rus. Rossiya) ortaya çıkmıştır” diye söylemektedir. Yorumcu, “GOG VE MAGOG’A gelince onlara artık Vahiy’de MİLLETLER denilmişti (20:7-8)” diye sözlerine devam etmektedir. Eusebius’tan beri tüm Orta Çağ dönemi boyunca herkes onları düşman kabileleri ile özdeşleştirmişti. Bunların İskitler olduğu fikri, halk arasında daha yaygın olan düşünce idi. Bu yüzden, onların RUS İLE birbirlerine SKOLASTİK YAKINLAŞTIRILMASI BİR KANIT DAHA BULMUŞTUR”,  [63], s.211-212.

Tarihçiler, hatta Ros değil daha açık olan “KNYAZYA ROSSKA” sözlerinin, yani RUS PRENSİ... ifadesinin yazıldığı, yukarıda göstermiş olduğumuz, kilise Slav dilinde yazılmış olan, Ostrog Kutsal Kitabı’ndan alınmış metni bir şekilde yorumlamamayı tercih etmektedirler.

Magog isminin Mog, yani MOGOL şeklinde de kullanıldığını hatırlatalım. Tarihçiler Moğollara (Rus. Mongol) daha sık olarak böyle, yani Moğollar (Mogollar) demişlerdi. Bu, bir kez daha MOĞOL kelimesinin Rus (Ros) devleti anlamına geldiğini göstermektedir. Bu devlete Moğol-Tatar devleti = MEGALİON = Büyük denilmektedir. Rusça MOG, MOŞH (Tür. kudret), MOGUşhestvenniy (Tür. kudretli) kelimeleri ile karşılaştırınız.

Herhalde Asurluların, Kutsal Kitap’ta da tarif edilmiş olan meşhur toprağı, yani Suriye ya da Aşur, en azından bazı vakayinamelerde Rus-Orda ile özdeşleştirilmektedir. Sesli harfleri olmayan isimler ters okunduğunda (mesela, Arap ya da Yahudi dillerinde) SURİYE RUS’A, Assuriya RUSSYA’YA (Rus. Rossiya), AŞUR ise RAŞA dönüşmektedir.

Kutsal Kitap’ta tarif edilmiş olan Assuriya’nın Rus ile özdeşleştirilmesi XVIII. yüzyılda, Rus-İsveç savaşları döneminde bile hatırlanmaktaydı. XVIII. yüzyıla ait olan eski İsveç  belgelerini  araştırıp  bunlara  dayanarak  “Poltava.  Bir  Ordunun  Ölümünü  Anlatan Hikâye” kitabını yazan çağdaş İsveç Tarihçisi Peter Englund şunu bildirmektedir [99]: “Ayinler sırasında kilise kürsülerinden Westermenn’a benzer papazlar aracılığıyla, Tanrı’nın İsveçlilere  destek  verdiği  ve  İsveçlilerin  SEÇKİN  MİLLET  VE  VASITA  OLDUĞU, dünyanın dört köşesine duyurulmuştu. Bu sadece paradinin ihtiyaçlarını karşılayan bir oyun değildi. KRALIN KENDİSİ DE ZATEN ÖYLE OLDUĞU İDDİASINDA BULUNMUŞTU. İsveç askerleri, İSRAİL OĞULLARI GİBİ düşünceleri aykırı olanları ve günahkârları cezalandırmak için dünyaya gönderilmişlerdi... Bu seçkinliklerini kanıtlamak için KELİMELER VE ESRARENGİZ HİLELER kullanılmıştı. Bir papaz bölüğünün önünde İsveçlilerin kendi zamanlarının İsraillileri olduğunu kanıtlıyordu. Çünkü ASSUR İSMİ (İsrail’in düşmanı olan Assriya) ters okunduğunda RUSSA KELİMESİ... ÇIKIYOR!” [99], s.19-20.

Çağdaş tarihçiler, bu eski kanıtı gülümseyerek yorumlamaktadırlar. “Bizzat Kral XII. Karl İsveç askerlerinin dünyaya, İSRAİL OĞULLARI GİBİ aykırı düşüncelileri ve günahkârları cezalandırmak için gönderildiklerini düşünmüştü. Bir papaz ise İsveçlilerin çağdaş İSRAİLLİLER olduğunu çok ciddi olarak kanıtlamaya çalışmıştı. Çünkü Assur ismi (İsrail’in düşmanı olan Assriya) ters okunduğunda RUSSA KELİMESİ... ÇIKACAKTIR!” diye  yazmaktadırlar.  (M.  Azarov,  “İsveçlilerin  Gözü  ile  Poltava  Savaşı”  Literaturnaya Rossiya, 11.07.1997, No.28(1796), s.14).

Bugünkü   yorumcular   ünlem   ve   üç   nokta   işaretlerini   iğneli   şekilde   cömertçe kullanarak, günümüze ulaşabilmiş bunun gibi ifadelerin skolastik cahilliğin gösterileri olduğunu düşünmektedirler.

Peter Englund bizi, Assiriya’nın Rus ile XVII. yüzyıl ve XVIII. yüzyılın başlangıcı arasındaki dönemde hâlâ hatırda kalan özdeşleştirilmesinin yalnız “kelimeler ile yapılan esrarengiz bir hile” olduğuna ve güya papazın kendisinin, yaptığı konuşmada bu özdeşleştirmeyi “ters okuma” aracılığıyla açıklığa kavuşturduğuna inandırıyor. Bu şüpheli bir şeydir. Hücuma geçen süvariye nasihat veren İsveç papazının, askerlerinin karşısında konuşurken asıl konudan ayrılıp dilbilimsel konuya dalmış olması şüphelidir. Büyük ihtimalle Poltava’nın yanındaki kanlı savaş alanında İsveç askerleri arasında XVI-XVII. yüzyıllardaki Reform  döneminin  hâlâ  unutulmamış  “Assurluları  bozguna  uğratın!”  çağrısı  duyulmuştu. Batı Avrupa’nın hafızasındaki,  Kutsal Kitap’ta tarif edilmiş olan kudretli Assiriya’nın başka bir şey olmayıp tam olarak Rus olduğu anıları nispeten yeni idi. İsveç papazlarının silahların gümbürtüsünün ve ölümün arasında çoğu birazdan ölecek askerlerine dilbilimsel dersleri vermeleri ihtimali düşüktür. Ancak sonra, çalışma odalarının sessizliğinde XVIII-XIX. yüzyıllarda yaşayan tarihçiler, ellerine ulaşan eski belgeleri dikkatli bir şekilde araştırırken XVIII. yüzyılda yaşayan kişilerin konuşmalarına kısa süre önce kurulmuş olan Skaliger kronolojisine dayanan kendi dilbilimsel yorumlarını ilave etmeye başlamışlardı.

Bu bölümün başlangıcına dönüp şu soruyu soralım: Her şeye rağmen Kutsal Kitap Hezekiel kitabı ne zaman yazılmıştır? Bu kitabın bize Skaliger tarihinin inandırdığı gibi milattan sonraki dönem başlamadan çok önce yazılmış olması mümkün mü acaba? Artık anlamış olduğumuz gibi, Lev Diakon’un iddiasından bu kitabın M.S. XI. yüzyıldan önce yazılmadığı net olarak anlaşılmaktadır.